Yazmak zorunda kaldım
Değiştirin tercihinizi… Zorunluluğu kavradığınız ve bundan özgürleşmek istediğiniz için yapın tercihinizi. Örgütlü ve hazırlıklı güçlere sevk ve idarenizi vermemek üzere oy verin. Bir oyunuzla iktidar olup olamayacaklarını düşünerek değil, bir oyunuzla kendinizi özgürleştirmek için oy verin.
Yazmak zorunda kalır mı insan? Normalde hiç işi, ilgisi olmayan bir şeyi yapmak zorunda nasıl kalınır? Niye kalınır?
Zorunda kalmak zorunluluğun bilincine varmaktır. Zorunda kalırsınız. İşinizi değiştirmek zorunda kalırsınız. Evlenmek ya da boşanmak zorunda kalırsınız. Sigarayı bırakmak zorunda kalırsınız mesela. Siz bir sebeple ya da farkındalık halinde bırakmamışsınızdır da artık ciğerlerinizin sigaraya gösterecek toleransı kalmamıştır, bırakmak zorunda kalmışsınızdır. Bir anlamda sigara sizi bırakmıştır da siz bu zorunluluğu bilincinizle kavramışsınızdır.
İnsan neden bir şeylerin zorunluluğundadır? Yani Hegel “Doğa yasalarını kavramak bir zorunluluktur.” demeseydi bir şeylerin zorunluluğunda olmayacak mıydık? Diyalektiğin dört yasasını kabul etmeyenler her şeyin değişebileceği, dönüşebileceği yasasından muaf mı kalıyor? Kalmıyor. Onun satın aldığı musluk da, en yüksek kalitesini bile almış olsa kireçleniyor, eskiyor, damlatıyor.
Gelelim beni yazmak zorunda bırakan sebebe. Belediye seçimleri… Belediye başkan adaylarının ve partilerin seçim öncesi çalışmaları. Arabalarla bağırttıkları şarkıları, dağıttıkları afişleri, broşürleri, vs.
Yazacağım şehir adları önemli değil. Çünkü şu an yurdun hiçbir köşesinin bu seçim öncesi reklam zulmünden kaçma şansı yok. Ben bunun farkına vararak yazmak zorunda kaldım.
‘AŞK’ VE SEVGİ ‘AFİŞLERİ
Seçim afişlerinde kanımca iki vurgu ön plana çıkıyor. Örnekleyerek anlatmak gerekirse;
……. (Konya, Karaman, vs.) sedamızdır.
Aşkla ……. (Niğde, Samsun, vs.)
Tek derdimiz …… (Bir güzide şehrimizdir velhasıl) ve hatta Tek derdimiz Türkiye’de eklenir bir şekilde afişe, panoya her neyse.
Bu farkına vardığım bir vurgulama türü. Şu aday, bu aday ya da şu parti, bu parti diye değil. Genel olarak bu vurgu seçim çalışmalarına harcayacak ve bütçeden bu işler için ödenek alacak parası olan her parti ve aday için üç aşağı beş yukarı geçerlidir. Bu sloganlarda ön plana çıkan vurgu aşk ve sevgidir.
Gelelim belediye tarafından yapılması beklenen işlere. Çöpler toplanmalıdır, kanalizasyonlar yapılmalı, tamir edilmeli, temizlenmelidir. Mümkünse seçimden seçime göstermelik sıvamalar değil de gerçekten asfalt yollar yapılmalıdır. Herkeste araba yok, olanların çoğu da mazot parası veremez hale geldi malum, vatandaş oradan oraya uygun bir ücret karşılığı (ki bunu seçim propagandasına alan bir yiğit henüz çıkmadı çünkü bu sistem içinde isteseler de çözüm üretemezler) taşınmalıdır. İşler arasında parklar-bahçeler, pazarlar falan da var ama genelde pis… Afişlere bakıyorsunuz aşkla, sevgiyle diyor. Bu ne büyük bir millet sevgisidir ki çöpünü toplama ama işleri aşkla yapılsın. Burada belediye başkanının görevlerine ayrıca bakmak ihtiyacı duydum. Madde 38’e göre 13 maddede sıralanmış, belediyenin ve bağlı kuruluşların sevk ve idaresini destekler görev tanımları. Birkaç madde bu kadar harcamaya değer mi sorusuna cevap oluyor. Mesela;
Belediyenin taşınır ve taşınmaz mallarını idare etmek. Gerçekten aşkla yapılacak bir iş bu. Düşünsenize Antalya’nın taşınır ve taşınmaz mallarını idare ediyorsunuz. Uçarsınız göklerde, aşktan mıdır şehvetle mi olur artık bilemem. Benimki tahmin.
Belediyenin gelir ve alacaklarını tahsil etmek. Vay vay vay… Aşka bak.
Sonra sevgiyle bütçeyi uygular, bütçede meclis ve encümenin yetkisi dışındaki aktarmalara onay verebilirsiniz. Bir terör örgütüne yemek ve sıhhiye imkanı sunabilirsiniz aşkla ve tamamen duygusal.
Yine güzellik, iyilik, hoşlukla hatta aşkla yapılabilecek bir başka yetkiniz var,
Şartsız bağışları kabul etmek. Ne büyük, ne ulvi bir görev.
Dikkatimi çeken ve hatta beni yazmak zorunda bırakan bir diğer vurgu coşkun ve aşkın kahramanlık vurgusuydu.
Ayağa kalk …….. (Antalya, Burdur vs. vs.)
Haydi ………. (filan şehrimiz) …….. (falan başkanla) tekrar beş yıl daha tarih yazmaya!!!
Yahu n’oluyoruz? Yapılacak iş belli. Sanki belediye teşkilatına başkan değil de orduya genelkurmay başkanı seçiyoruz. Yatmayın, uyumayın, teyakkuzda kalın. Falan başkan 5 yıl daha bu güzide şehrin taşını toprağını peşkeş çekmek (pardon taşınır ve taşınmaz mallarını idare etmek) istiyor, onu sandıktan çekip çıkarana kadar kendinizi sınır muhafızı gibi hissetmelisiniz. O oyu kahramanca atacaksın sandığa ki şehrin altın anahtarını elimize alabilelim.
Şimdi baştaki konuya zorunluluğa geri dönmek istiyorum. Seçmen ne yapmanın zorunluluğundadır?
Zorunluluk bir anlamda her şeyin önceden biline bilirliğidir. Yani bir şey ihtimal dahilinde ise olacaktır, zorunludur. Özgürlükte bunun kavranmasıdır. Bir ihtimalin olması ya da olmamasına karşı, olması ya da olmaması halinde ne yapabileceğini bilebilme, kendini korumak üzere bireysel irade kullanabilme durumudur. Başka bir deyişle ne yaparsam ne olacağına dair seçim yapabilme halimdir. Bunun yani zorunluluğun farkında olmak benim bireysel özgürleşme imkanlarımı artırabileceği gibi tam bu noktada toplumsallaşır da. Toplumsal itiraz alanı oluşturabilir. Kurtuluş Savaşı diyalektiğin “d”sini bile duymamış fakat bulunduğu yeri savunması gerektiğinin zorunluluğunu bilincine çıkarmış bireylerin toplumsal itirazı ile kazanılmıştır. Bu ülke diyalektiğin vücut bulmuş halidir. Araya bazı partilerin seçimden seçime “Atatürk” kostümü giymelerini almadan edemeyeceğim böyle deyince.
Yolumuz Atatürk’ün yolu…
Pes ettik. Atatürk’ün eline Amerikan mavzeri verip, dağa çıkardınız ya, hem de Şeyh Sait’in heykelini dikmek üzere helal olsun demekten başka ihtimal kalmıyor. Dönelim zorunluluğa. Hatta dönmek zorundayız. Hegel der ki: “Zorunluluk kavranmadığı/kavranılamadığı ölçüde kördür.”
SEÇMEN NE YAPMAK ZORUNDADIR?
İçinizde diyalektiğin yasalarına inat, “Benim bir oyum var. Ne yapabilirim ki? Benim bir oyumla ne değişir ki?” diyen bir ses var. Örgütlenmiş ve hazırlıklı güçlere sevk ve idaresini teslim etmek isteyen bir ses. Vaz geçmek isteyen, açlık sınırında yaşamaya devam etmek isteyen bir ses. Geçim derdi, terör ve savaşın, kamuda liyakatsizliğin zorlaştırdığı, çekilmez kıldığı bir yaşama, beynini dizilerle uyuşturarak katlanmaya devam etmek isteyen bir ses…
Değiştirin tercihinizi. Tuttuğunuz takımı değiştirmeyin asla. O renklere gönül vermişsiniz bir kere. Yenilse de yense de tutun takımınızı fakat oy verdiğiniz partiyi değiştirin. Hep içten içe inandığınız, güvendiğiniz fakat “iktidar olamaz bunlar” dediğiniz bir parti var ya… Hani “Benim bir oyumla mı iktidar olacaklar?” dediğiniz parti. İşte ona oy verin bu seçimde. Zorunluluğu kavradığınız ve bundan özgürleşmek istediğiniz için verin oyunuzu. Örgütlü ve hazırlıklı güçlere sevk ve idarenizi vermemek üzere oy verin o partiye. Bir oyunuzla iktidar olup olamayacaklarını düşünerek değil, bir oyunuzla kendinizi özgürleştirmek için oy verin. Var olduğunuzu, ne istediğinizi bildiğinizi haykırmak için oy verin. Aşkla, sevgiyle okşanmak durumunda olan bir vatandaş olmadığınızı, hiç kimse için kahramanca bir oy verme eylemine girmek durumunda olmadığınızı bilerek oy verin. Evinize döndüğünüzde kendinizi hafif ve sükûnet içinde hissetmek için o partiye oy verin.