Yeni belgeler ışığında Kemalist Devrim - Sosyalizm ilişkisi -2
Kemalist Devrim-Sosyalizm ittifakı, Kurtuluş Savaşı yıllarında esas olarak bir dış ittifaktı. Çünkü o yıllarda, iç cephedeki güçleri çok zayıf olan Sosyalizm, Türkiye için esas olarak bir dış güç durumundaydı
Arslan KILIÇ
TKP'NİN DURUMU
İçerdeki sosyalizm güçleri, İstanbul, Ankara ve Eskişehir’de toplanmış, birbirinden kopuk, örgütlülük düzeyleri ile program ve siyasetleri oldukça yetersiz ve kitle desteği de çok az olan birkaç küçük gruptan oluşuyordu. Bakû’da kurulan ve kendisi de bir küçük grup durumunda olan TKP’nin, içerdeki bu gruplarla ilişkisi zayıf, düzensiz ve kesintiliydi.
Bu durum ve TKP’nin “dış güç” konumu, 1925’e kadar devam etti.
Öteyandan bu gruplar kuruluşlarından kısa süre sonra, Komintern’e bağlandılar ve onun denetimine girdiler. TKP ise, daha kuruluş aşamasında Komintern’in bir parçası olarak sahneye çıkmıştı.
1925’e kadar öznel güçleriyle ciddi bir varlık gösteremeyen bu gruplar bir süre sonra TKP şemsiyesi altında toplandılar.
O yıllarda TKP dahil bu grupların Türkiye içindeki siyasi etkisi, esas olarak, birincisi Komintern’e bağlı güçler olmalarından; ikincisi de, genç ve militan Sovyet devletinin Anadolu’daki sempati ve saygınlığından kaynaklanıyordu. Çünkü Sovyet devleti ile “Dünya Devrimi Partisi” (Komintern), Anadolu Devrimi’ne, her boyutta aktif destek veren, biri neredeyse dünyadaki tek devlet, diğeri de dünya çapındaki en önemli örgüttü.
TKP’nin ve TKP’ye bağlı içteki grupların gücü, etkisi ve konumu, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devriminin Kemalist önderliği tarafından da böyle algılanıyordu.
Sosyalizmin iç güçleri 1925’ten başlayarak, asgari bir programı ve temel siyasetleri olan, merkezi ve örgütlü bir yapı kurdular. Ama esas olarak bir köylü ülkesi olan Cumhuriyet Türkiye’sinde sosyalizmin nesnel güçleri (sınıfsal temeli) çok zayıftı. Bu zayıflık, TKP’nin gücüne de doğrudan yansıyordu.
KURTULUŞ SAVAŞI'NA DESTEK
Çalışmasını işçi sınıfının görece yoğun olduğu birkaç büyük kentte toplamış olan TKP, bir yandan da hiyerarşik olarak Komintern’e bağlıydı. “Dünya Devrimi Partisi”nin (Komintern’in) Türkiye şubesi konumundaydı.
Sosyalizmin iç gücü (TKP) ile Kemalist iktidar arsındaki ilişki, 1925 sonrasında, rakip olma ve mücadele boyutu öne çıkan bir çizgide yürüdü.
CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) hükümetleri bu konuda, bir yandan TKP saflarından kadro devşirme; diğer yandan da onu kendisine ciddi bir rakip olacak güce ve konuma kavuşma olanaklarından uzak tutma çizgisi izledi.
TKP ve Türkiye’nin bütün sosyalist grupları ise, Milli Kurtuluş Savaşı yıllarında emperyalizme karşı Mustafa Kemal önderliğinde verilen savaşı var güçleriyle desteklemişlerdi. Bu konuda, dar anlamda bir önderlik rekabeti içinde olma tutumu izlemediler. Bu tutum, “Sovyetler/Komintern-Kurtuluş Savaşı önderliği ittifakı”na da uygundu.
Gerçekte o yıllarda Türkiye sosyalistleri, milli savaşın önderi olma gücünden yoksundular. Böylesi bir durumda, başlayan milli mücadeleyi örgütleyen ve yönetmekte olan (Kemalist) güçlere karşı bir önderlik mücadelesine girişmek, milli savaşı çelmeleme ve milletin büyük çoğunluğu ile karşı karşıya gelme sonucunu doğururdu.
ÖZNELCİLİK HATASI
Mustafa Suphi liderliğindeki ilk TKP grubu bu konuda, acemilikten ve Komintern içindeki hatalı eğilimlerden kaynaklanan yanlış bir görüntü verdi. Önderlik konusundaki nesnel gerçeğe uymayan bu görüntü kendini, “boyundan büyük iddialılık” biçiminde gösteriyordu..
Rus Bolşevik Devrimi, işgalci emperyalist devletlere karşı tutumu ve milli mücadeleyeverdiği destekle, Anadolu’da büyük bir sempati yaratmıştı. Mustafa Suphi TKP’sinin nesnel duruma uygun olmayan iddialılığı, bu sempatiyi, Anadolu halkının bir sosyalistdevrim isteği olarak anlama ve değerlendirme öznelciliğinden de besleniyordu.
GEREKSİZ ÇATIŞMA
Cumhuriyet Devrimi yıllarında ise Türkiye sosyalistlerinin tek örgütü TKP, milli bağımsızlıkçı çizgiyi ve Cumhuriyet yönetiminin feodalizmi tasfiye yönünde attığı adımları destekleme tutumunu sürdürdü.
Ama Milli Kurtuluş Savaşının Kemalist önderliği artık iktidardı. TKP, bir yandan onun bağımsızlıkçı tutumunu ve ilerici adımlarını desteklerken, diğer yandan da, işçi sınıfı içinde yoğunlaşmış çalışmasını, “kapitalist sömürüye ve bunun sorumlusu olan Kemalist yönetime karşı mücadele” eksenine oturttu. Bu çizgi, “başlıca siyasi rakibin, iktidar olan siyasi güç olması” anlayışının gereği olduğu kadar, aynı zamanda, Komintern’in o yıllarda izlediği ve üyesi olan partilere benimsettiği “sınıfa karşı sınıf” siyasetinin de bir gereğiydi.
Kemalist Devrim güçleri ile TKP olarak örgütlenmiş Türkiye sosyalistleri arasındaki ilişki, 1925 sonrası ve özellikle 1930’lu yıllarda, bu çizgilerde yürüdü.
Ama TKP’nin, program olarak MDD’yi (Milli Demokratik Devrim’i) benimsemesine rağmen, pratikte çalışmasını ve mücadelesini “işçi sınıfı-kapitalizm çelişmesi”ni esas alan bir alana hapsetmesi, onu yer yer Cumhuriyet Devrimi önderliği ile gereksiz ve zamansız çatışmalara girmeye sürükledi.
Bu konuda Nazım Hikmet’in, büyük sanatçı dehası ve sezgisi ile, üyesi olduğu TKP’den daha farklı, daha stratejik bakan ve daha olgun bir çizgi izlediğini görüyoruz. Bu gerçek, onun edebi yapıtlarına yön veren siyasi anlayışta olduğu kadar, doğrudan siyasi konuşma ve yazılarında da net olarak görülmektedir.
BELGELERDEKİ OLGUNLUK
Mehmet Perinçek’in bulup yayımladığı 3 belge, İsmail Bilen, Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat’ın, 1937 ve 1938’deki; Atatürk’ün ölümünün hemen öncesindeki ve hemen sonrasındaki, yazı, rapor ve mektubundan oluşmaktadır. Bu belgelerde, TKP’nin Mustafa Kemal ve Kemalist Devrim konusundaki, arkada kalan yılların deneyimi içinde olgunlaşmış ve süzülmüş değerlendirmelerini buluyoruz.
Bilim ve Ütopya’da yayımlanan TKP (1937-1938) belgelerinin, bugüne ışık tutacak şekilde değerlendirilmesi gereğine inanıyoruz.
Nazım Hikmet’in, başta Kuvayı Milliye Destanı olmak üzere, Kemalist Devrim’i değerlendirdiği şiirleri, yazıları ve radyo konuşmaları, bugün de bütün Türkiye devrimcilerineve milli güçlerine yol göstermektedir. Türkiye’nin, milli ve bağımsızlıkçılık duyarlığı yüksek her eğilimden güçlerinin ve insanlarının dilindedir. Onları birleştiren çok etkili ve yüksek düzeyli sanatsal ve siyasal eserlerdir.
TKP’nin aynı konudaki olgunluk dönemi değerlendirmelerini içeren sözkonusu belgeler de, bugün Türkiye devrimcilerini birleştirecek milli demokratik devrim programına işaret etmektedir.