28 Mayıs’ta yetki Londra’ya değil Ankara’ya verildi
Yeni ekonomi yönetiminde kimlerin yer alacağından ziyade izlenecek politikalar belirleyici olacak. Beş ilkeden birini 'cari fazla vererek büyüme' şeklinde açıklayan Cumhurbaşkanı'na sıcak para şantajı haftalar önce başladı.
Seçimlerden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı “diktatör” ve “otokrat” ilan eden Batı basını ve Londra'daki sıcak para komisyoncusu bir avuç tefeci, 14 Mayıs'taki ilk turun ardından Borsa ve döviz üzerinden mesaj vermeye kalktı. 17 Mayıs günü yayımlanan “İş dünyası değişim bekliyor, vurguncular fırsat kolluyor” başlıklı haberimizde konuya detaylıca değindik. Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlerde mağlup olsun diye elinden geleni yapan çevreler 28 Mayıs'tan sonra ise kabineye bakan önermeye başladılar. Altılı Masa'yı destekleyen yayın organlarından küresel finansın etkili yayınlarına kadar bir koro halinde Ortodoks politikalara dönülmesi için davullar çalınmaya başladı. Bu noktada Cumhurbaşkanı'nın da görüştüğü, eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in adı öne çıkarılmaya başladı. Şimşek'in yeni dönemde ekonomi yönetiminde yer alacağına kesin gözüyle bakılıyor. Ancak ne Külliye cephesinden ne de Şimşek cephesinden bu konuda bir resmi bilgi kamuoyuna geçilmedi. 30 Mayıs günü yayımlanan “Üretim ekonomisi için milli iktisat kadrosu şart” başlıklı köşe yazımızda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylemlerinden yola çıkarak yeni dönemde nasıl bir ekonomi kadrosu oluşabileceğine ilişkin görüşlerimizi paylaştık.
O TWEET ETKİLİ OLDU MU?
Dün yeni bakanlar kurulunun açıklanmasına saatler kala Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı medya organlarında ve Batı basınında çıkan bazı haber ve köşe yazıları ise dikkatimizi çekti. Bu haberlerden en net olanı İngiliz Financial Times'a aitti. Gazete şöyle yazdı: “Yatırımcıların gözdesi Mehmet Şimşek, Türkiye maliye bakanı olarak geri dönecek. / Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daha Ortodoks bir ekonomik yaklaşıma açık olabileceğinin sinyallerini veriyor.” Meselenin Mehmet Şimşek değil Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın izlediği Batı'nın hoşnut olmadığı ekonomi politikası olduğu açık. Nitekim seçim sathına girildiğinde Borsa İstanbul özelinde gerçekleşen hareketlere bakmakta fayda var. 14 Nisan haftasında 179 milyon dolarlık ve 20 Nisan haftasında da 37.1 milyon dolarlık bir yabancı girişi söz konusu. 28 Nisan haftasında ise bir çıkış serisi başladı. Seçimlerin yapılacağı 26 Mayıs haftasına kadar sürdü. Bu dönemde yabancılar nette 763.7 milyon dolarlık hisse sattı. 26 Mayıs haftasındaki satış ise 378.7 milyon dolar oldu. Yani Londra spekülatörü Timothy Ash'in “KK için şu anda en iyi şans, piyasaların ikinci anketten önce satılması ve böylece seçmenlerin alıcıları RTE ve önlerindeki büyük ekonomik riskler konusunda pişman etmesi.” tweetini atığı hafta. Böylece yabancıların Türk hisse senetlerindeki varlığı 21.5 milyar dolara düştü.
İMAMOĞLU'NUN SORUMSUZ AÇIKLAMASI
Londra'da hayatını fon yönetmekle idame eden ve Chatham House'da çalışan Ash'in elbette kendi çıkarı için böyle mesajlar paylaşması anlaşılabilir. Rezerv merkez bankalarının genişlemeci para politikaları sayesinde şişen fonlarla Türkiye gibi gelişen pazarlarda paradan para kazanan kesimin sözcüsü neoliberal The Economist dergisinin de “Erdoğan kaybetmeli” manşetleri atması ve Türk ekonomisinin zora girip Londra'nın veya IMF'nin kapısını çalmasını istemesi kabul edilebilir. Çünkü bu kesimler dünyaya ezberletilen neoliberal tezlerle ülkeleri sömüren küresel finansal sermayenin unsurları. Ancak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun 28 Mayıs seçimleri öncesi 24 Mayıs'ta Avcılar'da bir miting konuşmasında “Bakın orada döviz bürosu var.... Bankalar merkez bankası artık döviz bürolarından Tahtakale'den döviz satın alır hale geldi.... Üç gün bakın eğer pazartesi günü bankalardan milletin parasını çekemediği ekonomik krizin daha derinden hissedildiği bir süreç istemiyorsak çok çalışmak zorundayız." sözleri anlaşılamaz.
Hele ki Merkez Bankası kayıtlarına göre söz konusu haftada döviz mevduatları (pariteden arındırılmış) 6.29 milyar dolar erimişse. Kur atağının (8 TL'den 18 TL'ye) yaşandığı 2021 yılı sonunda bile (13-24 Aralık döneminde) böyle bir hadise görülmedi. O dönem TL mevduat tutarı yaklaşık 100 milyar lira azalırken, döviz tarafında 6.9 milyar dolarlık artış oldu. Yani vatandaş TL'den dövize kaydı ama bankadan gidip döviz çekmedi. Konuyu takip edenler 26 Mayıs haftasındaki 6.3 milyar dolarlık erimenin kayda değer bir kısmının efektif talebinden kaynaklandığını belirtiyorlar.
NEBATİ ZATEN İŞARET VERMİŞTİ
Son haftadaki kadar yüklü döviz talebi bir yana depremin maliyeti, seçim öncesi dolar kurunu 20 TL'nin altında tutma çabası, enerji faturası, artan tüketim ve yatırım malı ithalatı finansmanı derken 30 Aralık 2022'de 82.9 milyar dolar olan Merkez Bankası brüt rezervleri 26 Mayıs haftasında 56.5 milyar dolara kadar düştü. Son beş ayda 26.4 milyar doları cepten yedik. Bu durumun sürdürülemez olduğu, seçimlere kadar bu politikanın uygulanacağı biliniyordu. Üstelik bu politika seti çizildiğinde 110 milyar doları bulan deprem faturası da ortada yoktu. Nitekim geçen kasım ayında Antalya'da düzenlenen turizm kongresinde konuştuğumuz Türkiye'nin en büyük beş bankasından birinin genel müdürü de sohbette politikalarda normalleşme sözü aldıklarını üstü kapalı bir şekilde ifade etmiş yine Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati de ocak ayı başında banka genel müdürleriyle açıkladığı yeni KGF paketi toplantısında, “Olağanüstü dönemin olağanüstü koşulları bitti.” diyerek normalleşme sinyali vermişti. Şu haliyle zaten ülkenin bir ödemeler dengesi krizi yaşamaması için atılacak bazı adımların “neoliberal politikalara dönüş” şeklinde bir isim üzerinden pazarlanması da küresel sermayenin Erdoğan'a karşı seçimlerde yaşadığı hezimeti gölgeleme çabası olabilir mi?
ŞEYTAN ÜÇGENİ NE OLDU?
28 Mayıs'ın ardından hemen herkesin dilinde Hazine ve Maliye'yi kimin yöneteceği sorusu var. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, TOBB Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, “Daha fazla üretecek, daha fazla ihracat yapacağız. Ve bu konuda 5 ilkemiz var. Yatırım, istihdam, üretim, ihracat ve cari fazla yoluyla büyüme.” ifadeleri bir mesaj taşıyor. Halihazırda Hazine ve Maliye Bakanı kadar yeni dönemde Ticaret Bakanı da kritik bir görevi ifa edecek.
Tam da burada eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın görevden affını istediği dönem kaleme aldığımız (10 Kasım 2020) “Piyasaya teslimiyet ülkeyi cendereye atar” başlıklı yazıda yer alan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dört ayrı zaman ve mekanda sart ettiği “faiz, kur, enflasyon şeytan üçgeni” tespitini hatırlamakta fayda var. Erdoğan bundan sonra da Aralık 2021'de faiz konusunda “Bir müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim." ve Ağustos 2022'de “Türkiye'nin ihtiyacı faizi yükseltmek değil, yatırımı, istihdamı, üretimi, ihracatı ve cari fazlayı artırmaktır.” sözleri ile esasen para politikasını doğrudan kendisinin yönettiğini kamuoyuna açıkladı.
BABACAN 133 MİLYAR DOLAR SONRAKİLER 51 MİLYAR DOLAR
Yine yeni bir döneme girilirken Berat Albayrak'ın bakanlığı döneminde Ağustos 2020'deki CNNTürk yayınında sarf ettiği şu sözleri de hatırlamak gerekiyor: “Kur iner, çıkar. Esas olan, finansal güvenlik ve ekonomik altyapı noktasında Türkiye’nin tüm bu dalgalanmaları kontrollü şekilde yönetmesi. Benim derdim ekonominin kırılganlıkları noktasında daha güçlü rekabet edebilir olması, istihdamı ve üretimi öncelemesi.”
Kasım 2020'de kaleme aldığımız yazıda, “Türkiye'nin çıkışı sıcak para akımlarıyla değerlenen TL'de değil üretim gücüyle değerlenen TL'dedir. Piyasadaki günlük gelişmelere bakıp yön belirlemek ülkeyi yeniden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın defalarca vurguladığı ve sonu kapitülasyonlara varan cendereye sokar.” uyarısı yapmıştık.
Yıllarca (2009-2015) ülkenin ekonomisini yönettikten sonra 2015 yılında 408 milyar dolar dış borçla (2009'da 275 milyar dolar; 2022 sonunda 459 milyar dolar. Babacan döneminde 6 yılda 133 milyar dolar borç alınırken, sonraki 8 yılda 51 milyar dolar borçlanıldı.) göreve veda eden ve son seçimler öncesi parti kurarak 6 Masa'da Erdoğan'ın karşısında yer alan eski bakan Ali Babacan'ın Başbakan Yardımcısı iken 2014 yılı Mayıs ayındaki Türkiye Bankalar Birliği’nin Genel Kurulu’nda Türk bankacılık sektörünün tepe yöneticilerine “Elden gelen öğün olmaz, o da her zaman bulunmaz” atasözünü hatırlatarak, verdiği şu mesajla yazımızı noktalıyoruz: “Halkın mevduatı başka, yurt dışından gelen vadesi belli olan kaynak başka. Mevduat daha kaliteli bir kaynak. Yurt dışından borçlanmanın sırtımızı dayayabileceğimiz bir kaynak olmadığını dikkate almamız lazım.”