20 Eylül 2024 Cuma
İstanbul 25°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yeni Şafak’taki haksız Lozan eleştirileri

Aydın Ünal, üç gün üst üste Lozan Antlaşması'nı ele aldı. Yıllardır tekrarlanan konuları aynı bakış açısıyla yazdı. Satır satır cevap versek yerimiz sığmaz. Onun için ana başlıkları ele alalım ve onlara yanıt verelim.

Yeni Şafak’taki haksız Lozan eleştirileri

Lozan’ın yıldönümünde, özellikle muhafazakâr kesimde, yıllardır dile getirilen yalan ve yanlışlar sayısı azalsa da bu yıl da tekrarlandı. Yine “hezimet”, “felaket”, “kara gün” söylemleriyle tarihi anlaşmaya gölge düşürülmeye çalışıldı. Hem de 100. yılında.

Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, üç gün üst üste Lozan Antlaşması'nı ele aldı. Ünal, özet olarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “En başta söyleyelim: Lozan asla bir zafer değildi; hezimet olarak nitelendirmek de doğru değil. Türkiye o gün Lozan’ı imzalamak, 'acı ilacı' içmek zorundaydı ancak hayatı başarısızlıklarla dolu İsmet İnönü yerine becerikli, tecrübeli, uyanık bir temsil ile çok daha fazlası yapılabilirdi.”

Yazısının bir başlığı “Türk tarihinin en kara günü” şeklindeydi. Çok ağır bir başlık…

FAZLASI YAPILIR MIYDI?

Biz de hemen ilk baştan söyleyelim: Lozan acı ilaç değil, emperyalist güçlere Türk milletinin kanıyla ve canıyla kazandığı zaferi kabul ettirdiği bir anlaşmadır. Sevr yırtılıp atıldı. ‘Hezimet’ olsaydı, Sevr’in de gerisine düşmemiz gerekirdi. Oraya düşmek için de savaşı kaybetmemiz gerekiyordu. Zafer kazanmış bir millet -hele ki Türk milleti ve devrimci yönetim- masada bunu kabul etmezdi. Zaten zorlu ve çetin müzakereler nedeniyle yaklaşık sekiz ay sonra imzalanabildi.

Sayın Ünal, İsmet İnönü için “Hayatı başarısızlıklarla dolu İnönü yerine becerikli, tecrübeli, uyanık bir temsil ile çok daha fazlası yapılabilirdi.” diyor. Baştan söyleyelim; İnönü en iyi tercihtir. Zafer kazanmış komutan ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın da yakın çalıştığı ve tanıdığı iyi bir asker, iyi bir kurmaydır. 1950 sonrası siyasi çekişmelerin gölgesinde İnönü’ye ‘başarısız’ demek haksızlıktır. Hele ki bugün. Aradan bunca yıl geçmişken… İnönü çok iyi müzakereci ve ‘diplomat’tır. Geçmişinde bu konuda çok sayıda görüşme ve görev vardır. Yemen’de İmam Yahya isyanını bastırmış, Balkan ve Kafkasya’da sınır müzakerelerine katılmış, Çanakkale’de Türk komutanlar ile 5. Ordu Komutanı Limon von Sanders arasında koordinasyonu sağlamıştır. Yeri gelmiş Mustafa Kemal Paşa’yı sakinleştirmiş, muhalifler ile arasında denge kurmuştur. Bu konular uzatılabilir. İnönü’nün Sakarya ve Büyük Zafer'deki başarıları yadsınamaz. Lozan’a bu başarılarla gitmiştir… Osmanlı’nın yenik diplomatları -hele ki masada kaybetmeye alışmış diplomatlar- gönderilemezdi. Bunu iddia edenler de var…

Yeni Şafak’taki haksız Lozan eleştirileri - Resim : 1

TOPRAK MESELESİ

Sayın Ünal toprak kaybına, daha doğrusu geri alamadığımız yerlere değiniyor. Başarısızlığı buna bağlıyor. Bundan da önemli olan, tam bağımsızlığı sağlayan ekonomik bağımlılıklardan kurtulduğumuza değinmiyor. Türkiye’nin Lozan siyaseti ekonomik prangalardan kurtulmaktı. İttihatçıların başlattığı kapitülasyonlarla mücadeleyi sürdürdüler ve konferansta bunu imza altına aldırdılar. Zaten müzakereler en çok buralarda krize girdi. Hatta ara verildi. Atatürk’ün siyaseti bir karış toprak için değil bağımsızlığımızı yüzyıllardır kement altına alan tek taraflı verilen kapitülasyonlardan kurtulmaktı. Ayrıca Osmanlı’dan kalan borçlar da en uygun para birimine ve taksitlere bağlandı. Bu borç da 1954 yılında bitti. Savaş tazminatı için Yunanistan’dan alınamayanlar için ise İnönü, “Yenilmiş bir ülkeden tazminat almak her zaman zordur. Bunu almak için yeni bir savaş mı açacaksınız.” der.

Atatürk konuya uzun vadeli ve stratejik bakıyordu. Toprağınız geniş olsa ne olur? Osmanlı geniş değil miydi? Bağımsızlığınız yoksa! Anadolu köylüsünün kazancını Avrupalı kapitalistlere peşkeş çektikten sonra… İşte bunun acısını çektikleri için asıl mevziyi buraya kurdular. Gün gelir kaybettiğin toprak kazanılır ama mali bağımlılıktan -Mehmetçiğin kanıyla kazanılan zafere rağmen- kaldırtamazsanız ne zaman kaldırtacaksınız? Atatürk kendi döneminde yatırım dışında dış borç almamıştır. Denk bütçeye ve güçlü TL’ye önem vermiştir. Ayrıca adım adım yabancıların elindeki kuruluşları devletleştirerek milli sanayi atılımını gerçekleştirdi. Atatürk ve dönemin kadroları ekonomik bağımsızlığın ne olduğunu yaşamlarıyla gördüler. Atatürk de zaferden sonra kılıçla kazanılan zaferi sabamla güçlendirmeye çalıştı.

Yeni Şafak’taki haksız Lozan eleştirileri - Resim : 2

MİSAK-I MİLLİ VE MUSUL

Atatürk ve o zamanki Millicilerin Misak-ı Millî’de de belirttikleri güney sınırımız Antakya-Halep-Musul hattıydı. Bu hat gerçekçiydi. Bunun daha güneyinde Arap nüfusu vardı. Zaten onların hakları kabul edilmişti. Hatay 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşmasıyla Fransızlardan daha sonra alınmanın yolu açıldı. Hem de o günün sıkıntıları içinde… Daha sonra vakti zamanı gelince bu da başarıldı. Atatürk Musul için de çok uğraştı ancak olmadı.

16 Ekim 1921'de, Mersin milletvekili İsmail Safa Bey’in İskenderun’da yoğun Türk nüfusu olup olmadığı yönündeki sorusuna karşılık Mustafa Kemal Paşa: “Misâk-ı Millîmizde muayyen ve müspet bir hat yoktur. Kuvvet ve kudretimizle tespit edeceğimiz hat, hatt-ı hudut olacaktır” ifadeleriyle yanıt vermiştir. (Mustafa Budak, “Hangi Misak-ı Millî”, Yeni Türkiye, Cumhuriyet Özel Sayısı, Ankara 1998, C I, s. 255.)

Tasvir-i Efkâr başyazarı Velid Ebuzziya 13 Ekim 1919’da Mustafa Kemal ile telgraf üzerinden bir mülâkat yapar. Mülakattaki sorulardan birisi de gelecekteki hudutlarımız sizce ne olabilir? şeklinde idi. Bu soruyu Mustafa Kemal Paşa, “Bizce 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi akdedildiği günde fiilen sahip kaldığımız huduttur” diyerek kararlı bir şekilde cevaplamıştır. (Atatürk, Nutuk, Vesikalar, C III, s. 1084-1086.)

ADALARDAN VAZGEÇMEDİK

Cihan Harbi başında İttihatçı yönetimin savaş planında Adalar’ın alınması da vardır. Bu da o günün koşullarında gerçekleşemedi. Kaldı ki Kemalistler de Adalardan asla vazgeçmedi. Bunu güç dengesi içinde değerlendirdi ve bunun için de güçlenmenin yoluna baktı. Lozan’da fazla üzerinde durulmayan Kıbrıs’ı da vakti zamanı gelince hallettik. Böylece uzun vadede Akdeniz’de çok önemli bir kazanım elde etmiş olduk. Hele ki bugün gaz-petrol ekseninden bakarsak önemi daha iyi anlaşılır.

Yeni Şafak’taki haksız Lozan eleştirileri - Resim : 3

İSTANBUL’UN DURUMU

Lozan sayesinde İstanbul 5 yıllık işgalden sonra boşaltıldı ve 75 bin kişilik işgal gücü tıpış tıpış evlerine döndü. Onu döndüren Anadolu’da kazanılan zaferdir. O zafer olmasaydı acaba Anadolu’da halimiz ne olurdu? İstanbul’suz yaşam nasıl olurdu? Güneydoğu’da hangi kukla devletler kurulurdu.

Gerçekçi olalım, siyaset ve diplomasi güçle olur. Güçlüyseniz masada da gücünüz oranında istediğinizi alırsınız. Lozan’a bakışta şöyle bir hata da yapılıyor: Büyük topraklar kaybettik. Koca İmparatorluk gitti! Balkan bozgunundan sonra Türkler ve Arapların yaşadıkları coğrafya kalmıştı. Bu da Cihan Harbi sonrasında Arap toprakları elimizden alındı. İngilizlerin ve Fransızların işgalinde kaldı. Bu topraklar kurtarılamazdı. Biz Anadolu’yu bile bin bir zorlukla kazandık. Hele ki Sovyet Rusya yardımı olmasaydı… Bugün pek üzerinde durulmayan Sovyet Rusya yardımı çok büyük bir kazanım ve destekti. Büyük Zaferde elimizdeki 400 bin top mermisinin 170 bini Rusya’dan geldi. Ayrıca Atatürk ve arkadaşları çay parası bile bulamadığı günlerde orduyu kurmak ve donatmak için gerekil mali desteği Ruslar 11 milyon altın ruble ile sağladı. Bundan da önemlisi o zor günlerde bize siyasi desteği Sovyet Rusya verdi. Bu dostluk bugüne kadar sürmekte ve en büyük kazanım olarak yakın tarihimizde durmaktadır. 15 Temmuz gecesi bile bunun sağlandığını Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan açıkladı. S-400’lerin verilmesi, Akkuyu Nükleer Santralın kurulması dünden bugüne süren tarihi Rusya dostluğu sayesindedir.

'Lozan Antlaşması Meclis’te sağlıklı ortamda görüşülmedi. Örtülü baskıyla engellendi.' iddiaları da abartılı ve gerçekçi değildir. Görüşmelere ara verildiği günlerde Meclis’teki tartışmalar çok haksız bir noktaya varmıştır. Ortada kabul edilmiş anlaşma olmadığı halde muhalif isimler ağır eleştirilerde bulunmuştur. Ali Şükrü olayı da böyle bir ortamda olmuş ve cinayetin üzerine de gidilmiştir. Bu olayı kimse tasvip etmedi, edemez de… Atatürk’ün en büyük dayanağı halk ve onun iradesidir. Haksız eleştiriler o zaman da yapılıyordu bugün de! Bugünküler de o günün söylemlerinden besleniyor.

‘GÜÇLÜ CUMHURİYET KURDUK’

Şunu da hatırlatalım ki Lozan Barış Antlaşması savaşın sonunda imzalanması gereken bir anlaşmaydı. Son on yıldır büyük savaşlarda gücünü kaybeden Anadolu halkı, son bir nefesle dünyaya yaşayacağını ve bağımsız kalacağını göstermiş ve bunu da topraklarını işgal eden ve onu denize dökmek isteyenlere gereken cevabı vererek yapmıştır. Anadolu’ya barış gerekiyordu. Bu da Mehmetçiğin kanıyla yazıldı. O anlaşmanın mürekkebi bu kandır. O gün de müzakerelerde bu göz önüne alınarak o maddeler tek tek büyük boğuşmalar sonucu kabul edilmiştir. Osmanlı’nın gerileme döneminde meşhur olan masada kaybetme Lozan’da gerçekleşmemiştir. Son satır olarak Fevzi Çakmak Paşa’nın meşhur değerlendirmesiyle bitirelim: “Evet çok kanımız aktı. Ancak güçlü bir Cumhuriyet kurduk.”

Gerçekten de öyle. Öylesine güçlü Cumhuriyet kurduk ki 100 yıldır ikinci bir barış anlaşması yapmadık… Bunun sayesinde İkinci Dünya Savaşı’na bile girmedik. Bizi o büyük yangından da korudu…

İsmet Paşa’nın sözlerini hatırlatarak cevap verelim: Lozan’da her şeyimizi halletmiştik! Bu savaş bizim değildi.

Mehmet Akif’in sözlerini anmadan da edemeyiz: “Allah bir daha bu millete istiklal marşı yazdırmasın!”

Son Dakika Haberleri