Yıldırım Koç’un Sovyet karşıtlığı-2: Şefik Hüsnü spekülasyonu
Koç’a göre Sovyetler Birliği, Şefik Hüsnü’ye İstanbul’da kal demiştir. Rusya topraklarında iç savaşın sürdüğü, Komintern’in yeni yeni şekillendiği koşullarda Şefik Hüsnü’yü Sovyetlerin Boğazlar Komiseri yapmak, ‘atamak’, ancak Yıldırım Koçların hayalinde yaratabileceği bir senaryodur
Yıldırım Koç hızını almamış olacak ki, yeni iddialarla ortaya çıkıyor. Aydınlık gazetesinin ve Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin kurucusu Dr. Şefik Hüsnü ile ilgili son yazısı(1) ise komploculuğun doruğudur.
Bilindiği gibi Şefik Hüsnü’nün İstanbul’da kalarak Anadolu’ya geçmemiş oluşu, sol çevrelerde çok tartışılmıştı. Koç’un yeni iddiasına göre Şefik Hüsnü’nün İstanbul’da kalarak Kurtuluş Savaşı’na katılmamasının nedeni, “Sovyetler Birliği (SB)’nin Boğazlar konusundaki hassasiyetidir.” (Yani SB Şefik Hüsnü’ye İstanbul’da kal talimatı vermiş!)
Koç o sıralarda Sovyetlerde olup bitenden de habersiz görünüyor. Rusya topraklarında iç savaşın sürdüğü, Komintern’in (III. Enternasyonal) yeni yeni şekillendiği koşullarda Şefik Hüsnü’yü Sovyetlerin Boğazlar Komiseri yapmak, “atamak”, ancak Yıldırım Koçların hayalinde yaratabileceği bir senaryodur.
Siyasi faaliyetleri bir yana, TKP lideri Şefik Hüsnü’nün, Komintern genel sekreter yardımcısı iken II. Dünya Savaşı patlak verdiğinde makamını terk ederek Türkiye’ye döndüğünü, savaş yıllarında askeri doktor olarak görev yaptığını, Manisa’da sürgünde öldüğünü hatırlatalım.
Dahası, şu ya da bu hatalarına rağmen TKP’nin Cumhuriyet devrimini dış güçlere ve iç gericiliğe karşı sonuna kadar desteklediğini de belirtelim.
1920 YILI: ANKARA-SB İLİŞKİLERİ
Koç belirsizliklerden yararlanarak 1920 yılında yoğunlaştığına göre, biz de öyle yapacağız.
Ankara hükümeti ile SB ilişkilerinin 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Anlaşması’na kadar zaman zaman sıkıntılar yaşadığı (özellikle dışişleri komiseri Çiçerin’in etkisi ile) doğrudur. Ancak durumun Koç’un iddiasından çok farklı olduğunu anlamak için, M. Perinçek’in Sovyet kaynaklarına dayanarak hazırladığı Türk-Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar kitabına bir göz atmak yeterlidir.
Perinçek’e göre Türk-Sovyet ilişkileri 1920 yılında adım adım gelişmiştir.
İlk hamle M. Kemal Paşa’dan gelir. Ankara hükümetinin ilk diplomatik girişimi sayılan 26 Nisan 1920 tarihli mektubunda Lenin’den destek ister.(2)
1920 yılında iki taraf arasındaki esas konu Kafkas Seddi’dir. İtilaf devletleri Bakü petrollerini elde tutmak, İran yolunu kapatmak ve Ankara’nın SB ile birleşmesini önlemek için Taşnak, Menşevik ve Müsavatılara dayanan bir set kurarlar. M. Kemal Paşa 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgrafta “memleketin geleceğinin doğu sınırlarımızın Ruslara ve İslam âlemine komşu olmasına bağlı olduğuna” dikkat çeker.(3) Perinçek’e göre “iki ülkenin dostluk ilişkisinin ötesinde, silah arkadaşlığına ihtiyacı vardır.”(4)
15. Kolordu Komutanı K. Karabekir Paşa’nın yanıtı da aynı doğrultudadır. 23 Nisan 1920 de bu durumu şöyle açıklar: “Bugün Anadolu’nun kurtuluşu için Bolşevik ordularıyla ele ele vererek hareketten başka bir çaremiz kalmamıştır.”(5)
İngilizlerin denetimindeki Kafkas Seddi’nin yıkılması için düşünülen çarelerden biri de Azerbaycan’daki sosyalist ümmetçiler vasıtası ile Bakü’deki Bolşeviklerle ve onların yeraltı faaliyetleri ile kurulan temaslardır. Azerbaycan’daki Türk milliyetçileri ve subayları özellikle Halil Paşa, Mustafa Kemal’in talimatları üzerine Bakü’deki Komünist Parti ile ilişkiye geçer ve Azerbaycan’da Bolşevik yönetiminin kurulmasında önemli rol oynarlar.(6)
Aynı durum Sovyet tarafı için de geçerlidir. Türklerle askeri işbirliği isteği Doğu Halkları Harekât Konseyi’nin 17 Eylül 1920’de Bakü’de gerçekleşen toplantısında karara bağlanır.(7)
Lafı uzatmaya gerek yok. İngilizlerin kurduğu “Kafkas Seddi’nin Türklerin Sovyet Kızıl Ordusu ile birlikte yaktığını günümüzde kimse tartışma konusu bile yapmıyor. Dolayısı ile SB’nin 1920’de Ankara hükümetine destek konusunda tereddütlü olduğu görüşü, içi boş bir iddiadır.
KOMİNTERN VE SEKSİYONLAR
Sosyalizm yeni bir ideolojik unsuru uluslararası topluma armağan etti. Bu, enternasyonalizmdir. Yani kısaca, milletlerin eşitliği ve kardeşliği. Yıllar önce büyük şairimiz Tevfik Fikret “vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer” derken ifade ettiği anlayıştı bu.
Enternasyonalizm iddiasıyla iktidara gelen Sovyet Yönetimi, bu anlayışı hayata geçirirken, evet, hatalar yaptı. Sovyetler Birliği sosyalizmin anayurdu idi. Dünyadaki bütün komünistler anayurda bağlılık duyguları taşıyorlardı. Ancak enternasyonalizmin hayata geçirilmesi kolay olmadı, sıkıntılar yaşandı. Komünist Partileri bir araya getiren III. Enternasyonal kendini dünya sosyalizminin merkezi, tekil ulusal örgütlenmeleri ise merkezin seksiyonları (yani alt örgütleri) olarak gördü.
Bu anlayış, SBKP’nin anlayışı, bakış açısı, niyet ne olursa olsun, sıkıntılar yarattı, ast-üst ilişkisini doğurdu. Moskova’nın dayatmasını beraberinde getirdi. Ancak şu nokta önemli:
Sorun sadece TKP’yi değil, bütün KP’leri ilzam ediyordu.
Yıldırım Koç’un bu yöndeki eleştirileri özünde haklıdır ancak çokça tartışılmış, üzerinde netleşme sağlanmış konuları Y. Koç’un neden gündeme getirdiğini anlamak güçtür.
Sonuç: Yukarda belirtildi, bu yazı Yıldırım Koç’un çok-yönlü iddialarına ayrıntılı tarihsel kanıtlar vermek yerine bakış açısını eleştirmeyi esas alıyor.
Y. Koç’un yazdıklarından çıkan, solun başarısızlığının, büyüyememesinin, halka açılamamasının nedeni, solun milli olmamasıdır. Gerçek bu mudur?
Sol içinde yürütülen tartışmaların ardından gelinen noktada Enternasyonal’i bir dünya partisi, bu örgüte bağlı alt-kesimler (seksiyonlar) olarak gören anlayışın yanlılığını hemen herkes kabul ediyor. Komünist partisi o ülkenin işçilerini, emekçilerini örgütlemekle yükümlüdür. Enternasyonal dayanışma budur, Moskova’dan emir almak değil. Bu husus çok net. Dolayısıyla Koç’un çoktan çözümlenmiş bir olayı temcit pilavı gibi önümüze sürmesinin bir getirisi yoktur.
Şunu da hatırlatalım: Komintern’in önerdiği ve Çin’de büyük kayıplara yol açan o politikalara rağmen, kendi aklını kullanan Çin Komünist Partisi, Moskova’nın bütün hatalarına rağmen kendi yolunda yürümeyi bildi ama SB ile dostluk politikasından vazgeçmedi. Mao ÇHC’nin ilanından birkaç ay sonra Moskova’ya giderek SB ile dostluk ve yardımlaşma anlaşmasını imzalar.
Yıldırım Koç ulus devlet çağının temel dış politika ilkesini (ulusların ebedi dostları yoktur, ebedi çıkarları vardır) kılıç gibi sallayarak kendini haklı göstermeye çalışıyor. Ulusların çıkarları belli tarihsel koşullarda çakışamaz mı? Farklı uluslar, belli tarihsel koşullarda, kendi çıkarlarına sonuna kadar sahip çıkarken içten dostluk ilişkileri içinde olamaz mı?
Y. Koç ne Atatürk’ün SB politikasını anlamış ne Balkan Paktını ne Sadabad Paktı’nı.
Milletler de bireyler de dostluklara ihtiyaç duyarlar. Genel strateji ilkesi düşmanı azaltmak, dost safları mümkün olduğunca pekiştirmek ve en geniş kitleyi tarafsızlaştırmaktır.
Koç’un marifetleri bilgi eksikliği ile kimi hatalarla açıklanamaz. Milli Mücadeleye, solun tarihine yeni bir bakış olarak da açıklanamaz. Yıldırım Koç SB’ne ve TKP’ye neden bu kadar karşı? Neden bu savları bugünlerde piyasaya sürüp duruyor?
Şunun altını çizeyim; Bütün baskılara rağmen Cumhuriyet’i dış güçlere ve iç gericiliğe karşı kararlılıkla savunan, yetiştirdikleri anıtsal yapılar bırakan (Nâzım Hikmet, M. Ali Aybar iki küçük örnek) TKP’ye, TC’nin olmasa bile vatanseverlerin bir gönül borcu olmalı.
Soğuk Savaş yıllarında solcuların kulakları “Komünistler Moskova’ya” sloganı ile çınlatıldı.
Sonra, SB yıkılınca, önce liberaller koştu Moskova’ya… Moskova giderek öcü olmaktan çıktı.
Gel zaman git zaman, Türkiye Cumhuriyeti, üstelik sağcı iktidarlar altında, ABD saldırganlığını bir ölçüde dengelemek için komşusu Moskova ile ilişkilerini geliştirmeye yöneldi.
Yıldırım Koç, “domuzlu-postlu” örneklerle bu ilişkiyi mi tersine çevirmeye çalışıyor?
“Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” önermesine mi sarılıyor?
Yoksa onunki, Soğuk Savaş yıllarında yayılan Sovyet karşıtlığının günümüzdeki tezahürü mü?
DİPNOTLAR:
(1) Y. Koç, Şefik Hüsnü Kurtuluş Savaşı’na Neden Katılmadı, Veryansın, 17 Temmuz 2024)
(2) ATABE, c.8., s.114
(3) ATABE, c.8., s.271
(4) M. Perinçek, Türk-Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar, s. 52
(5) K. Karabekir, İstiklal Harbiniz, c.1., Emre yayınları, s.665
(6) M. Perinçek, age., s. 53
(7) M. Perinçek, age., s.55