Yolumuz Mehmet Çavuş’a düştü
Biga’da dinlendiğimiz ve söyleştiğimiz dondurmacıya Bahçeli Köyü’ne nasıl gideceğimizi sorduk. Zaten bulunduğumuz cadde üzerinden gidecekmişiz oraya. Yol tarifini, Necdet Bey’e de sorduk, o da telefonda anlattı. Bursa yoluna çıktık. Çok geçmeden yolun sağında Bahçeli’nin tabelasını gördük ve köy yoluna saptık.
Köye varınca yavaşladık. Kahvenin önünde oturanlara selam verip selam aldık. Mezarlığın yolunu daha önce öğrenmiştik. Olsun, yine de kahvede oturanlara soralım, dedik. Köylerinin onur duyacağı bir kahraman için buralara geldiğimizi bilsinler istedim.
Mezarlığa vardık. Bir kahramanın karşısındayız. Heyecanımız doruk noktasında. Çevreyi incelemeye başladık. Kapının sol yanında Mehmet Çavuş’u tanıtan bir kitabe var. Özgeçmişi anlatılmakta. İçeri girdiğinizde sağ yanda başka bir kitabe. Mehmet Çavuş’un türbesi bakımlı ve düzenli… Türbeyi, Biga Kaymakamlığı yapmış. Necdet Özer ve arkadaşlarının çalışmaları amaca varmış ve bazı devlet kurumları, büyük bir kahramanın tanıtımı için kolları sıvamışlar. Kahramanlarımıza sahip çıkılması bize umut vermekte… Onları, gelecek kuşaklara tanıtmak gerek. Kahramanlarını bilmeyen, tanımayan toplumlar geleceklerini sağlam temeller üzerine oturtamazlar. Bu nedenle elimizden ne geliyorsa yapmamız gerek. Küçük damlaları birleştirip sele dönüştürmeliyiz.
KAHRAMANCA SAVAŞTI
Mehmet Tabak, 1878’de Bulgaristan’ın Filibe kentinde doğdu. 93 Harbi’nden (1977-78 Osmanlı-Rus Savaşı) sonra ailesi, Anadolu’ya göç ederek Biga’nın Bahçeli Köyü’ne yerleşti. Mehmetçik, bu köyde büyüdü. Balkan Savaşı çıkınca gönüllü gitti…
Balkan savaşları bitip I. Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde görev aldı topçu olarak. İngilizlerin karaya ilk asker çıkarması sırasında mangasıyla ölümüne, insanüstü bir direniş gösterdi. Tüfeği tutukluk yapınca kürekle karşı koydu düşmana. Kürek kırılınca kayaları, taşları söküp saldırdı İngilizlere. Elleri param parça, kan içinde. Bu sırada göğsünden ve başından da yaralandı. İlk müdahaleler yapıldıktan sonra hastaneye kaldırılır... Hastanede yatacak adam mı Mehmetçik? Bir an önce siperlere koşmak istiyor.
Tedavisi tamamlanmadan yine arkadaşlarının yanına, cepheye gitti. Siperden sipere koştu. Savaştı, düşmanla boğuştu. Kutsal bildiği toprağına düşmanın ayak basmasına gönlü razı olmadı.
Atatürk, bu kahramanı övdü, ödül alması için öneride bulundu üst makamlara. Osmanlı Devleti Başkomutan Vekili Enver Paşa, Mehmet Çavuş’a Çanakkale Askeri Hastanesi’nde “Harp Madalyası”nı bizzat taktı.
Mehmet Çavuş’un kahramanlığı, siperden sipere yayıldı. Kahramanlığıyla cephedeki tüm askerlerin sevgisini, saygısını kazandı. Mehmet olan adı, birden “Mehmetçik”e dönüştü. Türkçede “-cik” eki, eklendiği ada “küçültme, acıma, şefkat, azımsama” anlamları kattığı gibi “sevgi” anlamı da kazandırır. Herkesin ona “Mehmetçik” demesi, Mehmet Çavuş’a karşı duyulan sevginin bir belirtisi. O günden sonra erden mareşale dek askerlerimize Mehmetçik dendi.
MAAŞ ALMADI
On altı yıl askerlik yaptı. Vatan hizmeti, ardı arkası kesilmeyen savaşlar bitince köyüne döndü. Maddi ödülleri, aylığı reddetti. Çünkü ona göre vatan hizmetinin parasal bir karşılığı olamazdı. Sıradan bir yaşam sürdü. Tarlasında, bahçesinde çalıştı. Yurttaşlarımızın çoğu gibi emeğiyle geçindi, çoğu zaman da geçim güçlüğü çekti. El avuç açmadı kimseye, azla yetinmeyi bildi. İç huzuru yerindeydi. Hasta olan eşine baktı uzun yıllar. 3 Şubat 1964’te bu dünyadan göçtü. Hasta olan eşinin bakımı yapılamadı. Birbirini çok seven eşler kısa aralıklarla ölür, derler. Öyle de oldu. Fatma Nine, eşinin yokluğuna dayanamadı ve on dört gün sonra o da Mehmetçik’ine kavuştu. On altı yıl asker yolu gözleyen bir kadın düşünün. Asıl savaşı veren asker yolu gözleyen anneler, eşler, kız kardeşler, yavuklular değil mi?
Tam mezarlığı fotoğraflayacağız eşimin telefonunun şarjı bitti. Çaresizliğimiz dorukta. İşte, fotoğraf çekmek için çözüm ararken Necdet Özer yetişti. Birkaç fotoğraf ancak çekebildi o da. Onun da telefonunun şarjı tükendi kısa sürede. Bu demektir ki fotoğraf çekmek için olsa dahi Bahçeli Köyü’ne bir daha gitmemiz zorunluluk.
Necdet’le kırk yıllık dost gibi kucaklaştık. Yaklaşık beş aydır kimsenin elini sıkmamıştım Korona salgını nedeniyle. Bu yasağı bir anda yok ettik Mehmetçiğin huzurunda. Mehmet Çavuş, sanki yattığı yerden bize “Sarılıp kucaklaşın!” dedi, biz de sarılıp kucaklaştık. Burada biraz söyleştik. Hava kararmak üzereydi. Necdet Özer’in köydeki kahvesine gidip oturduk. Çay içtik. Ardından “Bigalı Mehmet Çavuş Sanat Galerisi” adlı müzeye gittik. Olağanüstü bir emekle hazırlanmış. Olanaksızlıklar içinde yaratılan bir müzenin tanığı olduk. Bilgilendik. Çok şey öğrendik. Necdet Bey bıkmadan usanmadan her şeyi, en küçük ayrıntısına dek anlatmakta... Akşama dek ekmek parası için çalışıp yorulan adam, Mehmet Çavuş söz konusu olunca yorgunluğu unuttu bir anda. Bu arada büyük bir incelikle bana verdiği plaket karşısında ne yapacağımı şaşırdım. Onur duydum. Müze gezimiz ve bilgilendirilmemiz bitince vedalaşıp ayrıldık. Yüreğimin bir bölümünü Bahçeli’de bıraktım.
GELECEK NESİLLER BİLSİN
Aslında Mehmet Çavuşlar bugün de var. Yurdumuzun birçok yerinde Necdetleri görünce “İşte, kahramanlarımız hâlâ yaşıyor” diyorum. Bu da geleceğe olan umudumu çoğaltmakta, halkıma olan güvenimi artırmakta…
Bandırma’ya doğru yol alırken kafam Bahçeli’de, Mehmet Çavuş’ta, Necdet’te. Kaç gündür geziyoruz yurdumuzun bir köşesinde ve nice kahramanlar görüp tanıdık. Bu kahramanlar bir batı ülkesinde olsa her birine onlarca film çekilir. Bu kahramanların bulunduğu yerler insan akınına uğrar. Uyduruk öyküler yerine, gerçek kahramanların yaşam öyküleri ders kitaplarının başköşelerinde olur. Bunları düşünerek Bandırma’ya vardık. Gezimiz sürecek biraz daha. Ülkemin tarihini, doğası daha iyi tanımak, temiz havasını solumak için.