‘Yüce Kralım, size Mısır Kraliçesi’nden bir mektup var’
Mısır’dan bir elçi gelir. Elinde Mısır Kraliçesi Ankesenamon’dan bir mektup vardır. Mektup Hitit Kralı Şuppiluliuma’ya yazılmıştır. Şöyle der mektupta Kraliçe: ‘Ver bana oğullarından birini; benim kocam olsun, hem de Mısır’da kral olsun.’
Antik Çağ, mitler ve efsanelerle iç içe geçen, filmlere konu olabilecek kadar ilginç ve heyecan verici olayların yaşandığı fantastik bir dönem. Kentlerin mimarisi, halkın yaşamı; filozoflar, krallar, imparatorlar ve firavunlar, fantastik kahramanlar Antik Çağ’a ayrı bir gizem katar. Eğer tarihi seven bir kişi iseniz, mitler ve efsaneler ilginizi çekiyorsa, heyecan ve macera dolu hikâyelerden hoşlanıyorsanız bu çağ adeta sizler için yaratılmış.
Belki de bu konunun en keyif verici tarafı, Antik Çağ Tarihi’nin önemli bir kısmının üzerinde yaşadığımız bu topraklarda, Eski Anadolu ve yakın-uzak çevresinde yaşanmış olmasıdır. Anadolu, her zaman coğrafi konumu nedeniyle kültürler arası geçiş rotası üzerinde yer alan, insan toplulukların gelip yerleştiği, uygarlıklar yaratıp geliştirdiği, verimli topraklardan biri olmuştur. Gelin şimdi Hititler ile Mısırlılar arasında geçen ilginç bir hikâyeden Antik Çağ’a bir giriş yapalım ve okurken olan biteni biraz da olsa gözümüzde canlandırmaya çalışalım.
DUL KRALİÇE’DEN KRAL’A MEKTUP
Mısır Uygarlığı hakkında herkes az çok bir şeyler bilir. Hititler de artık çoğumuzun bildiği bir uygarlık. Ne de olsa Anadolu’nun bağrında büyüyüp gelişmişler. Yine de kısaca Hititlerden bahsedelim. Hititlerin, bazı araştırmacılar tarafından Balkanlar bazıları tarafından ise Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya geldikleri ileri sürülür. O zamanki adı Maraşantiya olan Kızılırmak nehri, Sivas yakınlarında doğduktan sonra önce güneybatıya, sonra adeta bir (U) dönüşü yaparak kuzey batıya yönelerek Karadeniz’e dökülür.
İşte Hititler, Kızılırmak nehrinin oluşturduğu bu kıvrımın iç kısmına gelip yerleşmişler. Daha sonra Hattuşa’yı (bugünkü Boğazköy/Çorum yakınları) başkent yaparak MÖ 1650-1200 yılları arasında Anadolu’da, ağırlıklı olarak Orta ve Güneydoğu Anadolu’da hüküm sürmüşler. Mısır, Asur ve Babil ile çağdaş bir imparatorluk kuran Hititler, MÖ 1200’lü yıllarda deniz kavimlerinin istilaları sonucu yıkıldıktan sonra MÖ 700’lü yıllara kadar Güneydoğu’da kent krallıkları halinde varlıklarını bir süre daha sürdürmüşler.
Şimdi sıra geldi Antik Çağ Tarihi’nin, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi ilginç ve filmlere konu olabilecek olaylardan birini aktarmaya. Hikâyemizin kahramanlarından biri I. Şuppiluliuma (MÖ.1344-1322). Hitit ulusunu imparatorluğa taşıyan büyük bir kral. Diğeri ise Ankesenamon, Mısır Firavunu Tutankamon’un eşi. Firavun ölmüş Mısır Kraliçesi dul kalmıştır.
Şuppiluliuma, Karkamış Krallığı üzerine bir sefere çıkmış ve kenti istila etmiştir (Gaziantep yakınlarında, Anadolu-Suriye-Mısır geçiş yolları üzerinde bir kent). Tam bu sırada Mısır’dan bir elçi gelir. Elinde Mısır Kraliçesi Ankesenamon’dan bir mektup vardır. Mektup Hitit Kralı Şuppiluliuma’ya yazılmıştır. Şöyle der mektupta Kraliçe:
“Kocam öldü. Ancak ben bir oğula sahip değilim. Senin ise birçok oğlun olduğu söyleniyor. Eğer bana oğullarından birini verirsen, benim kocam olacaktır. Yoksa kölelerimden birini alıp kendime koca mı yapayım. Ona koca diye saygı mı göstereyim?” (1)
MISIR’A KRAL OLACAKTI
Kraliyet geleneklerine ters düşen böyle bir teklife tabii ki Şuppiluliuma balıklama atlamaz. Çünkü O, akıllı bir kral ve aynı zamanda bir “baba”. Önce oğullarını düşünüyor tabii, her baba gibi. Oğullarından birini göz göre göre bir tuzağa, belki de ölüme gönderecek değil ya. Kral işin aslını öğrenmek için Mısır’a bir elçi gönderiyor. Ardından Karkamış’ı ele geçirip Hattuşa’ya, yani Anadolu’nun bağrına geri dönüyor. Gönderdiği elçi, bir süre sonra Mısır elçisiyle birlikte geri geliyor. linde kraliçenin gönderdiği ikinci bir mektup vardır. Şuppiluliuma mektubu görünce şaşırıyor tabiî. Kraliçe ısrarlı, biraz da kırılmış gibi, mektubunda şöyle diyor:
“Niçin böyle konuştun? Niçin benimle alay etmek istiyorlar dedin? (...) Ben başka bir ülkeye yazmadım. Yalnızca sana yazdım. Birçok oğlun olduğu söyleniyor. Ver bana oğullarından birini; benim kocam olsun, hem de Mısır’da kral olsun.” (2)
Kısaca, Mısır Kraliçesi teklifinde ısrar ediyor ve “Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle oğlunu kendime istiyorum” diyor adeta. Ne yapsın Şuppiluliuma, artık bu ısrara dayanamıyor ve oğullarından birini damat adayı olarak Mısır’a gönderiyor. Burada şöyle bir durup gözümüzde “damat alayını” canlandıralım:
Hitit prensi tören giysilerini giymiş, atının üzerinde ya da atların çektiği iki tekerlekli bir arabada, etrafına mağrur bakışlar atarak ağır ağır ilerliyor. Herhangi bir tehlike halinde Prenslerini korumak için yüzden fazla Hitit süvarisi, Prensin sağında ve solunda birer sıra halinde kendisine eşlik ediyor. Zırhları ve silahları Güneşin altında pırıl pırıl parlıyor. Başlarında Prensin en güvendiği komutanlarından biri var. En az Prensi kadar havalı ve mağrur. Zaman zaman atını hızla konvoyun başına ve sonuna doğru sürüyor, sağa sola komutlar vererek bozulan düzeni sağlamaya çalışıyor. Önde rahipler, ellerinde asaları ilahiler söyleyerek yürüyor. Çeşitli uluslardan genç kız ve erkek sanatçılar müzik ve dans gösterileri yapıyor, konvoy ilerlerken çevresinde halay çeker gibi turlar atıyor.
En güzel giysilerini giymiş, kıymetli madenlerden yapılmış takılarını takmış Hitit kızları çeyiz sandıklarını taşıyan katırların çektiği arabayı takip ediyor, ayak bileklerindeki halhalları şıngırdatarak şarkılar söyleyip oynuyor. Geceleri meşaleler yakılıp çadırlar kuruluyor, bir taraftan ziyafet sofraları kurulurken diğer taraftan davul, tef, flüt sesleri ortalığı inletiyor, dansçı kızlar ve erkekler egzotik danslar yaparken, akrobatlar çeşitli gösteriler sergiliyor.
KONVOYA TUZAK
Belki bundan daha mütevazı, belki de daha görkemli bir tören alayı Mısır’a doğru ilerliyor işte, gerisi sizin hayal gücünüze kalıyor. Anadolu kültürünün Hitit kültürü ile benzerlikler taşıdığı bilinen bir gerçek. Günümüzde bir köyden diğer köye gelin gitse, askerlerin konvoya eşlik etmesi dışında herhalde üç aşağı beş yukarı benzer görüntüler yaşanırdı.
Hikâyenin sonuna gelince, Hitit konvoyu büyük ihtimalle Çorum’dan Kayseri’ye, oradan Halep’e, sonra da kuzey Suriye’ye ve Doğu Akdeniz kıyı şeridine paralel bir rota izleyerek Mısır’a ulaşacaktı. Ancak ne yazık ki böyle olmadı. Tarihte de her hikâyenin sonu maalesef mutlu bitmiyor. Hiç kimse, ülkesinin başında yabancı bir ülkeden, üstelik ezeli rakip, kimi zaman çetin bir düşman ülkeden bir kraliyet üyesi görmek istemez. Büyük ihtimalle Kraliçe dışındaki saray erkânı da böyle düşünmüş olacak ki Mısırlılar konvoya tuzak kuruyor ve konvoy Mısır’a ulaşamadan Hitit Prensi ve beraberindekiler yolda öldürülüyor. Her ne kadar Kraliçe’nin bu işte bir payı, bir art niyeti olmasa da, ne yazık ki Şuppiluliuma kaygılarında haklı çıkıyor.
(1), (2) Kaynak: Tanrıların Vatanı Anadolu - C.W. CERAM - Remzi Kitabevi 1999