Yücel Paşmakçı anlatıyor-4: 'Çay Elinden Öteye'
'Üsküdar’da bir berber dükkanına gittim. Erkek berberi. Ben yaşta biri vardı, emlakçılık yapıyor, Dursun Tanyaş. Çok meraklı, bağlama da çalıyor... Aldı sazı eline, “Bizim orada böyle bir şey söylerler” dedi. Başladı söylemeye...'
Bu hafta Karadeniz’in yeşilini, coşkulu türkülerini konuştuk Yücel Paşmakçı hocamızla. Dillere pelesenk olmuş 'Çay Elinden Öteye' türkümüzün nasıl derlediğini anlattı Paşmakçı. Türkünün hikayesi hakkında bir tarama yaptık. Kayda değer bir şey bulamadık. Yücel Paşmakçı, türküyü derleme sürecini anlattı.
- Geçen hafta sizi Ankara’da bırakmıştık. Sonra İstanbul’a nasıl döndünüz?
Baktım Ankara’da kalırsak yandık! Ailecek oradayız. Dilekçe yazdım Genel Müdürlüğe. Bir aksilik çıkarılmadı ama benim dilekçemin altına Genel Müdür, “Orada dikkatli çalıştırılmak suretiyle“ diye not düşmüş. Ankara’da derlenen on bin ezgi, iki defa benim elimden geçti.
İbrahin Can: Bunun da bir yöntemi vardır. Daha evveliyatı biliyorum ama çoğu şeyi de bilmiyorum, şimdi öğreniyorum. Kütüphanecilik kültürü hem hocamın geçmişinde var hem de Muzaffer Sarısözen’de var. Çünkü kütüphanecilik demek bu konuda disiplin demek. Ben çoğu hocalarımı bilirim. Ama Yücel Hocam o konuda bizim kuşağın zirvesidir, büyüğüdür. Titiz çalışma, gerçeğe sadık olma kütüphanecilik kültürüdür.
- Muzaffer Sarısözen ile ilk nasıl tanıştınız?
Yedek subaylıkta sınavlara giriyoruz, bizi sınıflandırıyorlar. Levazım okulu da İstanbul tepesinde. Muzaffer Bey’in vardır tanıdığı dedim ve Ankara’ya gittim. Zaten sınavlara da sokuyorlardı bizi. Yurttan Sesler vardı, sazlar vardı. Muzaffer Bey de masada oturuyordu. Ben de misafir olarak onun yanında oturuyordum. Fırsat bulup hocam bir tanıdık varsa falan diye lafa gireceğim. Sonra birden canlı yayın anonsu yapıldı. Anonsu yapan Muzaffer Bey. Üsküdarlı olduğumu da biliyor. “Şimdi, üç ses, üç saz dinleyeceksiniz. Çalanlar Ahmet Gazi Ayhan, Nida Tüfekçi İstanbul Radyosundan Yücel Paşmakçı.” Askeriye için geldim, kendimi canlı yayında buldum…Türkü de 'Üsküdar’a Giderken Aldı da Bir Yağmur'.
- Disiplin konusunda…
Disiplin deyince aklıma şu geldi. Radyodaki Muzaffer Sarısözen Bey bize “Ağustos ayı bile olsa ceketsiz ve kravatsız gidemezsiniz” disiplinini aşıladı. Kendi de öyle gelirdi çünkü. Çalarken ayak ayak üstüne atmak katiyen olmazdı. Mum gibi oturulurdu.
İbrahin Can: Bizde bile devam etti Hocam. Kravatsız, takım elbisesiz gitmezdik.
'DAVRANIŞLARIYLA ÖĞRETİRDİ'
Çalışma ya da yayın bittiğinde gelir stüdyonun kapısında durur, önce yirmi dört, yirmi beş yaşındaki kızları çıkartırdı. Kimseye bir şey söylemezdi. En son kendisi çıkardı. Hiçbir şey konuşmadan bunları bize davranışlarıyla öğretirdi. Ankara’da saf Recep varmış. Kendisinden yaşlı. Hanımları çıkartır, sonra Recep’i çıkartır ondan sonra da kendi çıkarmış. Bu bir disiplindi. Sanıyorum şimdi o da yok. Altmış iki yaşında, çok genç kaybettik Sarısözen’i. Nida Beyi de altmış iki yaşında kaybettik. O benden yedi yaş büyüktü.
İbrahin Can: Hocam Muzaffer Sarısözen sadece bir şef gibi değil bir baba gibiydi değil mi?
Tabi. Hiçbir şey söylemeden kendini saydırmak bir meseledir. Zaten öğretmenlik de yapmış. Dediğiniz gibi genç vefat etti. Bir on sene daha yaşasaydı... İstanbul’dayken bir mektup yazmıştım, “Hocam İstanbul’da biraz canım sıkıldı. Ahmet Yamacı hafif besteler falan söyletmeye başladı...” Sıkılmıştım. Gençtim de o zaman. Ankara’yı da çok seviyordum. Hocam beni Ankara Radyosu’na alın, dedim. Bana “Sen oraya lazımsın” diye mektup yazdı. Ondan sonra İstanbul’da Ahmet Yamacı ile ölene kadar birlikte devam ettik. 1975 yılında konservatuvar kuruldu ve uzman olarak benim kadrom hazırdı. Ankara’dan bantları istedim. Oturdum, beğendiklerimin notasını yazdım.
- Radyo sınavına en fazla başvurunun yapıldığı yıl 1966 olduğu söyleniyor. O sınavı siz mi yapmıştınız?
Evet. Sınavlar 1966’da, Mayıs ayı boyunca devam etti. İki bin civarında müracaat oldu. Kazananlar radyoda stajyer sanatçı olarak alındılar. Rahmetli Halil Bedii Yönetken, Neriman Tüfekçi, Ahmet Yamacı, ben ve Adnan Ataman vardı sınav kurulunda.
HEYECANDAN KOPMAMAK…
İbrahin Can: 1980 sınavında biz o zaman radyoda çalanları ezbere biliyoruz. Milli takım kadrosu gibi. Trabzon’da sınava girdiğimde Yücel Hocam karşımdaydı. Yanında Ömer Akpınar. Hocam bana sorular sordu. Sonra ritim kulağa geçtik. Karadeniz’in yedi sekizliği meşhur. Kalemle masaya vurarak ritmi vermeye başladı. Daha bitirmeden ben başladım. “Ne yapıyorsun? Beni bekle” dedi. Ben de “Hocam nasıl bekleyeyim? Biz Karadenizliyiz” dedim... Sonra biz İstanbul’a geldik. Hocamızın en büyük özelliği çok ayrıntılı nota yazardı. O da bir yöntem bulmuştu kendisine. Muhakkak iki üç adet yeni türkü getirirdi. Onu disiplin içinde okuturdu. Yayında biz o türküleri okurduk.
Bu heyecandan kopmamak lazım.
- 'Çay Elinden Öteye'nin derleme hikayesi?
Üsküdar’da bir berber dükkanına gittim. Erkek berberi. Ben yaşta biri vardı, emlakçılık yapıyor, Dursun Tanyaş. Çok meraklı, bağlama da çalıyor. Grupları falan da var. Ama çok da sevişiyoruz böyle. Bir gün yine bir şeyler söylüyoruz. Aldı sazı eline, “Bizim orada böyle bir şey söylerler” dedi. Başladı söylemeye: 'Çay elinden öteye...' Ben de cebimden kağıt kalem çıkardım. Notaya çektim. Ertesi gün dört ses, dört saz diye bir programımız vardı. Oraya götürdüm. Türküyü hemen icra ettik. Millet türküyü çok sevdi.
Yücel Paşmakçı meşhur etti
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Çayeli'nden öteye
Gidelum yali yali
Arkandaki sepetun
Ben olayım hamali
Sepetumun ipleri
Keseyi omuzimi
Aç beyaz peştamali
Bi göreyim yüzuni
Karlı dereden beri
Yeşil çay bahçeleri
Çay filizi toplayi
Peştamalli kızları
Yali yali: Kıyı boyunca.
Yöresi: Rize, Çayeli
Kaynak Kişi: Dursun Tanyaş
Derleyen ve Notaya Alan: Yücel Paşmakçı
Makamsal Dizi: Hicaz
Konusu: Aşk, sevda
TÜRKÜNÜN ANISI
'Çayeli’nden öteye' Trabzon yöresi türküsü, Menşure dediklerinin çeşitlemesidir. Çok yakın coğrafyada ezgi geçişleri paylaşımları kolaydır.
Fatih’in İstanbul’u almasından sonra, deniz yolu ulaşımı ve Trabzon-İstanbul ilişkisi dolayısıyla İstanbul’a, özellikle kuzeyden boğaz havzasına yoğun bir Karadenizli akını olmuştur. Balık avcılığı, takibi, deniz kültürü de bunda etkendir.
Sıla, gurbet türküleri yoğunlaşmış, baharın gelmesiyle, çayını fındığını, denizini, yaylasını özleyenler türkü yakmış, oradaki yaşamı tasvir etmiştir.
Dursun Tanyaş da bu özlemini saza söze vurmuş, gönlünden geçenleri betimlemiştir:
Çayeli yalısında gezerken oradan geçen bir kızı görür, kızın sırtında sepeti, yüzünde beyaz peştamal vardır. Kıza atma türkü* ile seslenir.
"Çayelinden öteye gidelum yali yali
"Sırtındaki sepetun ben olayum hamali."
Kızdan ses gelmez, yüzü peştamalla kapalı olduğundan görünmez, ardından devamını söyler:
"Sepetumun ipleri keseyi omuzumi
"Aç Beyaz peştamali bir göreyim yüzuni."
Anlık yaşanan bu olayı kağıda döker ve besteler...
(*) Atma türkü: Doğu Karadeniz Bölgesinde iki veya daha çok kişi arasında, düğün veya yayla şenliklerinde, yedili hece ölçüsüne göre irticalen söylenen halk şiiri tarzının adıdır. Rize bölgesinde kesme türkü adıyla bilinmektedir.
ASKERE HİÇ AYRILMADIĞI SAZIYLA GİTTİ
Dursun Tanyaş, çok sayıda Karadeniz türküsünü gün yüzüne çıkartan ve kaynak kişisi olan değerli mahalli sanatçımız.
1932 yılında Rize Çayeli Kesmetaş, Mamul'da doğdu. İlkokulu Çayeli’nde okudu. 13 yaşında İstanbul'a geldi. Küçük yaşta Halk Müziğine ve özellikle saz çalmaya merak saldı.
1952 yılında askere, hiç ayrılmadığı sazıyla gitti.
1964 senesinde sahne hayatına atıldı. 'Menekşeler' grubuyla birçok sahnede konser verdiler. 1967 yılında 'Çayeli’nden Öteye' türküsünü TRT Radyosuna verdi. 'Çayeli’nden Öteye' ve 'Asker Ettiler Beni de' türküleri TRT'de denetimden geçti.
2009 yılında hayata veda etti.
'Dursun Tanyaş'ın hayat hikayesini, güvenilir müzik sitesi REPETÜKÜL’den aldık.'