Yücel Paşmakçı: 'Yanan sobayı söktüler yerinde hora teptiler'
Bir köye gittik... Rahmetli Hamdi Tuncer ile saz çalıyoruz. Derken birisi bir sandalye çekti. Üstüne çıktı. 'Atımı bağladım delikli taşa, on iki kaymakam bir Kemal Paşa…' Mübadele sırasında 1923’te Rumları oraya, Türkleri buraya getirirlerken, gemide söyleyerek gelmişler. Hemen kayda aldık
Bu hafta Yücel Paşmakçı hocamızın derleyip notaya aldığı Rumeli’den bir ağıtla söyleşimize devam ediyoruz. 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması’na yapılan ek sözleşmede Türkiye ve Yunanistan kendi yurttaşlarını zorunlu göçe tabi tutmuştu. Yunanistan’daki Türkler Türkiye’ye, Türkiye’deki Rumlar Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmışlardı. Bu türkü, mübadele döneminde Selanik’ten yola çıkıp İstanbul’a, İzmir’e giden büyük vapurda tek yürek olup söylenen bir Rumeli türküsüdür. Türkünün hem Kuşadası’nda hem de Trabzon’da iyi bilindiği söyleniyor.
Aydınlık gazetemizin anası Hatice Gürsel de anılarında bu büyük göçü şöyle anlatmıştı: “1923 yılında Yunanistan ile yapılan mübadelede sonucunda köyler boşaltılmış. Selanik dışında büyük çadırlar kurulmuş ve yaşamlarını aylarca burada devam ettirmişler. Sonrasında büyük bir vapurla Selanik’ten yola çıkıp Mimar Sinan’a getirilmiş ve orada indirilmişler. Kura çekilerek gidecekleri yerler belirlenmiş.”
Kurada çıkan yerlere gidenler, belki hâlâ söylüyordur bu türkümüzü… Yücel Paşmakçı hocamıza soruyoruz, şöyle anlatıyor:
'YAZLARI ŞARKÖY’DE DERLEMELER YAPTIM'
"Yazları Şarköy’e gidiyoruz. Ben orada da derlemeler yaptım. Teyp de götürüyorum. Genciz de o zaman tabi. Saz da çalıyoruz, rakı da içiyoruz. Bir köye gittik. Kış tabi. Soba yanıyor. Rahmetli Hamdi Tuncer ile saz çalıyoruz. Biraz sonra bunlar oynamaya başladılar. Soba gözlerine ilişti. Yanan sobayı söktüler dışarıya attılar. Ortada yer açılsın diye. Derken birisi bir sandalye çekti. Üstüne çıktı. 'Atımı bağladım delikli taşa, on iki kaymakam bir Kemal Paşa…' Mübadele sırasında 1923’te Rumları oraya, Türkleri buraya getirirlerken, gemide söyleyerek gelmişler. Hemen kayda aldık."
İbrahim Can söze katılıyor: "Benim kaynaklardan okuduğuma göre mübadelede Selanik’ten büyük bir gemiye biniyorlar. İstanbul ve İzmir’e doğru gidiyorlar. Coşku içinde, bayrak sallayarak, ağlayarak bu türküyü okuyorlar. Ama bu türkünün birebir benzeri de Trabzon’dan çıkıyor."
YOL BOYUNCA SİLAH ATIP SÖYLEMİŞLER
Bu türküye dair en önemli araştırma Haliç Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Musikisi Ana Sanat Dalında Yüksek Lisans Tezi veren Kenan Serhat İnce tarafından yapılmış. İnce, tez çalışmasında onlarca türkünün hikayesini bizlerle buluşturuyor. 'Atımı Bayledim Delikli Taşa' türküsüyle ilgili bölüm şöyle:
“TRT’nin yaptığı incelemeden sonra, notanın üzerine türkünün seferberlik yıllarında, İzmir’in Kurtuluşu üzerine yazıldığı, Türkünün bir çeşitlemesini de lise öğretmeni Hüseyin Yaltırık’ın derlediği, derleme bandında konuşan ve hâlâ İzmir Güzelçamlı’da yaşayan Huriye Kurt (Hörü Teyze)'un, Selanik’ten İzmir’e Akdeniz vapuru ile gelen mübadele göçmenlerinin bu türküyü yol boyunca silah atarak söylediklerini anlattığı bilgisi eklenmiştir. Fakat Yücel Paşmakçı, söz konusu türküyü daha eski bir tarihte derleyip repertuvara almıştır.
“Atımı Bayledim Delikli Taşa adlı türkünün hikayesi Şarköy ilçesine bağlı Hoşköy beldesinde, söz konusu türkünün kaynak kişisinin çocuklarına ulaşılıp, türkünün hikayesi soruldu; bilmedikleri ve sadece babalarından duydukları bir türkü olduğu cevabı alındı. Yücel Paşmakçı'nın derleme anılarına dair, kendisinden birkaç hatıra kaydedildi. Hoşköy'de bir kahvede, ortada yanan sobanın etrafında saz çalıp sohbet ederken rahmetli Recep Çakır önderliğinde bu türkü söylenmiş. Hatta gecenin ilerleyen saatlerinde öyle bir ambiyans olmuş ki köy halkı içeride yanan sobayı kahvenin önüne taşıyıp etrafında hora çekmeye başlamışlar. Öte yandan, yörede yapılan araştırma ve kaynak kişinin ailesiyle yapılan görüşmeler neticesinde, nota üzerinde yazılmış hikayeden farklı, günümüze ulaşmış sözlü veya yazılı bir hikayesinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
“Kenan Serhat İnce Özel Arşivi: 29 Kasım 2015 tarihinde Hoşköy'e yapılan bir başka ziyarette, 1961 Hoşköy doğumlu diğer kardeş ile görüşme imkanı bulundu. Kendisi de babasının 'Kopuk Recep' veya 'Partal Recep' lakabıyla bilindiğini, manavlık yaptığını ve net olmamakla birlikte 1932-33 doğumlu olduğunu, kendisine türkünün sorulması üzerine, kendisinin bu türküyü babasından duyduğunu, babasının da dedesinden duyduğunu söyledi.”
RADYODA STAJ YILLARINDAN KONSERVATUVAR KURUCULUĞUNA
Yücel Paşmakçı, İstanbul Radyosunda stajla başladığı profesyonel yaşamını, konservatuar kuruculuğuyla taçlandırmış. Kendisinden dinliyoruz:
- Radyo’ya ne zaman girdiniz?
1954 yılında İstanbul Radyosu Yurttan Sesler Topluluğu’nda stajyer saz sanatçısı olarak göreve başladım. Radyoda sözleşmeli maaşlı olarak çalışıyorduk. Sözleşmemiz her sene yenileniyordu. Bu tarihte İstanbul Radyosu’nda oluşturulan Yurttan Sesler Topluluğu’nun kadrosu, dört saz on ses olmak üzere toplam 14 kişiydik. Halk müziği ses sanatçılarından Selahattin Erorhan, Ahmet Sezgin, Nihat Mercanlı, Rıdvan Cor, Yüksel Özkayhan, Azize Tözen, Fatma Türkan, Neriman Gürpınar, Nasip Cihangir, Birgül Bilgiser. Halk Müziği Saz Sanatçıları: Zekai Beşgül, Orhan Dağlı, Yücel Paşmakçı, Kenan Şavklı.
- Aldığınız görevleri anlatabilir misiniz?
1960 yılında Adnan Ataman “Belediye Konservatuarı’nda saz çalana ihtiyacımız olacak. Falanca gün sınav yapacağız” dedi. Girdik sınava. Bağlama sanatçısı olarak sınavı kazandık.
1961-1972 yılları arasında İstanbul Belediyesi Konservatuarı Türk Halk Müziği İcra Heyeti'nde saz sanatçısı olarak çalıştım. İstanbul’da hem Radyo’yu hem de Konservatuvar’ı aksatmadan uzun yıllar birlikte götürdüm.
1972 yılında İstanbul Radyosu'nun Halk Müziği ve Oyunları Müdürlüğü’ne atandım. Aynı zamanda Yurttan Sesler Topluluğu'nu yönettim ve repertuar derslerine girdim. Ayrıca Türk Folklor Kurumu Derneği’nin genel başkanlığı görevini bir buçuk yıl yürüttüm. 1975-1976 yıllarında yeni kurulan İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nda yönetim kurulu üyeliği ve başkan yardımcılığı görevlerinde bulundum.
1976'da TRT Müzik Dairesi Türk Halk Müziği ve Oyunları Müdürlüğü’ne atandım. Bu görevimin yanı sıra Ankara Radyosu Yurttan Sesler Topluluğu'nu da yönettim. 1966 yılından itibaren TRT Müzik Dairesi Türk Halk Müziği Denetleme Kurulu'nda, 1972 yılından beri de Bilimsel Araştırma ve Repertuar Kurulu'nda üye olarak görev yaptım.
1979 yılında yeniden İstanbul Radyosu'na döndüm. 1983 yılında İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'na öğretim görevlisi olarak naklen atandım.
1961-1972 yıllarında Adnan Ataman’nın yanında çalıştım ve onun şef yardımcılığını yaptım. 1960 yılında İstanbul Radyosu Yurttan Sesler Topluluğu’nun şefi olarak görev yaptım ve çeşitli programlar yönettim.
1968 yapımı Köroğlu filminin müziklerini yaptım.
1972 yılında Nida Tüfekçi Ankara’ya gidince, onun isteği üzerine İstanbul Radyosu’nda Türk Halk Müziği ve Oyunları Şube Müdürlüğü görevini üstlendim.
1983’te İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Halk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda, 2000 yılında emekli olana kadar Türk Halk Müziği Ana Sanat Dalı Başkanlığını görevini yürüttüm.
İllere göre nasıl görevlendirildiniz?
Nida Tüfekçi’yi Ankara’daki Müzik Dairesi Halk Müziği Müdürlüğüne atadılar. İstanbul Radyosu’nda da Şube Müdürlüğü vardı, bana teklif ettiler. Ben o zaman Belediye Konservatuarı’ndaydım, ayrıldım. Çünkü iki yerde çalışamazsınız. Yasaklamışlardı.
'TOPLANTI YAPACAK YERİMİZ BİLE YOKTU'
- İstanbul Devlet Konservatuarı’nın kuruluşu nasıl oldu?
1974-75 yılları arasında böyle bir fikir oluştu, konservatuar kurma fikri. Ben de kurucular arasında yer aldım o zaman. Tabii bir toplantı yapacak yerimiz bile yoktu. Bazen Ercüment Bey’in [Berker] bürosunda bazen de Alaattin Yavaşça’nın muayenehanesinde toplanıyorduk. Çok zorluklarla oldu kuruluş aşaması. O zaman Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir okul olarak kuruldu. Hatta eğitime de devrenin yarısında başlandı. TRT’den izin alındı, Halk müziğini temsilen Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak konservatuvarda görevlendirildim. Beş altı ay sonra ilk öğrenciler alındı. O arada Nida Bey Ankara’dan İstanbul’a dönmeyi istedi ve TRT’den ayrıldı. O da İstanbul Devlet Konservatuarı’nda göreve başladı.
- Siz İstanbul’da mı kaldınız?
Hayır, Nida Bey’in yerine Ankara’ya beni çağırdılar. Evimizi kiraya verdik. Orada kiralık ev bulduk ve Ankara’ya gittik. Allahtan tanıdıklar var. Rahmetli Özay Gönlüm ile komşuyduk. Ankara bütün müzik çalışmalarının merkeziydi. Çok da güzel düzelttik orayı. Hüsamettin Subaşı vardı. Müzik dairesinde memurdu. Ali Can, Ateş Köroğlu gibi kadrolarımız vardı. Ben oraya müdür tayin edildim. Üç sene de orada kaldık.
Yücel Paşmakçı meşhur etti:
ATIMI BAYLEDİM DELİKLİ TAŞA
Atımı bayledim delikli taşa
On iki kaymakam bir kemal paşa
Yaşa Kemal Paşa binlerce yaşa
Düşmanları yaydın dağ ile taşa
Yaşa Kemal Paşa binlerce yaşa
Düşmanları yaydın dağ ile taşa
Sabahtan kalktım da çantama baktım
Ağlaya sızlaya boynuma taktım
Anne ben bu canı vatana sattım
Vatanımın uğruna giden yavrular
Yaşa Kemal Paşa binlerle yaşa
düşmanları yaydın dağ ile taşa
Şu dağın ardında macır sesi var
Varın bakın çantasında nesi var
Bir kuru ekmekle bir mor fesi var
Vatanımın uğruna giden yavrular
Yaşa Kemal Paşa binlerce yaşa
Düşmanları yaydın dağ ile taşa
Macır: göçmen, muhacir.
Kaymakam: zamanında yarbay rütbesi.
Bayledim: bağladım.
Yöresi: Rumeli-Selanik-Drama-Kavala
Kaynak Kişi: Recep Çakır
Derleyen ve Notaya Alan: Yücel Paşmakçı
Makamsal Dizi: Hüseyni
Konusu: Ağıt
HİKAYESİ ATATÜRK’ÜN KÖYÜNDE BAŞLAR…
Umudun, iyimserliğin, erdemin temsilcisi anamız Hatice Gürsel de aynı türküyü söyleyerek o dönemleri anlatmıştır. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. İşte Hatice anamızın vapur hikayesi ve sonrası…
“Babam Adem Toprakçı. 1900’lü yıllarda doğmuş. Orta halli bir çiftçidir. Selanik, Langazalı.
"Atatürk’ün köyünden, aynı damardan geliyorlar. Atatürk, babamın akrabalarının sınıf arkadaşıymış. Annem Ayşe Toprakçı, Selanik Kılgışlı. Langaza’ya gelin gelmiş. Onun için biz Atatürk’ü ve devrimlerini çok seviyoruz.
"1923 yılında Yunanistan ile yapılan mübadele sonucunda köyler boşaltılmış. Selanik dışında büyük çadırlar kurulmuş ve yaşamlarını aylarca burada devam ettirmişler. Sonrasında büyük bir vapurla Selanik’ten yola çıkıp Mimar Sinan’a getirilmiş ve orada indirilmişler.
"Yetkililer isteyenin istediği ile gidebileceğini ve oraya yerleşebileceğini ilan etmiş.
"Yunanistan’daki mülkleri karşılığında nüfus başına 5,5 dönümlük yer verilmiş. Babam ve akrabaları eski adıyla Anarşa’ya, bugünkü adıyla Gürpınar’a yerleşmek istemiş. Talep çok olduğu için bir torbaya adlar konulup kura çekilmiş ve yerler belirlenmiş. Kime neresi çıkarsa… Bize kuradan çıkan yer Gürpınar oldu. "Oturacağımız, Yunanlılardan kalma evler, viranelik tahtakurusu işgali altındaymış. Günlerce tahtakurusu ile uğraşmışlar. Daha sonra verilen yerleri ekip, biçmişler ve yeryüzünün cenneti haline çevirmişler. Bahçelerimiz çiçeklerle, üzüm ve meyve ağaçlarıyla dolar taşardı. Ceviz ağaçlarından cevizleri büyük bir keyifle toplardık.
"Babam hoca olmasına rağmen modern düşünceliydi. Atatürk devrimlerini yaşam rehberi edinmişti. Bize de o ruhu verdi."