Dendias'ın ayakları yerden kesildi!
Yunan askerinin 102 yıl sonra Anadolu'ya izinsiz ayak basmasının ardından Atina, Türk egemenliğine yönelik saldırgan söylemlerini artırdı.
Birleşmiş Milletler (BM) 79. Genel Kurulu’nda dün konuşma sırası, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’teydi.
Dünya gündemine ilişkin değerlendirmeler yapan Miçotakis, Türkiye ilişkilerine değinmeyi de ihmal etmedi. İki ülke arasında Doğu Akdeniz ve Ege’de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sorunlarının 40 yılı aşkın süredir çözülemediğini kaydeden Miçotakis, “Ancak bu çözümsüz kalacakları anlamına gelmez.” dedi. Miçotakis, bu sorunun iki komşu arasındaki “tek önemli mesele” olduğunu vurguladı.
Yunanistan Başbakanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deniz yetki alanlarının uluslararası hukuka uygun şekilde belirlenmesinin tüm Doğu Akdeniz'in faydasına olacağı yönündeki açıklamalarını da memnuniyetle dinlediğini belirterek, “Bugün bir fırsat penceresi olduğuna inanıyorum ve bu fırsatı değerlendirmek için cesur ve bilge olmalıyız.” ifadesini kullandı.
ULUSLARARASI HUKUK DENİLEN MAVİ VATAN’I SİLME PLANI
Miçotakis’in “uluslararası hukuka” uygunluktan neyi kastettiğini ise Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Dendias açıkladı. 1943 yılında Alman bombardıman uçakları tarafından batırılan Vassilissa Olga destroyerindeki denizcileri anma töreninde konuşan Dendias, kışkırtıcı ifadeler kullandı.
1982 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)'nde öngörüldüğü üzere, Oniki Ada'nın tümünün kendi kıta sahanlığı, kendi münhasır ekonomik bölgesi (MEB) ve 12 deniz miline kadar karasuları tesis etme hakkı olduğunu ileri süren Yunan Bakan, Sözleşme’de öngörülen bu kuralın aynı zamanda teamül hukuku olduğunu ve herkesi bağladığını iddia etti.
Ancak Türkiye, tam da bu dayatmalar nedeniyle Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalamamış, dolayısıyla ahdi sorumluluğu da üstlenmemişti. Nitekim Sözleşme’yi imzalamayan ya da parlamentosunda onaylamayan çok sayıda ülke de bulunuyor. Bunların başında ise ABD ve İsrail geliyor.
DENDİAS’IN FORMÜLÜ EGE’YE NASIL ETKİ EDER?
Deniz alanı sınırlandırmasının Yunan Savunma Bakanı Dendias’ın formülüyle çözümlenmesi durumunda, Ege Denizi Türkiye’ye kapanarak Marmara-Akdeniz bağlantısı kesilmiş oluyor.
Aslında Lozan Barış Antlaşması'nda Türkiye ve Yunanistan'ın Ege'deki karasularının genişliği 3 mil olarak belirlenmişti. Fakat Yunanistan, 1931 yılında “Mussolini tehdidi var.” diyerek hava sahasını 10 mile genişletti. Ardından bir de denizlerde tek taraflı adım atan Atina yönetimi, 17 Eylül 1936'da çıkardığı 230 sayılı Kanun ile karasularını 6 mil olarak ilan etti.
Türkiye ise “mütekabiliyet” diyerek 24 Ağustos 1964'te çıkardığı 476 sayılı Kanun ile Ege'deki karasularını 6 mil olarak ilan etti. Böylece Lozan'da kurulan denge altüst oldu ve Türkiye'nin açık denizlere çıkış alanı sınırlandı.
Rakamlarla anlatmak gerekirse; Yunanistan, 1936'da karasularını 6 deniz miline çıkararak Ege'nin yüzde 43,68'ini, yani yaklaşık yarısını egemenliği altına aldı. Ancak Türkiye, 1964'teki düzenlemesi ile Ege'nin yalnızca yüzde 7'lik bölümünde egemenlik tesis edebildi. Böylece “ab initio” (başlangıçtan itibaren) ve “ibso facto” (kendiliğinden) hakkımız olan kıta sahanlığı üzerindeki deniz alanlarımız da eridi.
Önümüzdeki dönemde Yunanistan'ın karasularını 12 mile çıkarması durumunda ise Ege Denizi'nin dörtte üçü Yunan egemenliği altına girmiş olacak. Yunan karasuyuna uğramadan Akdeniz'e açılmanın mümkün olmadığı böyle bir uygulamada, Atina'nın karasuları yüzde 31,5'ten yüzde 61,3'e yükselirken, açık deniz alanları yüzde 51'den yüzde 20'ye düşecek.
Bunun sonucu olarak da kıta sahanlığı paylaşımında Türkiye'nin deniz alanı Yunan ülkesine katılacak. Örneğin TPAO'ya vereceğimiz hidrokarbon araştırma sahası yüzde 16,3'ten yüzde 8,27'ye inecek. Özetle; 3 bine yakın ada, adacık ve kayalığın bulunduğu Ege'de tüm serbest geçiş alanları kapatılarak Türkiye Marmara'ya hapsedilecek.
ERDOĞAN’DAN YEŞİL IŞIK
Dendias, Ege’de tüm adaların kendisine ait geniş deniz alanları olduğu yönündeki iddiasını, geçen aylarda da dile getirmişti. Kızılhisar (Meis) Adası’ndan Türkiye’ye meydan okuyan Dendias, söz konusu iddiasını Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayandırmıştı.
“Sözleşme’nin 121. maddesinin 2. paragrafı, adaların bir kıyı bölgesi, bir bitişik bölgesi, bir Münhasır Ekonomik Bölgesi ve bir kıta sahanlığı hakkına sahip olduğunu öngörmektedir.” diyen Dendias, “Adaların büyüklüğüne göre ise herhangi bir ayrım yapılmamaktadır.” ifadelerini kullanmıştı.
Ancak Ankara, Dendias’ın bu ifadelerine de sessiz kalmıştı. Daha ilginci ise New York’ta Yunan Başbakan Miçotakis ile bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dendias’ın sözlerini eleştirmek yerine iki ülke arasında deniz alanları sınırlandırmasına ilişkin görüşmelere başlanıp başlanılamayacağının araştırılması kararı vermişti.
CNN International’a konuşan Miçotakis de, “Anlaşamadığımız noktalarda açık iletişim kanallarına sahip olmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum, ki deniz alanlarının sınırlandırılması gibi konularda anlaşamıyoruz, bunu öncelikle konunun sadece uluslararası hukuka atıfta bulunularak çözülebileceği konusunda mutabık kalarak ve aynı zamanda göç gibi konularda birlikte çalışarak yapmalıyız. Bu sorunu ele alma konusunda ilerleme kaydettik.” demişti.
121. MADDE ÇARPITMASI
Türk deniz hukukçuları ise, 121. madde taslağına ilişkin açıklamalara dikkat çekerek, “adaların deniz alanlarının kara ülkelerine dair diğer hükümlere göre değerlendirilmesi şartının, sınırlandırma problemlerinin olmadığı alanlara yönelik olarak belirlendiğini ve bu konuda genel bir kural koyma amacı taşıdığını” belirtiyor.
Dolayısıyla karasuları sınırlandırması söz konusu olduğunda, Sözleşme’nin 15. maddesine göre bir değerlendirme yapılması gerektiğini vurgulayarak, özel durumlar söz konusu ise adalara, ana karalara göre sınırlı etki tanınması ya da hiç etki tanınmamasının mümkün olduğunu kaydediyor.
Nitekim Uluslararası Adalet Divanı’nın da benzer uyuşmazlıklarda verdiği, ortay hattın ters tarafında kalan adaların kıta sahanlığını sadece karasuyu ile sınırlandırdığı onlarca kararı bulunuyor. Bunlardan ilk akla gelenler 1977 yılındaki İngiltere-Fransa davası, 1984 tarihli Malta-Libya davası ve 2012 tarihli Nikaragua-Kolombiya davası…
Fakat daha ilginci de var: Yunanistan da 2020 yılında İyon Denizi’nde İtalya ile yaptığı münhasır ekonomik bölge anlaşmasında, kendi adalarına sınırlı etki tanınmasını kabul etmişti. Böylece Atina, Ege adaları için öne sürdüğü iddiayı kendisi çürütmüş oldu.
ADALARIN DENİZ ALANLARINA İLİŞKİN BİR ÖRNEK
Uluslararası hukukta, ortay hattın ters tarafında kalan adaların çevrelenmesinin yanında, doğru tarafta kalan adaların dahi yok sayıldığı örnekler bulunuyor. Örneğin Danimarka ile İsveç arasında 1930 yılında imzalanan antlaşmada Ven Adası’na, doğru tarafta olmasına rağmen deniz alanı tanınmamış.
Bahreyn ile Katar arasındaki uyuşmazlığa ilişkin kararda ise Bahreyn’e ait olan Qit’at Jaradah Adası, yüzölçümü bakımından küçük ve insanların yaşamasına elverişsiz bir yapıda olan “önemsiz bir deniz unsuru” olarak tanımlanmış ve deniz alanları ihmal edilmiş.
İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM KABUL EDİLEMEZMİŞ!
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşan Miçotakis, Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak da, iki devletli çözümün kabul edilemez olduğunu savundu. Kıbrıs Barış Harekâtı’nı bir kez daha “işgal” olarak niteleyen Yunanistan Başbakanı, “Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumunu müzakere masasına gelmeye, en azından karşılıklı güven oluşturup her iki taraf için de kabul edilebilir, adil ve sürdürülebilir bir çözüm için görüşmeye davet ediyoruz.” dedi.
Diğer yandan Filistin, Lübnan ve Ukrayna’daki duruma ilişkin de konuşan Miçotakis, İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu söyledi, Rusya’yı ise saldırgan olmakla suçladı.