Yurttan Sesler Korosu ulusallaşmanın büyük ordusu
“Muzaffer Sarısözen’in Yurttan Sesler’i aslında bir cumhuriyet projesiydi. Amacı türküyü lokal alanlarından çıkarıp, ulusal bir müzik haline getirmekti.”
Bu hafta, TRT İzmir Radyosu ses sanatçısı Mustafa Özcan bizlere türkü makamının nasıl oluştuğunu, bölgelerin makamlara etkisini, kıvrak hançerin ne olduğunu anlattı. Yaylacılığın, Orta Anadolu, Ege ve Karadeniz’de türküler üzerinde ki etkilerini birlikte dinleyelim.
E.A. Sayın Özcan, ne zaman evlendiniz? Eşiniz müzikle uğraşıyor mu?
9 Şubat1994 tarihinde İzmir’de müzik öğretmeni olan eşim Kudret Özcan Hanımla evlendim. İki kızım var. Büyük kızım Özge Özcan, 9 Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Eğitim Bölümü mezunu, doktora yapıyor. Küçük kızım Ekin Özcan, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Bölümü’nde okuyor.
E.A. Askerliği nerede ve ne zaman yaptınız? Anılarınız var mı?
İzmir Orduevi’nde tamamladım. Çoğunlukla sahne aldım. Şarkı söyledim. Orduevi solistiydim.
E.A. Bir müzik aleti çalıyor musunuz?
Ana saz olarak halk çalgılarından bağlama ve kabak kemaneyi çalıyorum.
ASIL EĞİTİMİ YURTTAN SESLER’DE ALDIK
E.A. Sizinle birlikte sınavı kazanan isimler kimlerdi?
Osman Kalay Nuri Esentürk, Zeki Çiçek Makbule Kaya, Hayal Has, Tülay Yaşar, ses sanatçısı arkadaşlarımız.
Eğitim süresinin kısa olduğu için eğitimin yüzeysel olduğu anlamı çıkartılmasın. Gerçekten sıkıştırılmış bir eğitimdi. Asıl pratik eğitimimizi de Yurttan Sesler Korosu’nda aldık. Türkülerimizi okudukça, her gün yeni bilgiler öğrendik. Hala yerelden türküler dinlesek, öğreniriz.
Bir gün Durmuş hocaya “ben Konya türküleri okumak istiyorum” dediğimde, beni “kendini hazır hissediyor musun” diye uyarmıştı. Koromuzda sıkı bir denetim ve sorumluluk vardı. O zamanlar radyo sanatçısının repertuar yelpazesi ne kadar genişse o kadar makbuldü. Maalesef 90'lı yıllardan sonra, benim çok kabullenmediğim ama içinde ister istemez olduğum bir anlayış gelişti. Yerele fazlasıyla dönüşler çok oldu ve mahalli ağırlıkta icralar çok ön plana çıktı.
Ege, Muğla, Denizli Burdur, Antalya okuyarak zaten mahalli kalıyordum. Türkülerimizi yaymak ve ulusallaşmak adına en az iki, üç yöreden türkü mutlaka okumalıyız diye düşünen sanat anlayışından geliyoruz. Buna kısaca Yurttan Sesler anlayışı diyebiliriz.
KIVRAK HANÇERE NEDİR?
İ. Can: Ben iki çizgi görüyorum burada. Birincisi insanın kendi yöresini okuması, ikincisi, türkünün kendi içindeki ses yapısı ve onun getirdiği anlamı, senin ruh yapına, ses yapına uygunsa o türküyü de iyi yorumluyorsun. Yani hangi yöre olursa olsun senin ses yapına uygunsa, türkü orada parlar. Diyelim ki bir barak havasını, do karardan pek kimse okumaz değil mi? Yayla havalarının, gurbet havalarının bir feryat bölümü vardır.
Evet. Anadolu bozlağından bir hava çektim denir. Tabiri budur. Veya o türküyü dünyanızla birleştirirseniz, siz de hayat bulur, hançerinizde şekillenir. Ağzına yakıştı derler… Kıvrak hançereli Konya türkülerine, Orta Anadolu türküleri merakım vardı.
E.A. Kıvrak hançere nedir?
Halk müziği dünyamızda kullandığımız gırtlakla ses hareketlerinin uyum ve çabukluğunu içeren bir terim, genel müzik terimi olarak kullanılan vibrasyon ya da tril karşılığıdır. Biz ona Halk müziği literatürümüzde gırtlak diyoruz. Müzik terimleri daha çok İtalyancadan geliyor. Bağlamadaki Tremole (telli çalgılarda titreşim) dediğimiz o küçük motifleri, sesimizle yapıyoruz. Onlara da halk müziğimizde gırtlak deriz. Bir dönem Karadeniz türkülerini okudum. “Si” sesinin açılımında parlayan, dört seslik ezgiler, sesimin kıvrak yapısına uyuyordu ve ayrıca seviyordum da Karadeniz türkülerini.
İ.Can: Çok da başarılı okudunuz.
Sizin o bölgeden gelmiş bir insan olarak şüphesiz bu konuda ki kanaatiniz benim için önemlidir. Bunu, ne kadar topluma aktarabildim, bu da tartışılır tabi. Öncelikle bizden, ait olduğumuz yörelerden türküler istendi. Ben şu yöre türküsünü söylemek istiyorum dediğinizde, o bölgeden arkadaşlarla beraber gelmişiz oraya. O yöresinden okuyor, ben de kendi yöremi okuyorum. Ama radyo sololarımızda daha özgür davrandığımız yerlerde bu repertuvar yelpazesini yapabildik. Ne zamana kadar, 90'lı yıllara kadar.
SARISÖZEN’İN BAŞARIYA ULAŞMIŞ CUMHURİYET PROJESİ
İ.Can: Genç cumhuriyetimizin ulusallaşma aşamasında ve milli kültürün yayılmasında, Yurttan Sesler en büyük ordudur. Mükemmel okumasan bile bir Karadenizli İbrahim Can Kırşehir okuduğunda ya da Egeli birisi Karadeniz okuduğunda oradaki insanlarla Muğlalı ile Karadenizli gönül bağı kuruyor. Örneğin Özay Gönlüm bir tane Karadeniz okusaydı, çok hoş olurdu. Ayrıca renk olurdu. Bir de TRT'nin Muzaffer Sarısözen ile olan yapısından dolayı da türkülerimiz her ilde ayırt edilmeksizin sevildiği dönemler de yaşandı. Biz de onların çocuklarıyız. Bizim de öyle bir algımız var.
Çok doğrudur. Muzaffer Sarısözen’in Yurttan Sesler’i aslında bir cumhuriyet projesiydi. Amacı türküyü lokal alanlarından çıkarıp, ulusal bir müzik haline getirmekti. Baktığınız zaman Türk Sanat Müziği denmesindeki amaç da budur. Türk Halk Müziği denilmesindeki amaç da budur. Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği deyimi, birbirine olan üstünlüğü veya eksikliğinden değil, ikisinin de o yeni ulus devlet yapısının bir parçası olarak değerlendirildiği için başına Türk sıfatı eklenmiştir. Bizim Yurttan Sesler kültürümüz, bölge ayırt etmez.
İ.Can: İstanbul Türkçesiyle okunan şarkılardan sonra, cumhuriyetle beraber ve türkülerin de radyolarda çok tutulmasından, anlaşılır olmasından ve halkın bire bir kendini bulmasından dolayı, şarkılarda da türküye benzeşi besteler doğdu. Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkan Sanat Müziği dediğimiz, klasik sanat müziği de Türk halk müziğinden çok etkilendi.
Neo klasik sanat müziğimiz bizim.
E.A. Bazen türkü mü, şarkı mı birbirine karışıyordu?
Tabii Saadettin Kaynak besteleri Halk müziğimizden oldukça motifler taşıyan besteleri de barındırıyor.
TÜRKÜLERDE DUYGU MAKAMI BELİRLER
İ.Can: Sadettin Kaynak Rize asıllı, Trabzon Lisesi'nden mezundur. İyi bir imam, iyi bir sestir. Askerliğini Elazığ'da yapmış, ben bestelerini Elazığ türküleri sanıyordum.
E.A. Türk halk müziğinde makamlar nasıl oluştu?
Halk müziğimiz bestelemek üzere yola çıkılarak yapılan müziklerden değil. Doğanızın size akıttığı, aktardığı şekilde doğan müzikler. Sanat müziği ise çoğu zaman ele kalem, kağıt alınarak yazılır. Size o kalemi, kağıdı aldırtacak bir duygu birikimi, bir duygu seli vardır tabi ki. Ama halk müziğinde kalem kağıt elinize almazsınız. Saz varsa saz ile, yoksa sesinizle bağırır, feryadınızı çıkarırsınız. Acı ise acı, gurursa gurur, sevinçse sevinç. O yüzden planlanmış bir makamsal hazırlık yoktu. O duygu neyse sizi o makama iter.
E.A. Önce duygular sonra makam mı geliyor?
Evet, öyle. Yani hiçbir zaman keyifli bir saba türkü olmaz. Çoğu zaman keyifli bir hüzzam türküsü olmayabilir, kısacası duygular makamı belirler diyebiliriz.
E.A. Bölgelerin makamlara etkisi var mı? Tabi ki var.
İ.Can: Ege'de tarlada çalışan bir insan ile Karadeniz'de tarlada çalışanlar aynı güneşi görmüyor. Karadeniz'de yazın hava %90 bulutlu. Belki yoruluyor ama daha rahat çalışıyor. Ama Ege'de 40-45 derecede kavruluyor. Şimdi orada eline diken batsa, kocası yayladayken başına kötü bir şey gelse, orada bir türkü patlatıyor. Yani üretimin içinde, eylemin içinde türküler yazılıyor.
Evet, “Elime battı diken, kör olsun dikeni eken” türküsünde olduğu gibi. Türkülerde makama duygular götürüyor, sonra da o türküleri bulup notalarını yazıyoruz. Baktığınızda halk müziği de makamsal bir müziktir. Sanat müziği daha çok kuramları öncesinden konmuş makamsal bir müzik. Ancak halk müziğinde makam krallarının dışına istisnai çıkışlar vardır. Örneğin, bir ses o makamda hiç yoktur, ama halk müziği vurur geçer, bakarsınız ona yakışmıştır. O sesi oraya koyar.
Her zaman çok rastlamadığımız ama güzel bir örnek türkümüz vardır, “Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı.” Hicaz içerisine, si natüreli (Si notasının, arıza almamış şekliyle çalınması gerektiğinde aldığı ad) ne kadar vurgular. Si natüreli, si bemol, do diyezin içerisinde, ana makam seslerini alır. Tamamen teknik bir boyuttur bu.
Dolayısıyla türküyü şekillendiren coğrafya, duygu, yaşanmışlık. Bunlar olmazsa o duygu çıkmaz. Şimdi Doğu Anadolu'nun göç kültüründen, kar kültüründen kaynaklanan türküler Ege'de yok. Neden? Fazla göç yok. Doğa şartları çok zor değil.
TULUMDAKİ MÜHENDİSLİK
İ. Can: Yaylacılık Orta Anadolu’da var ama Ege ve Karadeniz’de da çok belirgin.
Özellikle Karadeniz'de. Fethiye'den başlayıp Burdur, Antalya, Mersin dolaylarına gittiğinizde Yörük göçü orada başlar. Ama Karadeniz'deki yayla kültürü tabii ki daha önde. Yaşam şekli de olabilir, medyanın, turizmin öne çıkarmış olduğu şeyler de olabilir. Ama bizde ki yayla havaları aynı Karadeniz dağlarındaki gibi daha önde. Sizde yol havaları var. Bizde gurbet havaları, göçü destekleyen. Yayla kültürünü destekleyen kabak kemane, kemençe, üç telli cura. Trabzon'da, Rize de kemençe, bizde üç telli. Atın üstünde, hayvan sürüsüyle giderken heybenizin kenarına curanızı, kemençenizi sokabileceğiniz, yürürken de çalabileceğiniz, taşınabilen aletler.
İ. Can: Bizde de sipsi yapılır. Yörede sipsinin belirgin olarak öne çıkması tulumda görülür. İki sipsi yan yana gelmesiyle, tulum ortaya çıkmış. Bir de sipsiye hayvan derisini ekliyorlar ki, dik yamaçlarda, yayla yollarında sürekli çalınabilsin diye.
Tulumdaki ilginçlik şu. Kişi yürüyor veya aktivite halinde. Sürekli nefes harcaması zor, bir üflüyor, şişiyor kalıyor. Sonra türküsünü söylüyor, ciğerleri rahatlıyor. O nefes onun melodiyi kurmasına, çalmasına izin veriyor. Sonra tulum yumuşamaya başlayınca bir gıdım daha üflüyor. Hepsi yaşam biçimlerinin ortaya döktüğü, insanı doğal olarak zorladığı biçimlerden gelişiyor.
Önümüzdeki hafta Muğla yöresinden bir türkü:
“Sürmelim”
SABAHATTİN ALİ’DEN HASAN VE EMİNE'NİN HİKÂYESİ
1800’lü yıllarından bu yana Edremit Pazarı çarşamba günleri kurulurdu. Yörenin tüm köylüleri çarşamba günleri Edremit’e gelir malını satar, ihtiyacını alırdı. Kazdağı’nın 1500 m yüksekliğinde, Sarıkız Zirvesinin eteğinde kıl çadırlardan kurulu Yüksek Oba'nın güzeller güzeli kızı Emine de böyle bir çarşamba günü Edremit pazarına iner. Pazarda, Zeytinli Köyü’nün yakışıklı delikanlısı Hasan ile göz göze gelir. Sevdalanan iki genç her çarşamba günü buluşurlar. Emine, beş saatlik yoldan getirdiği sütü, peyniri, balı Hasan’a verir. Bahçıvan olan Hasan’dan da ihtiyacı olan en güzel sebzeyi, meyveyi alırdı. Pazar dönüşü birlikte Zeytinli Köyü’ne kadar yürürler, Emine oradan ayrılır ve daha dört saat sürecek olan zahmetli dağ yolundan obasına dönerdi.
İlerleyen zamanlarda gençler artık evlenmeye karar verirler. Hasan’ın iç güveysi olarak obaya gitmesi söz konusudur. Onu babasız büyüten annesi, oğlunun mutluluğu uğruna yalnız kalmaya razıdır. Emine’nin ailesi ise bu evliliğe karşı çıkar. Oba, Yörük obasıdır. Emine de Yörük kızı. Aile, Hasan’ın zor doğa şartlarına dayanamayacağını, onun ovalı bir hanım evladı olduğunu düşünür. Emine ve Hasan'ın gittikçe büyüyen aşkı karşısında aile, töre gereği Hasan'ı sınamaya karar verir. Sınavda başarılı olursa Emine’yi istemiş olan obanın gençleri de yiğitlik gösteren Hasan’ı kabulleneceklerdir. Hasan annesi ile helalleşir, anlaşma gereği 40 okka (yaklaşık 60 kilo) tuz dolu çuvalı sırtlanır ve Emine ile obaya doğru yola çıkarlar.
Önlerinde dört saatlik zorlu bir dağ yolu vardır. Bir saat sonra Beyoba Köyü’ne varırlar. Tuz Hasan’ın sırtını yakmaya başlar. İkinci saatte Sutüven şelalesine ulaşırlar. Yol dere içinde kaybolurken, büvetin içinde taştan taşa atlayarak ilerlemek zorunda olan Hasan iyice yorulur. Dizleri titremeye başlayan ve Emine'nin arkasında çabalayan Hasan, terleyen sırtına nüfuz eden tuzun da yakıcı etkisiyle artık dayanamaz hale gelir ve Gökbüvet’e (Hasanboğuldu Göleti) geldiklerinde gücü biter ve dayanılmaz bir acıyla yere düşer. Emine çaresizlik içinde Hasan’ı yüreklendirmeye çalışır. O, erkeğinin başaracağına ve köye başları dik varacaklarına inanmıştır bir kere. Ancak Hasan ayağa kalkamaz. Emine’ye yalvarır, başka yerlere kaçmayı teklif eder. Emine ise katıdır, ailesine ve obasına söz vermiştir. Hasan’ın yakarışlarına yanıt vermez ve çuvalı sırtladığı gibi, Gökbüvet'in yanından yokuş yukarı yardırarak, obanın yolunu tutar. Hasan ise ardından: ''Beni bırakma, senin köyüne gelemiyorum, köyüme de dönemem'' diye acı acı haykırır. Emine derenin uğultusuna karşın Hasan’ın umutsuz çığlıklarını hep duyar. Obaya vardığında bile Hasan'ın yakarışları hâlâ kulaklarında çınlar, çok pişman olur ve geri dönmek ister; ancak ailesi gece vakti onu ormana bırakmaz.
Emine'nin önüne düşüp yürümüş. Ayakları kuş gibi uçarmış. Beyobası'nı geçmişler, bayır aşağı dereye inerken Emine bir bakmış, Hasan'ın yüzünden, ellerinden su gibi ter boşanıyor... Yüreği daralmış, “Kendine yazık etme, Hasan! Ver çuvalı bana, ben gideyim” demiş.
Hasan kabul etmemiş yola koyulmuş, eski değirmeni geçmişler, Sutüven'in yanına gelince Hasan durmuş, “Emine, ettiğin zulümdür. Tuzlar sırtımı yaktı... Dur bir soluk alayım!” Emine, “Kavlimizde durup dinlenmek yok!” deyip yürümüş.
Az daha gitmişler. Hasan, Hasanboğuldu (Gök Büvet) geldiğinde dizleri bükülüvermiş, olduğu yere çökmüş, “Ah, Emine! Beni boş yere yaktın.
Ben bu dağlara çıkamayacağım, gel köye dönelim!” demiş. Emine ağzını açıp bir söz söylemeden Hasan'ın sırtından düşen çuvalı yüklenmiş, tek başına, gerisine bakmadan yürümüş. Hasan arkasından bağırmış, “Emine, obana gelemem, köyüme dönemem, beni buralarda bırakıp gitme!” Emine durmuş, sonra başını çevirmeden yine yoluna devam etmiş ve obaya varmış. Anası babası onu görünce her şeyleri anlamışlar.
Kız çuvalı oraya atıp yere yıkılmış, kendinden geçmiş; ama daha ortalık kararmadan yerinden fırlamış,
“Duydunuz mu? Hasan beni çığırıyor!” demiş.
Anası babası sormuşlar, “Hasan'ı nerde bıraktın?”,
“Gök Büvet'in orda!”
“Kız sen deli mi oldun? İki saatlik yerden buraya ses gelir mi?”
Emine kimsecikleri görmez, kimseciklerin sözüne bakmaz, durup dinler, sonra:
'Anacığım! Bak nasıl çığırıyor! Yazık oldu... Dur bir varıp bakayım!..' dermiş.
O gece zor tutmuşlar. Gün ağarırken Gök Büvet'e inmiş. Suyun yanından geçip giderken Hasan'ın dallı çevresi, koca çınarın su içindeki dallarından birine takılmış, duruyor...Onu oradan aldığı gibi koynuna sokmuş...
Dere boyunda bir aşağı, bir yukarı koşup,
“Hasanım! Ses ver de yanına varayım!” diye bağırmaya başlamış. Her defasında dağlar taşlar ses verir, “Emine, ben senin ardından gelemedim, sen benim ardımdan geleceksin!” dermiş.
Anası babası ardına düşmüşler, alıp kapamışlar. Bir yolunu bulup kaçmış.
Akşamüstü oradan geçenler Emine'yi Gök Büvet'in yanındaki koca çınarın dalında, Hasan'ın çevresiyle asılı bulmuşlar.
Edremit'in Gelini
Yöresi: Balıkesir-Edremit
Kaynak Kişi: Şükran Kip
Derleyen: Mustafa Özcan-Hayri Damar
Notaya Alan: Mustafa Özcan
Makamsal Dizi: Kürdi
Türü: Aşk-Sevda
Ses Genişliği: 9 Ses
Türkünün Sözleri
Edremit'in Gelini
Kınalamış Elini
Sarmaya Doyamadım
O İncecik Belini
Bağlantı:
Hoştur Aman Cilvesi
Cilvesi Elmaslı Fesi
Edremit'in Bağına
Duman Da Çökmüş Dağına
Huriler Çadır Kurmuş
Cennetin Ayağına
Bağlantı
Yağmur Yağar Çöllere
Akar Da Gider Göllere
Hem Güzelim Hem Selbes
Ondan Düştüm Dillere
Bağlantı
Selbes: Serbest