Yüzyıllardan günümüze gelen Hallac-ı Mansur’un sırrı neydi?
Hallac-ı Mansur’un ‘Ene’l-Hak’ sözü yıllar sonra bilimsel bir cümle olarak kabul edildi. Bu tek cümle Kuantum düşüncesinin başlangıcı olarak değerlendirilir.
Ene'l-Hak, Arapça “Ben Hakk'ım", "Hak'tan gayrı değilim" anlamına gelir. Arapça "Hakk" sözcüğü gerçek ve doğru anlamlarında kullanılır. Aynı zamanda İslam’da Allah'ın isimlerindendir. Buna göre Ene'l-Hak sözü kişinin Allah ile birleşerek-bütünleştiği, Allah'ın kişide vücut bulduğu yahut kişinin varlığının Allah'ın varlığı içerisinde eriyip yok olduğu, başka bir tabiri ile Allah'ın varlığının kişinin vücudunda yüz bulması anlamlarına gelir.
Mansur’un tek cümlesi, “Ene’l Hak” adeta bir mühür gibi. Yüzyılların ardından günümüze kadar geldi. Döneminde bu sır hiçbir zaman dergahların dışına taşmamış ve taşmamasına da özen gösterilmişti. Çünkü halka açıklandığında halkın anlamasının mümkün olmayacağı düşünülmüştü.
KUANTUM DÜŞÜNCESİ
Hallac-ı Mansur bu düşüncesini açıklamamış olsaydı, o zamandan günümüze bu düşünce üzerinde bu kadar büyük araştırmalar da yapılamayacaktı belki. Bu nedenle “Ene’l Hak” sözü ve düşüncesi kuantum düşüncesinin de başlangıcı olarak kabul edilir.
Kuantum düşüncesi ise konuyla ilgililer tarafından şöyle değerlendirilir; “Üst nitelikli bir düşünce biçimidir. Derin düzeyde etkili olabilecek tarzda yaratıcı düşünce şeklidir. Ortak zekâ alanına işlem yapar. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjili, değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur.”
HALLAC-I MANSUR KİMDİR?
Kuantum düşüncesinin temeli olarak nitelenen; “Ene’l Hak” sözünün sahibi Hallacı Mansur, Abbasi Halifeliğinin hüküm sürdüğü İran'ın Tur köyünde doğdu. Çocukluğundan itibaren dini konulara ilgi duydu ve dönemin ünlü Sufilerinden ders aldı.
Fars’ta halka vaazlar verdi, onlar için eserler yazdı. Ardından Ahvaz’a geçti ve ailesini de buraya getirtti. Ahvaz’da da meclis kurup vaazlar vermeye başlayan Hallac halkın ve aydınların sevgisini kazandı. Daha sonra ailesini Ahvaz’da bırakarak 400 müridiyle birlikte ikinci defa hac yapmak üzere Basra üzerinden Mekke’ye gitti. Hac dönüşü Bağdat’a geçti. Burada bir sene kaldı; ardından Hindistan’a gitti. Horasan, Tâlekān, Mâverâünnehir, Türkistan, Maçin, Turfan ve Keşmir’i dolaştı. Gezdiği yerlerdeki halk için eserler yazdı; etkisinde olanlara Mansûrî deniliyordu. Bu durum kendisini büyük bir üne kavuşturdu.
903 senesinde üçüncü defa hacca gitti ve burada iki yıl kaldı. Bazen ibadet ediyor, bazen de halk arasına karışıp hacda kesilen kurbanlar gibi Allah yolunda kendini feda etmeye hazır olduğunu haykırıyordu
İbn Dâvûd ez-Zâhirî öncülüğünde bir grup alim Hallâc’ın aleyhinde bir faaliyet başlattı; bazıları onun sihirbaz, şarlatan veya deli olduğunu ileri sürerken bazıları da keramet sahibi bir veli olduğunu söylüyordu.
İDAMI SİYASİ KARAR
Müritleri tutuklanınca kendisini de aynı akıbetin beklediğini anladı ve Ahvaz’a kaçtı. 913‘ de yakalanarak Bağdat’a getirildi ve idam talebiyle mahkeme önüne çıkarıldı.
Üç defa siyaset meydanında teşhir ettikten sonra hapsedilmesini yeterli görüldü. Sekiz yıl süren hapis hayatı, genellikle dostu Nasr el-Kuşûrî’nin evindeki bir odada göz hapis şeklinde geçti. Hapiste bulunan Hallâc’ın Bağdat ve çevresindeki etkisi giderek arttı. Burada iken Kitâbü’t-Tavâsîn’in “Tâsînü’s-sirâc” ve “Tâsînü’l-ezel” bölümlerini yazdı.
Hallâc’ın idam fetvası dini olmaktan çok siyasi bir karar olarak değerlendirildi. Onun büyük bir üne sahip olması, çevresinde çok sayıda mürit toplaması, sarayda ve yüksek rütbeli devlet adamları ve kumandanlar arasında bile taraftar bulması, Zenci kölelerin isyanına sıcak bakması, Mehdi olduğu ve Abbasiler’e karşı Karmatiler’le gizlice işbirliği yaptığı yolunda söylentiler çıkması devlet adamlarını endişelendirmiş, bu yüzden baskı altında çalıştığı ileri sürülen bir hakimler kurulundan fetva alıp idam edilmişti.
ÖNCE BURNU, KOLLARI KESİLDİ
Hallâc hapisteyken de aleyhindeki faaliyetler bütün şiddetiyle devam ediyordu. Cezalandırılması yönündeki taleplerin artması üzerine Vezir Hâmid b. Abbas tarafından idam isteğiyle tekrar hakimler heyetinin önüne çıkarıldı. Delillerin yetersiz olduğunu söyleyen hakimler idamı için hüküm vermekten kaçındıklarından mahkeme uzun sürdü.
Fakat Vezir Hâmid’in ısrarlı takibi ve baskısı karşısında Mâlikî kadısı idamına hükmetti. Hanefi kadısı İbn Bühlûl’ün muhalefetine rağmen bu hüküm diğer kadılara ve şahitlere imzalatıldıktan sonra Halife Muktedir-Billâh tarafından tasdik edilince Hallâc, 26 Mart 922 tarihinde Bağdat’ın Bâbüttâk denilen semtinde önce kırbaçlandı; burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikildi; gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savruldu. Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan’a gönderilerek bölgede dolaştırıldı.
En-el Hak sözü yanlış anlaşıldığı için Allah'a şirk koşmakla suçlanan Hallacı Mansur, 922 yılında idam edildi. İdama tanıklık eden birçok kişi yazdıkları kitaplarda Hallacı Mansur'un çarmıha gerildiğini ve burnunun, kollarının kesildikten sonra öldürüldüğünü beyan etmiştir.
Hallac'ın türbesi Bağdat’tadır. Birçok İslam ülkesinde türbeleri vardır. Bunların hepsi makamdır. Yedi adet olduğu söylenen bu türbelere Hallac-ı Mansur makamı denmektedir. Çanakkale'nin Gelibolu ilçesinde bulunan türbe de bu yedi makamdan biridir.
SON SÖZLERİ: ÖLÜMÜM YENİDEN YAŞAMAKTIR
İşte kulların, senin için beni öldürmek için toplandılar. Onları affet. Çünkü bana gösterdiğini onlara gösterseydin böyle yapmayacaklardı. Onlara perdelediğini bana da perdeleseydin olduğumu görmeyecekti. Sana verdiğin kararın için şükürler olsun. Sonra yavaş yavaş dua etti, sonra haykırdı:
Dostlarım beni öldürünüz. Benim ölümüm benim hayatımdır.
Ölümüm yeniden yaşamaktır, hayatım ölmektir.
Varlığımın sonu bana yapılacak en güzel harekettir.
Ve yaşamam haksızlıkların en kötüsüdür.
Hayatım nefsimden bıktı.
Bu yok olacak kemikler içinde beni öldürünüz.
Mezarımın yanından geçerken benim dostumun sırrını göreceksiniz.
EN BİLİNEN SÖZLERİ NELERDİR?
Hallac-ı Mansur özlü sözler söylemiş ve sözleri günümüze kadar ulaşmış bir kimsedir. En bilinen sözlerini ise şöyle sıralamak mümkündür.
-Cehennem acı çektiğimiz yer değil bilakis acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.
-Bu dünyayı cehenneme çevirenler cennete gitmek ister.
-Dünyadan vazgeçmek nefsin işidir.
-Önemli olan ruhun işi olan ahiretten vazgeçmektir.