Hani ‘Nisan ayı, Mart’tan zaten çok daha iyi’ olacaktı?
Damat Bakan geçen günlerde kamuoyuna çok iddialı bir konuşma yapmıştı.
“...Nisan ayı, marttan zaten çok iyi olacak...” diyerek, adeta yüreklere su serpmişti.
Ama gelin görün ki, nisan ayının ortasına geldiğimiz bugünlerde, dolar kuru 5.80 TL, avro ise, 6.50 TL’ye ulaşarak yeni bir kur şoku dalgası ile karşı karşıya bıraktı ekonomiyi. Dün açıklanan işsizlik rakamları ise adeta sözün bittiği yerdi. 1996-1997 yıllarında yüzde 6.5-7 civarında seyreden resmi işsizlik, 17 yıllık tek parti iktidarında görülmemiş biçimde artarak yüzde 15’e yaklaştı ne yazık ki. Hele, yüzde 27’ye genç işsizliği rakamları tam bir şok yarattı ekonomide.
Damat Bakan ve ekonomi yönetiminden, bu başarısız ekonomik çöküş tablosu karşısında, ne bir istifa, ne bir özür, ne de bir özeleştiri gelme ihtimali ise yok gibi.
O zaman bize bir kez daha yıllardır yazıp-konuştuğumuz, işsizlik uyarılarımızı bir kez daha gündeme getirmek düşüyor.
Her fırsatta yazıyor ve tekrarlıyorum, iş ve aş yaratamayan, insanları çaresizliğe, yoksulluğa, suça iten işsizliğe çare üretemeyen siyasi iktidarlar da, ekonomi bakanları da, ekonomi programları da başarısızdır.
Genç nüfusun, hayalleri, umutları ve gelecek beklentilerine cevap verecek doğru ekonomi politikalarını uygulamazsak, sosyal barış da, toplumsal huzur da zarar görür.
Damat Bakanın geleceğe yönelik içi boş, inandırıcı olmayan “işsizlik düşecek” vaatleri de artık kimseyi tatmin etmiyor.
2003 yılında kaybettiğimiz değerli iktisat hocamız Prof. Dr. Sn. Nusret Ekin’in, “Lord Beveridge”den aktardığı şu cümle işsizliği dramatik bir biçimde tanımlıyor adeta, “... İnsanları işsiz bırakmayın, işsizlik insanlarda değersiz olduğu duygusunu yaratır. ...”
İşsizliği sadece rakamlarla -yüzdelerle ifade edersek insana ve topluma olan sosyal maliyetini iyi kavrayamayız. Bugün sokaklarda işsiz ve amaçsız gezen kalabalıkları, sayıları hızla artan sahipsiz sokak çocuklarını, işsizlik nedeniyle yaşamına kıyanları, işçi pazarlarında sabahın ilk ışıklarından itibaren iş bulabilmek amacıyla bekleşen insanları ve sayıları milyonları aşan Suriyeli sığınmacıların karın tokluğuna her işe razı olan çaresizliklerini gördüğümüzde, işte bu hatalı ekonomi politikalarının ibretlik ve hazin sonuçlarını açıkça görebiliyoruz.
Böyle giderse, bugün giderek artan suç ve ahlak erozyonuna da potansiyel zemin oluşturan bu büyük işsizlik sorununun bugünkü anlayış ve zihniyetle çözülmek bir yana, giderek daha da kötüleşeceğini öngörmek maalesef acı ama gerçek...
İşsizlik sık kullandığımız, ama içeriğini - maliyetini esasında fazlaca tartışmadığımız bir kavram.
İşsizlik tanımı genel kabul gören şekliyle, 1982 yılında Cenevre’de İLO Konferansında üç parametre esas alınarak yapılmıştır.
Buna göre, çalışmaya elverişli ve istekli olduğu halde, işsiz olan ve iş arayan kişiler işsiz olarak tanımlanmaktadır.
TİSK - Akademi dergisinin 2000/II sayısında yayımlanan bir makalede, işsizliğin kişiler ve toplum açısından ayrı ayrı tanımı yapılıyor.
İşsizliğin kişilere yönelik tanımının yanı sıra, toplum açısından da, işsizliğin üretken kaynakların kullanılamaması ve boşa harcanması anlamını taşıdığı vurgulanıyor.
İşsizliğin sosyal maliyeti W.H. Beveridge tarafından şöyle yapılmış:
“...İşsizliğin yarattığı en büyük kötülük tam istihdam haline nazaran bizim kaybetmiş bulunduğumuz ilave maddi refah değildir. İşsizlikten doğan iki büyük kötülük vardır. İlk olarak işsizlik işsiz kalan fertlerin faydasız arzu edilmeyen insan olduğu hissini yaratır.
İkinci olarak işsizlik, insanların hayatına korkuyu getirir ve bu korkudan nefret doğar. Moral çöküntüsü ile toplumun kendisine ihtiyacı olmadığı duygusuna kapılan birey, toplumsal düzenin yerleşik değerlerine karşı gelme, değiştirme gibi başkaldırı içerisine girebilir...”
Gerçekten de yukarıdaki işsizliğin sosyal maliyeti tanımı oldukça yerinde yapılmış bir tanımlama.
Evine, çoluk-çocuğuna ekmek götüremeyen işsiz anne-babaların sessiz çığlığı, herkesi, hepimizi harekete geçirmelidir, rahatsız etmelidir.
Ekonomi politikaları ve ekonomi yönetimi kökten değiştirilmez ise, bizim her fırsatta önerdiğimiz gerçekçi politika ve çarelere yönelinmez ise sosyal ve toplumsal barışın, iş barışıyla birlikte giderek daha da kötüleşeceğinden endişe duyuyorum.