23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Herkesin 12 Eylül’ü kendine

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

Şili’deki Pinochet darbesi (1973) ile ülkemizdeki Kenan Evren darbesi (1980) arasında yedi yıl var. Her iki darbe de bir gün farkıyla Eylül ayında oldu. Şili’deki 11 Eylül, bizdeki 12 Eylül.

Allende’nin elinde küçük bir tabanca, başında miğferle direnmeye giderken çekilen fotoğrafı, Santiago sokaklarında makineli tüfekle ateş eden zırhlı araçlar, stadyuma tıkılan sendikacıların ve sosyalistlerin seçilerek kurşuna dizilmesi bizim kuşağı çok etkilemişti. Dönemin devrimci gençliği, “Şili’de halk bugün savaşıyor / Cesaret ve aklın gücüyle / Kahrolsun halkın katili cunta / Yaşasın Unitad Popular” diye marş söylerdi.

Elbette bizim Eylül darbesi Şili’deki kadar sert olmadı. Orada Halk Cephesi’ne yaslanmış sosyalist bir hükümet vardı. Bizdeki zamana yayıldı. Kurnaz Amerikancı generaller uzun süre ortamı hazırlamışlar, ülkücü-devrimci çatışmalarını serbest bırakmışlar, SivasMaraş-Çorum katliamlarının etkisini değerlendirmişler, “sıkıyönetim çaresiz kaldı” fikrini topluma yerleştirmişler, işçi sınıfının direnme gücünü İzmir/Tariş’te (15 Şubat 1980), sol örgütlerin mücadele kabiliyetini ise Fatsa’da (11 Temmuz 1980) denedikten sonra, şapkasını hep hazır tutan Demirel’in başbakan olduğu ve Cumhurbaşkanı seçemeyen TBMM’nin kilitlendiği bir anı seçmişlerdir. Bu ortam hazırlama ve fırsat kollama işinde, Pinochet’nin paldır küldür darbesine kıyasla ince bir kurmay zekâsı sezilir.

Fakat benzer noktalar da var. Şili’deki Ulusal Sanayiciler Derneği’nin yöneticileri darbeden hemen önce Vin del Mar şehrinde toplanarak “Allende hükümeti Şili’nin özgürlüğüne ve özel teşebbüsün varlığına ters düşmüştür” şeklinde bir karar almışlardı. Türkiye’de de TÜSİAD 1979’da bütün gazetelere Ecevit hükümetini hedef alan “Gerçek Çıkış Yolu” başlıklı ilanlar verdi. O zamanlar TÜSİAD şimdiki gibi küresel finans kapitalle bütünleşerek paraya doymuş, rehavet içinde “demokratik” tavır sergileyen bir kurum değildi.

Bir diğer benzerlik, her iki ülkede darbe sonrası izlenen programın içeriğinde görülür. Her iki cunta da iktisadi programı darbeden hemen sonra masanın üzerinde hazır buldu. ABD’de Milton Friedman’ın tezgâhından geçen “Chicago Boys” iktisatçıları neoliberal iktisat politikasının ayrıntılı programını generallerine sundular. Bizde ise 24 Ocak kararları aynı programın ilkelerini çoktan belirlemişti. Programın yaratıcısı olan işçi düşmanı “Şişman” heyecanla generaller tarafından Çankaya’ya çağrılacağı anı bekliyordu. Çağırmakla kalmadılar, iktidarı da ona teslim ettiler.

Elbette biz de büyük bir insani felaket yaşadık. Öldürüldük, işkenceye uğradık, işten atıldık, cezaevlerinde yıprandık, yıllarca kimliksiz kaçak dolaştık, içinde yaşadığımız kültür yozlaştı, çevreler dağıldı, aileler parçalandı.

Darbenin 38. yıldönümünde verilen rakamlar (yüz binlerce gözaltı, 50 idam, 171 işkencede ölüm vs) elbette önemlidir ve olayın dehşet verici boyutlarını gözler önüne sermektedir. Fakat bence 12 Eylül’ü en iyi anlatan bir fotoğraf ve bir demeçtir.

Fotoğrafta Selimiye Asker Kışlası’nın nizamiyesinde teslim olmak için kuyruğa girmiş sendikacılar görülür. Elerinde valizleriyle teslim alınmayı beklemektedirler. Akşam olunca kuyrukta bekleyenlere evlerine gidip yarın gelmeleri söylenir. Ellerinde valizleriyle evlerine giderler, ertesi sabah yine teslim olmak için sıraya gireceklerdir.

Demeç ise dönemin Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu Başkanı Halit Narin’e aittir. Konsey cuntasının 24 Ocak kararlarını eksiksiz uygulayacağını anladığında şöyle demiştir: “Şimdiye kadar işçiler güldü, biz ağladık. Şimdi onlar ağlayacak, biz güleceğiz.” Herkesin 12 Eylül’ü kendine!

Sabahları aynanın karşısında tıraş olurken ya da saçınızı tararken kendinizle göz göze geldiğinizde, “Biz niye böyleyiz?” diye bir sorun bakalım. Gelecek şöyle dursun, burnumuzun dibinde olanları bile niye göremiyoruz, niye örgütlenemiyoruz, niye direnemiyoruz?

70’li yıllarda söylediğimiz, yukarıda değindiğim Şili direniş marşının son iki mısrası şöyledir: “Yarını bugünden kuracaksın / O senin tarihin olacak.” Bugünü anlayamazsan yarını nasıl kuracaksın? Senin tarihini kimler yazacak? Zamanında örgütlenip direnerek bugünü dünden kurabilseydik şimdi okullarda karma eğitim tartışması yapıyor olmazdık.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019