Hoş gelişler ola!
İnsan yaşlandıkça duygusallaşıyor galiba. En aşırı biçimini annemde ve babamda gördüğüm, gençliğimde hafiften dalga geçtiğim “Atatürk sevgisi” bende de aynen tezahür etmeye başladı. Bu 10 Kasım’da, hatta daha sonra 11-12 Kasım’da bile, Anıtkabir’in çevresinde toplanan ülkenin her yerinden gelmiş otobüsler ve kitleler arasında bisiklet sürerken, Sakarya Marşı’nın şu iki mısrası sanki içime doğdu: “Dünyalara bedeldir mah cemalin/Allah’ıma emanettir Kemalim”
Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözleriyle, “Ruhu faşist, söylemi Marksist marjinal çevreler”e mensup biri olduğum için çok tuhaf bir durum! Büyük Reis, Atatürk’ü bizim gibilerin tekeline bırakmayacağını ilan etti. Bırakmasın tabii, Anıtkabir’e otobüs kaldırsın. Alkışlıyoruz kendisini! “N’oldu, iki ayyaş neyim diyordunuz, mozolenin önünde kazık gibi dikilmemek anayasaya aykırı mı diye kükrüyordunuz?” gibi sözlerle delikanlıyı bozmak bize yakışmaz.
“12 Mart ve 12 Eylül generalleri bile kullandı, biz niye kullanmayalım, hem askerlerin ve laikçilerin de hoşuna gider” diye düşündüler herhalde. Ya da belki, “79 yıl sonra bile adamın prestiji yerli yerinde, arkasına sığınırsak küresel imajı düzeltiriz” demiş de olabilirler. Sayın Burhan Kuzu da “Ülkeyi muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak AKP’ye nasip oldu” buyurmuşlar. Ne diyelim, herkesin medeniyet seviyesi kendine!
Bunlar önemli değil. Beni asıl şaşırtan, bazı solcuların bu 10 Kasım’ın coşkun kitlelerini yadırgaması oldu. “Bu halka ne oldu birdenbire” diye şaşırıp kaldılar. Bir sol gazete şöyle bir manşet attı mesela: “AKP Atatürkçülüğü dopingli 10 Kasım!” Ne kadar zorlama bir manşet! Bazı neşeli solcular da Kemalizm’e “dünyanın en tuhaf doktrini” dediler. Evet, tuhaf gerçekten. Uçakta pilot anons yapıyor herkes ayağa fırlayıp selam duruyor; inşaat iskelesindeki işçi, köprüde arabasını süren adam, trafik polisi, Şırnak’ta operasyon yapan asker, servisle işe giderken minibüsten fırlayan insanlar, her tarafını Atatürk resimleriyle donatmış emekli öğretmen, saat 9’u 5 geçe “esas duruş” gösteren bütün bir halk... Gerçekten de tarihin hiçbir döneminde ve dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey görülmemiştir.
Peki, halkımız Kemal’in “mah cemali”nde ne buluyor?
Saldırı altında, krizin ve savaşın eşiğinde olan halklar çevresinde toplanacakları, kendilerini onurlandıran, başarısıyla kıvanç duydukları bir ideale bağlanmak isterler. Bu ideal aynen fırtınalı denizde yol gösteren bir pusula ya da gökte parlayan kuzey yıldızı gibidir. Onu ararlar. Halklar böyledir. Bütün halk efsaneleri yok olma tehlikesi karşısında insanların yol gösteren bir iradenin peşinden giderek kurtuluşunu, ışığa çıkışını anlatır. Türkiye’de bu ışık Mustafa Kemal’dir. Kimse bu toplumu Sünni ideolojisiyle birleştiremez. Kemal’in “mah cemali”nin anlamı tam bağımsızlıktır, ulus-devlettir, laisizmdir, bilimsel ve laik eğitimdir, iktisadi ve toplumsal kalkınmadır, ilerlemedir, güçlü olmaktır, onurlu olmaktır, adam olmaktır, çocukları korumaktır, kadınları özgürleştirmektir. Sosyalizme de buralardan gidilir. Ümmet’ten sosyalizme gidiş yoktur. Bu ülkeyi Kemalizm öncesinin karanlığına döndürmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. İşte bu nedenle, “Hoş gelişler ola, Mustafa Kemal Paşa!” diyoruz.