İran’da insanlık durumu
Geçmişteki başlangıç noktasından bugüne bakmak olanları anlamayı ve yakın geleceğe ilişkin tahminlerde bulunmayı kolaylaştırır. Bu amaçla Condoleeza Rice’ın 2003’te Washington Post’ta yayımlanan ‘Ortadoğu’yu Dönüştürmek’ başlıklı makalesini yeniden okudum.
O sırada Savunma Danışmanı olan Rice, II. Savaş’tan sonra Avrupa’yı (biz ve Avrupa halkları, hep birlikte) nasıl dönüştürdülerse, Ortadoğu’yu da aynı şekilde dönüştüreceklerini söylüyor. ‘Arap entelektüelleri’ bölgedeki rejimler yüzünden bir ‘özgürlük açığı’ saptıyorlarmış. Umutsuzluk duygusu nefret ideolojilerine yol açıyormuş; demokrasi, hoşgörü, refah ve özgürlük gerekiyormuş. Ve elbette, ekselanslarının güvenlik alanı dünyanın bütün denizlerini ve karalarını kapladığı için bölgenin istikrarsızlığı ABD’nin güvenliğini tehdit ediyormuş.
Aynı yıl içinde Irak işgaline komuta eden General Tommy Franks, “Ceset saymıyoruz” diyordu. Ölen Iraklıların kaydı tutulmuyordu. O sırada sivil ölü sayısının 500-700 bin arasında olduğu tahmin ediliyordu. Cesetleri saymadılar, ülkeleri yakıp yıktılar. Milyonlarca eğitimsiz, hasta, aç sefil fakat silahlı insan yarattılar. Yıktıklarının yerine barbarlıktan başka bir şey koymadılar.
ÖNDERLİK KRİZİ
Geride kalan on beş yıl, insanlık durumunu ancak zor yoluyla çözülebilecek ağır sorunların, savaşların eşiğine getirdi. Lev Troçki, II. Savaş’ı önleyecek hiçbir güç kalmayınca, “İnsanlığın krizi devrimci önderliğin krizine indirgenmiştir” diyerek genel çaresizliği dile getirmişti. Dünya ölçeğinde baktığımız zaman günümüzde krize girmiş bir devrimci önderlik bile göremiyoruz. Her mazlum ülkenin halkı kendi krizini çözmek için el yordamıyla kanlı bir yoldan gidecek, kendi önderlerini mücadele içinde öne çıkaracak.
İran halkının durumu ne kadar zor! Emperyalizm ile molla rejimi arasında sıkışmış, çıkış yolu arıyor. Dünyanın neresinde yumurta fiyatları bir anda yüzde 40 artarsa halk isyan eder; başı açık kadınları sopalayan Besiç milisinin motosikletlerini yakar, meydanları işgal eder. Kadınlar başörtülerini sopanın ucuna takıp saçlarını savurarak sokakta koşmaya başlarlar. ‘Bir tek kıvılcım bütün bozkırı tutuşturabilir.’ Bunun tek şartı bozkırın tutuşacak kadar kurumuş/kurutulmuş olmasıdır.
NE YAPACAKLAR?
Diyelim ki kıvılcımı emperyalizm çaktı ve molla rejimi devrildi. Ne yapacaklar? Mollaların yerine Paul Bremer gibi bir genel vali mi atayacaklar, yoksa Karzai gibi bir mutemet ya da yeni bir ‘BOP eşbaşkanı’ mı bulacaklar? ABD’nin bölgedeki yöntemleri sonuç vermedi. Yankee sadece yıkabiliyor, fakat yenisini kuramıyor. İran’da hiç kuramaz. ABD’nin gücünü abartmayalım.
ABD bağımlı rejimler kurma yeteneğini kaybetti. Bizzat yetiştirdikleri Karzai bile sonunda “Amerikalılara güvenim yok, onların da bana güveni yok” demedi mi? Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’a, “Hiç kimsenin Irak’ın iç işlerine karışma hakkı yoktur” demedi mi? Bizim Reis bile, “Güney sınırlarımızda senin adamlarını istemiyoruz, he heyt Amerika!” diye bağırmıyor mu?
Bu koşullarda halk ayaklanınca ne yapacağız? Başörtüsünü çıkaran kadını, grev yapan işçiyi emperyalizmle korkutup Ayetullahların, gericilerin yanına mı iteceğiz? Kadınlara ‘Hicap edin, tesettürden çıkmayın’ işçilere ‘Sakın grev gösteri yapmayın’ mı diyeceğiz? Körfez bölgesindeki göçmen işçilerin yüzde 80’inin en ağır koşullarda yaşadığı Suudi Arabistan’da halkın sonunda isyan edip saraylara savaş açmayacağını kim söyleyebilir? Artık her yerde her zaman böyle şeyler olacak. Halklar isyan edecekler. Buna alışalım.
ÖNEMLİ OLAN
Önemli olan İran halkının kendi önderlerini çıkarması, şeriat rejimine son vermesi, Şia ümmeti olmaktan çıkarak yurttaş olması, ülkenin ulusal birliğini sağlamasıdır. Bugünün dünyasında molla rejiminin, şeriat kurallarıyla yönetilen hiçbir rejimin geleceği yoktur. Aklı olan hiçbir insan 7. asrın devlet kurallarıyla yönetilmek istemez. Toplumsal hayatın düzenini ‘dokuz yaşındaki kız evlenebilir, gebe kalabilir’ diyen hödüklere mi bırakacağız?
Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş istiyorsa, halklar da devrim isteyeceklerdir. Kıvılcımı kim çakarsa çaksın, devrimler insanların sokaklara çıkmasıyla başlar.
Mao Zedung’un 24 yaşındayken yazdığı şu satırlar bütün devrimcilere ilham olsun: “Zaman gelmiştir, baraj kapakları açılmıştır. Geniş ve şiddetli yeni düşünce dalgası Siang Irmağı’nın her iki setine saldırarak yükselmektedir! Bu yükselen dalganın üzerinde yer alanlar yaşayacaklar, ona karşı koyanlar öleceklerdir. Onu nasıl yayacağız? Onu nasıl inceleyeceğiz? Onu nasıl uygulayacağız? Bütün Hunanlıların en acil, en zorlayıcı görevi budur” (Short, 2007, s. 101). [email protected]