04 Aralık 2024 Çarşamba
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İsrail Körfez'i dolanırken... Arap Dünyası'na yönelik doğru siyasetler

Onur Sinan Güzaltan

Onur Sinan Güzaltan

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye’nin Arap dünyasıyla ilişkilerini geliştirmesi, ekonomik, siyasi ve askeri alternatifleri çeşitlendirmesi, yeni hareket alanları açması bakımından doğru bir politikadır.
“Araplar bizim tarihi düşmanlarımız” dar perspektifiyle bu politikaya karşı çıkmak ne kadar yanlışsa, Arap devletleri ve halklarıyla ilişkileri sadece dini ve ideolojik saikler üzerinden kurmakta aynı derece hatalıdır.

DAR MİLLİYETÇİLİK VE SİYASAL İSLAMCILIK

İlk yanlış, bulunduğu coğrafya itibariyle Türkiye’yi sadece Batıyla ilişki geliştirebilen dar bir kalıbın içine sokar, ikincisi ise Arap dünyasının iç işlerinde yaşanan çatışmalara taraf olmanıza ve ilişkileri üzerinden yürüttüğünüz grupların yenilgisi halinde ilişkilerinizin sıfırlanmasına, hatta düşman olarak addedilmenize neden olur.
Türkiye’nin Arap dünyasıyla ilişkisi maalesef bu iki dar kalıbın içine sıkışmış durumda.
Kendini Siyasal İslam karşıtı, milliyetçi ve/veya ilerici olarak tanımlayan çevrelerin çoğu, Arap dünyasını “bataklık” olarak görmekte ve uzak durulmasını savunmaktadır.
Siyasal İslamcı kökenlere dayanan AKP ve benzerleri ise din ve ideolojik bağlar üzerinden Ortadoğu’da siyaset geliştirdiler. Geldiğimiz noktada, AKP’nin Arap dünyasında üzerinden siyaset yaptığı Müslüman Kardeşler (İhvan) benzeri grupların yenilgisiyle beraber bölge ülkeleriyle ilişkiler sıfırlanmış, hatta düşmanlık evresine geçilmiştir.
Türk dış politikası Arap dünyasına yönelik olarak, dar milliyetçi veya siyasal İslamcı yaklaşımlar arasında sıkışmış durumda.
Bu sıkışmışlık Suriye, Doğu Akdeniz, terörle mücadele ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin geleceği gibi hayati konularda, Arap dünyası üzerinden cephemizi kuvvetlendirme, yanımıza müttefikler kazanma hamleleri yapmamızı engellemektedir.

Keza söz konusu yanlışlar nedeniyle, Arap komşularımızla ilişkilerimizi bölge dışı kuvvetler üzerinden kurmaya mecbur kalıyoruz.

TÜRKİYE’NİN BOŞALTTIĞI ALANLARI İSRAİL DOLDURUYOR

İsrail Körfez'i dolanırken... Arap Dünyası'na yönelik doğru siyasetler - Resim : 1

Türkiye’nin Rusya, Çin ve İran’la ilişki geliştirmesi ne kadar doğru ve zaruriyse, aynı şekilde bu ülkelerle ilişkilerini dengelemesi bakımından Arap ülkeleriyle siyasi ve ekonomik kanalların açık tutulması da bir o kadar önemlidir.
Bir diğer önemli nokta ise Türkiye’nin bölgede boşalttığı alanların, Türkiye karşıtı siyasetler izleyen ülkeler tarafından doldurulmasının, orta ve uzun vadede yaratacağı risktir.
Bugün, Türkiye’nin Ortadoğu’da boşalttığı alanı İsrail doldurmaktadır.

Durum Türkiye için tehlike arz etmektedir.
Şöyle ki:
1. ABD ve İsrail’in başını çektiği kamp, Körfez ülkelerinin yanı sıra Mısır’ı da yanına çekerek, Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı faaliyetlerini arttırıyor.
2. Aynı kamp, Arap dünyasının tarihsel lideri olarak kabul edilen Mısır’ın sosyo-kültürel etkisi üzerinden Arap halklarında Türkiye düşmanlığını pompalamaya çabalıyor. (Türk dizilerine konulan ambargolar ve Arap dünyasında Osmanlı karşıtı dizi ve filmlerin çekilmesi bu duruma örnek teşkil ediyor.)
3. Gelişen Mısır ve Suriye ilişkilerini izlemekte yarar var. ABD-İsrail kampı, Körfez’in maddi desteğiyle Mısır üzerinden Suriye’yle ilişkiler kurmayı hedefliyor. Bu noktada, Suriye’nin Kahire Büyükelçisi’nin Mısır Parlamentosu’nda yaptığı konuşma ve ikili temasların içeriği dikkat çekicidir.
4. Cezayir, Tunus ve Fas’ta, Türkiye düşmanlığının kışkırtıldığına dair bilgiler mevcut.
5. İsrail’in, Ürdün üzerinden Körfez ülkeleriyle bağlantı kurmak amacıyla Hicaz Demiryolu Projesi başta olmak üzere ekonomik, kültürel ve siyasal hamleleri, öz itibariyle Arap dünyasında Türkiye-İran karşıtı bir cephenin kurulmasını amaçlamaktadır.
Özetle, ABD-İsrail cephesi, Körfez sermayesini ve Mısır’ın Arap dünyası üzerindeki sosyo-kültürel etkisini kullanarak Arap ülkeleri ve halklarını Türkiye karşıtı cephede buluşturmayı hedefliyor.

CEPHENİN ZAYIF KARNI MISIR

Mısır, ABD-İsrail-Körfez planlarının zayıf karnını oluşturuyor.
Mısır ordusu, ülkenin ekonomik zayıflıkları nedeniyle bugün ABD’yle anlaşma içinde gözükse dahi Müslüman Kardeşler tehdidinin bu ülkeler üzerinden geldiğini unutmuş değil.
Ayrıca Kahire yönetiminin Rusya ve Çin’le kurduğu ilişkiler vasıtasıyla ABD’ye alternatifler yaratma çabası da sürüyor.
Askeri alanda Kahire ve Moskova arasında geçmişten gelen sıcak ilişkiler, bugün tekrar canlanma işaretleri veriyor.
Mısır Hava Kuvvetleri’nin Rus yapımı Su-35 savaş uçaklarını alacağını ilan etmesi bu yönde bir veridir.

ABD ise uçak alımının gerçekleşmesi halinde Türkiye’ye benzer bir şekilde Mısır’a da yaptırım uygulayacağını beyan etmiştir.
Washington-Kahire gerilimi ve Kahire’nin stratejisini anlamak bakımından Mısır Parlamentosu Ulusal Güvenlik Komitesi üyesi Yahya Kidvani’nin konuyla ilgili açıklaması önem arz etmektedir; “Mısır'ın stratejisi silah kaynaklarını çeşitlendirmeyi öngörüyor. Bu alanda Rusya, Çin, Almanya, Fransa ve ABD'yle işbirliği yapıyoruz. Washington'un baskısına boyun eğmeyeceğiz, Rusya'yla işbirliğinden askeri alan da dahil hiçbir alanda vazgeçmeyeceğiz."
Bir diğer önemli gelişme ise Cumhurbaşkanı el-Sisi’nin büyük oğlu Mahmud’un, Mısır’ın Moskova’daki diplomatik delegasyonunda görevlendirilecek olmasıdır. Bu görevlendirmeyle ilgili basında çıkan değerlendirmelerde “sürgün kararı” ifadeleri kullanılsa da, bir devlet başkanının oğlunu Moskova’ya göndermesi, Rusya’yla ilişkilere verdiği önemi göstermektedir.
Mısır ve Çin ilişkileri de ivme kazandı.
İki ülke arasındaki ticaret hacminde %28’e yakın bir büyüme gerçekleştiği biliniyor.

Öte yandan Uygur merkezli ayrılıkçı gruplar konusunda, Kahire ve Pekin yönetimlerinin işbirliği yaptığı basına yansıdı.
Mısır’ın, askeri alanda ABD, ekonomide Körfez ve güvenlik açısından İsrail’le bağımlılıkları sürse de, orta vadede bu zincirlerden kurtulma ve alternatiflerini çoğaltma yönünde bir strateji geliştirdiğini söyleyebiliriz.
Bu bağlamda Mısır’la tarihi bağları bulunan Türkiye’nin, İslam Devrimi sonrası Tahran’ın yaptığı yanlışa düşmeden, Kahire yönetimiyle ilişkilerini tamamı ile kopartmaması gerekiyor.
Ankara’nın, İhvan ısrarından vazgeçmesi halinde Kahire’yle diplomatik ilişkilerin başlaması ve özellikle Doğu Akdeniz konusunda Mısır’ın Türkiye karşıtı kampa katılmasının önüne geçilmesi kolaylaşacaktır.
Türkiye’nin Arap dünyasında kazanacağı mevziler, uluslararası planda elini kuvvetlendirecek, Doğu Akdeniz gibi hayati önem arz eden konularda denklemi değiştirecektir.
Aksi yönde ısrarlar, Ankara’yı bölgeden soyutlayacak, ABD-İsrail kampının Körfez ülkelerinin desteğiyle Arap dünyasını Türkiye’ye karşı kullanmasını kolaylaştıracaktır.
Altını çizelim, Türkiye, Arap dünyasında İran’ın düştüğü yanlışa düşmemelidir. Bugün Tahran yönetimi başta Mısır olmak üzere Arap ülkeleriyle ilişkilerini canlandırmaya çalışmaktadır.
Bölge ülkelerinin arasına giren ayrılıklar ABD-İsrail hattının lehine, bölgenin aleyhinedir.