Kafes içinde demokrasi ve özgürlük
Pazar günü yapılacak seçimler Türkiye için bir dönüm noktasıdır. Anayasa ve kamu yönetimiyle ilgili bütün yasalar değiştirilmiştir. Pazartesi gününden itibaren adına “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen yeni bir rejim yürürlüğe girecektir. Neoliberal iktisat politikalarının üst yapısı tamamlanmış ve kuvvetler ayrımına dayalı sosyal hukuk devleti ortadan kaldırılmıştır. Büyük olasılıkla TBMM’de hiçbir siyasî parti ya da partiler ittifakı anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşamayacak, siyasî ve idarî kilitlenme nedeniyle ülke Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yönetilecek, ardından yeni bir seçimler ve referandumlar dönemi gelecektir. Bütün bunlar, pazar günü yapılacak seçimleri, 1946’dan bu yana yapılan bütün genel seçimlerden ayırmaktadır.
Toplumun üzerine anayasal bir kafes geçirilmiştir. Sistemin bütün partileri bu kafesin içinde “demokrasi” ve özgürlük talep ediyor. Peki “demokrasi” ve özgürlük ne? Bu kafesin içindeki “demokrasi” ve özgürlük, Cumhuriyet’in kurucularını ve tarihini sorgulamaktan (“Dersim olayıyla yüzleşmeliyiz”), AB’nin “yerel yönetimler özerklik şartı”nı uygulamaktan; 36 etnik grubun, LGTB bireylerinin, dinî tarikatların ve cemaatlerin, şeyhlerin, müritlerin ve mensupların kendilerini serbestçe ifade edebilmelerinden ibarettir. Sistemin partileri alenen ya da utangaç bir tutumla bu türden talepleri “çağın ruhu”na uygun zannedip savunuyorlar. “Demokrasi” ve özgürlükler idari, etnik, dinî ve kültürel ayrışmaya indirgenmiştir.
Mesela, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski yargıcı, 24. dönem CHP milletvekili Rıza Türmen, HDP’nin bir “demokrasi umudu” yarattığı için saldırılara hedef olduğunu iddia ediyor. HDP saldırı altındaymış, çünkü demokrasi umudu yaratıyormuş, çünkü tabanı genişlemiş (Cumhuriyet, 16.06.18). Nerede genişlemiş? İmralı-MİT-Kandil üçgeninde dağılan, PKK’nin silahlı gücüne dayanarak kendi belediyelerinde özerklik ilân eden, çoluk çocuğun hendeklerde telef olmasına yol açan, Kürt seçmeninin büyük bölümünü coğrafi ve ideolojik olarak kaybeden, “batıdaki kimliklerle el ele vermek”ten başka çaresi kalmayan bu partiyi, partinin yöneticilerini bile şaşırtacak şekilde ensesinden tutup Meclis’in kapısına koyan sistem partileri değilse nedir? HDP yöneticileri ne özeleştiri yapabiliyor ne de partilerinin programını savunabiliyorlar. PKK’den farklarını açıklayamıyorlar. Onların yerine bu görevi sistemin partileri ve sözcüleri üstlenmiş.
Sayın Yargıç, “Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, kim varsa, Türkiye’de yaşayan herkesin birlikte yaşayabileceği bir ortak çerçeve bulmak lazım” diyor (agy). Birlikte yaşamıyor muyuz? Köylerde şehirlerde, çarşı pazarda Türkler Kürtleri mi kovalıyor, Sünniler Alevileri mi dövüyor; birbirlerine kız alıp vermekten mi vazgeçtiler, seyahat özgürlükleri mi kısıtlandı? Mahallelerimiz mi ayrıldı, gettolar mı oluştu? Yurttaşlık hakları mı kısıtlandı? Aynı kanunlara tabi değil miyiz?
Bu memlekette “demokrasi umudu”nu HDP’den başka bulacağınız bir yer kalmadı mı? Sendikal özgürlükler, işçi hakları, siyasi partilere getirilen yüzde 10 barajı, laik bilimsel eğitim talebi; ve nihayet, Reis ve adamlarının yere tebeşirle çizdiği ve hepinizin “meşru” kabul ederek içinde oynamaya rıza gösterdiğiniz anayasal çerçevenin değişmesi mecburiyeti “demokrasi umudu” yaratmıyor da, Selocan’ın cezaevinden çıkması mı yaratıyor?
Sayın Demirtaş’ın cezaevinden çıkıp güzel ailesine kavuşması kişisel olarak beni sevindirir. Genç bir insanın cezaevinde çürümesini isteyemem. Daha önce bu köşede HDP yöneticilerinin tutuklanmasının yanlış olduğunu, HDP’nin kapatılmasının yeterli olacağını yazmıştım. “Çözüm süreci”nin AKP’li failleri serbest ise HDP yöneticileri niye tutuklu? Fakat şunu itiraf edeyim ki sistemin ölü bir partiyi bu şekilde diriltebileceği aklımın ucundan bile geçmedi. Dünyanın hiçbir ülkesinde PKK/HDP gibi bir silahlı örgütün parlamentoda temsil edilmesine izin vermezler.
Bir yanda savaş devam ediyor, öte yanda sistemin partileri HDP’ye oy topluyor. Bir yanda, PKK’nin askerlerimizi nasıl şehit ettiğini gösteren video serbestçe sosyal medyada dolaşıyor (her paylaşıma burnunu sokan RTÜK bu videoyu niye engellemedi?), öte yanda “Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyen Cumhurbaşkanı adayının eşit propaganda imkânı bulamaması vicdanları yaralıyor. Vicdanlarınızı sevsinler! Anayasal kafesin içindeki bu anlaşılmaz ve alengirli tutumlar halkı öyle bir yabancılaştırır ki toplumda yarattığınız yırtılmalar bir noktadan sonra dikiş tutmaz. Sistemin partileri Avrupa-Atlantik âlemine şirin görünmek için ateşle oynuyor.