Kellemiz yerinde duruyor mu?
Çin’de Ming Hanedanı’nın İkinci İmparatorluk döneminde Wang Lun adında bir cellât yaşarmış. Sanatının ustası olan cellâdın şöhreti bütün İmparatorluk eyaletlerine yayılmış.
Wang Lun’un infaz yöntemi değişikmiş. Mahkûmların son gecelerini hep birlikte neşe içinde geçirmelerini sağlarmış. Cellât ve bütün mahkûmlar sabaha kadar hep birlikte şarkı söyler, en sevdikleri yemekleri yer, pirinç rakısı kadehlerini peş peşe yuvarlayıp mutlu olurlarmış. Şafak sökerken cellât ansızın hareketlenip palasını çeker ve hafiften çakırkeyif olan mahkûmların kellesini, tırpanla başak biçer gibi alıverirmiş.
Yine böyle bir infaz ayininde mahkûmlar, sabaha kadar pek güzel eğlenmişler, şarkılar söyleyerek yiyip içmişler. Derken güneşin ilk ışıkları dağların tepesinde belirmiş. Fakat hiçbir şey olmamış. Mahkûmlardan biri, cellâda sormuş: “İnfaz neden gecikti?” Cellât, “Gecikmedi ki” demiş. “Fakat kellelerimiz yerli yerinde duruyor,” diye diretmiş mahkûm. “Size öyle geliyor,” demiş cellât, palasına bulaşan kanı göstermiş mahkûma. Dehşete kapılan mahkûm, “Nasıl yani?” diye mırıldanmış. “Ben çok hızlıyımdır,” demiş cellât. “Ayağa kalktığın anda kellen kucağına düşecek.”
Kıssadan hisse: Kelleniz çoktan gitmiş olabilir, ancak siz bunu henüz fark etmemiş olabilirsiniz. Organ kayıplarında da aynı şey oluyormuş. Mesela tren bacağınızın üzerinden geçmiş ama siz hâlâ koştuğunuzu sanıyorsunuz. Ya da kopmuş kolunuz sürekli kaşınıyor. Uydurmuş gibi olmayayım ama nörolojide buna galiba “tepki gecikmesi” deniyordu. Bir şey olmuş, ama siz olan şeyi henüz idrak edemediğiniz için olmamış gibi davranıyorsunuz. Kellenizin hâlâ yerinde olduğunu sanıyorsunuz. Gerçeği anlamanız için ayağa kalkmanız gerekiyor.
Tarihte böyle şeylere sık rastlanır. Bizim tarihimizden bir örnek vermek gerekirse, 12 Eylül askerî darbesini haber veren üç göstergeden söz edebiliriz. Bunlar, sırasıyla, 1977’de Kanlı 1 Mayıs, Aralık 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ve 1980’de alınan 24 Ocak kararlarıdır. Birincisi, işçi sınıfı tabanlı sosyalist hareketlerin ve kendisini demokrat olarak tanımlayan kesimlerin bir cephe kuramayacak kadar bölünmüş olduklarını gösterdi; ikincisi, NATO’nun güneydoğu kanadında acil bir tahkimatı, Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönme talebi üzerindeki Türkiye vetosunun kaldırılmasını gerektiriyordu; üçüncüsü ise “ithal ikameci” iktisat politikalarının yerini dışa açık piyasa ekonomisine bırakması ve işçi sınıfının kazanılmış haklarının yok edilmesiyle ilgiliydi.
Bu üç olay doğru analiz edilemedi, toplu direniş gösterilemedi ve 12 Eylül sabahı siyasî toplum kellesini kucağında buldu.
Şimdiki durum elbette çok farklı. Ama aynı ölçüde, hatta çok yönlü dış ve iç tehditler dikkate alındığında daha tehlikeli. Türkiye’yi ekonomisinden yakalayan ABD’nin güney Atlantik kanadını elde tutmak için yapmayacağı şey yoktur. AKP’nin yerel seçimlerde tökezlemesiyle birlikte ABD’nin ülke içinde uyuyan bütün hücreleri uyandı: AKP’nin eteklerinde yuvalanmış Yankee taşeronları, CHP merkez yönetimindeki işbirlikçiler, ABD’nin silahlandırdığı PKK/HDP, ABD’den beslenen düşünce kuruluşları, ansızın konuşmaya başlayan Amerikancı eski diplomatlar...
Cumhuriyet değerlerini, Devrim Kanunlarını savunan en geniş kesimlerin birliğine, kitlesel tepkilere ihtiyaç var. Fakat kısa vadede kellemizin selametini belirleyecek olan, maalesef siyasî iktidarın tek başına alacağı kararlardır. Maalesef diyorum, çünkü tek bir anayasal müzakere platformu, meclis, hükümet, siyaset üstü bir MGK; ayrıca etkili medya, televizyon gazete vs kalmadı ülkede!
Dört önemli karar var: S-400’ler konusunda alınacak nihai karar (Atlantik ya da Avrasya); iktisat politikalarında değişiklik (millî ekonomi ya da sömürgeleşme); ve YSK’nın alacağı karar (Türkiye ittifakı ya da Cumhur İttifakı). Kellemizin çok önceden alınıp alınmadığını bu üç konuda Reis ve danışmanlarının alacağı kararlara bakarak anlayacağız. Bütün siyasî partilere ve hareketlere dağılmış yurtseverlerin bu kararlara gösterecekleri tepki ülkemizin yakın geleceğini belirleyecek. Kellemizin yerinde mi, yoksa kucağımızda mı olduğunu hep birlikte göreceğiz.