Kızgın demir
Her ne kadar soğutalım deniyorsa da kızgın demirin önümüzdeki aylarda hatta günlerde daha da kızgınlaşarak akkor hâline geleceği ve tutanın eline yapışacağı açıkça görülüyor.
Yerel seçimler Türkiye’nin parti başkanı, cumhurbaşkanı, hükümet başkanı, hatta genel kurmay başkanı olan tek bir kişi tarafından, o kişinin getirdiği rejim altında bile yönetilemeyeceğini gösterdi; AKP’nin siyasî hâkimiyetini ve ideolojik hegemonyasını sarstı fakat aynı zamanda tehlikeli bir cepheleşme yarattı.
Millet İttifakı, PKK/HDP ve FETÖ tabanını eteklerinde toplayarak büyük şehirlerin belediyelerini aldı; AKP’nin ekonomi politikalarından ve ideolojik hegemonyasından bunalan ancak siyasî bakımdan türdeş olmayan çok geniş bir kesimin umudu hâline gelerek bir tür “demokrasi cephesi” izlenimi yarattı.
Bu türden geniş ve gevşek cephelerde örgütlü ve kararlı olan gruplar cepheyi yönetenlere kendi taleplerini dayatarak inisiyatifi ele geçirir. İmamoğlu gibi bir unsurun hiçbir programı olamaz, kulaktan dolma bir tip; fakat onun açtığı şemsiyenin altında toplanan örgütlü ve programatik unsurlar bir tür tanımsız “demokrasi” isteyen kitleleri yönlendirebilirler.
Söylemin ardındaki niyeti görmek gerekir. Her seçim öncesi “hepimiz demokrasi fidanının güller açmış dalıyız” derken, seçimlerden sonra “biz sırtımızı YPG’ye, YPJ’ye vs. dayıyoruz” diyen HDP’nin ikiyüzlü söylemi asla unutulmamalıdır. Aynısı “Komünist Başkan” için de geçerli. Seçimlerden önce patates soğan, seçimlerden sonra “Dersim!” Maçoğlu, bu bilinçsiz hareketiyle, Güroymak’a “Norşin” diyen Abdullah Gül’lerin safında olduğunu kanıtlamıştır. Bulgur, mercimek komünisti!
Fakat bu cephenin içindeki bütün unsurları aynı torbanın içine doldurarak, üzerine “turuncu, bölücü, işbirlikçi” etiketi yapıştırmak haksızlık olur. Siyasî partilerin (bütün partilerin) yönetimleri ile tabanları arasında çok ciddi algı ve görüş farklılıkları var. İçinde bulunduğumuz dönemin özelliği budur; 12 Eylül’ün Siyasî Partiler Kanunu’nu kanundur diye sineye çekmenin bedelidir. Partililerin resmî görüşleri ile gerçek görüşleri her olayda ayrışmaktadır. İmamoğlu gibi tiplerin yarattığı yanılsamayla mücadele etmek, özellikle CHP ve İYİP içindeki yurtseverlere düşer. Demokrasi mücadelesi olacaksa, bunun önce siyasî partilerin içinde başlaması gerekir. Genel başkanın bağlantılarına, gizli ve açık niyetlerine, günübirlik değişen kararlarına ve ruh hâline göre yönetilen parti, tekkeden başka bir şey değildir. Kişilere değil ilkelere sadakat gösterilir.
AKP seçimlerde ağır yara aldı. Fakat MHP güçlenerek çıktı. AKP’den MHP’ye oy akışı ve Sayın Bahçeli’nin 1881 (yüzde 18.81) metaforu Cumhur İttifakı içinde bilek güreşinin başladığını gösterdi. Bu mecburi izdivaç konjonktüre bağlı olarak sürecektir. Muhtemelen iki parti birlikte yeni yasalar çıkararak CHP/HDP’nin eline geçen belediyelerin bütçelerini ve kararlarını denetim altına alacaklar ve YSK’ya İstanbul seçiminin yenilenmesi için baskı yapacaklar (yapıyorlar zaten). Yeni yerel yönetim yasaları, İstanbul seçiminin yenilenmesi, bu arada AKP’li İstanbul belediyesinin şimdiden kokusu çıkmaya başlayan yolsuzluğunun ve para transferlerinin ortalığa dökülmesi, demiri iyice kızdırarak ekonomik ve siyasi krizin iç içe geçmesine ve kitlelerin kaçınılmaz biçimde hareketlenmesine yol açacaktır.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki bizim halkımız sokağa çıktığında, yakın dönemde görüldüğü gibi, kimsenin önceden tahmin edemeyeceği ve yönlendiremeyeceği davranışlar sergiler. Sadece 2018 yılında Anıtkabir’i 6,5 milyon kişi ziyaret etti. Bu insanları HDP’nin, Dersim’in, FETÖ’nün ya da herkese yağ çeken, mehter bandosu ve imam duasıyla demokrasi mitingi yapan bir Pinokyo’nun peşine takmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Bunun sebebini, bizi diğer Ortadoğu toplumlarından ayıran tarihî köklerde aramak gerekir. İki cepheden birinin yörüngesine girme mecburiyeti yoktur!