23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'Kabuğu siyah ve içi bembeyazolan kestane!'

Koray Gürbüz

Koray Gürbüz

Eski Yazar

A+ A-

ABD’li ünlü darbe finansörü ve spekülatör George Soros, “Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü ordusudur!” demişti yıllar önce. Özünde bu söylem, emperyalistlerin ülkemizden beklentisinin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Soros da hiç eğip bükmeden bu gerçeğe işaret ederek, “ülkemizin mevcut durumda hiçbir ekonomik artı değerinin olmadığını, ancak ordumuzu ihraç ederek, bazı yüksek maddi kazanımlar elde edebileceğimizi” anlatmak istiyor.

Aslında bu cümlenin altında yatan derin anlamı kavrayabildiğimiz zaman Türk askerinin geçmişte Kore’de şimdilerde de Afganistan’da neden bulunduğunu, Irak’ta neden muharip güç olunmak istendiğini de anlamış oluruz.

Ancak meselenin sadece Türkiye’ye özgü olduğunu düşünmemek gerekir. Tarihin her döneminde kendini “çok kurnaz” sanan ve “insanına değer vermeyen” sözde siyasetçiler ya da yöneticiler görülmüştür. Türk siyasi tarihinde bu duruma en iyi örnek 1.Körfez Savaşı’nda Özal’ın ABD’nin yanında muharip güç olarak savaşa girmek istemesini gösterebiliriz. Özal, ABD’yle yapılan ekonomik yardım görüşmelerinin ardından askerlerimizi düşünmeden “Bir koyup üç alacağız!” deyivermişti.

Bu ifadenin daha açık şekliyse “Her ürünün bir pazar değeri vardır, bedelini veren istediği her şeyi satın alır ve istediği gibi kullanır.” gibi bir şeydir. Özal’ın ortaya koyduğu “1”, aslında “kanına bedel biçilen Mehmetçiktir.” Kazanılacağını düşündüğü “3”se “Mehmetçiğe biçilen bedel çıkarılınca elde kalacağı varsayılan toplamdır!”

Elbette tarihe adını silinmez harflerle yazdırması mümkün olmayan, sadece konjonktürel sebeplerle iktidarı ele geçirmiş bazı siyasilerin kısa vadeli çıkarlar uğruna, insan hayatını önemsizleştiren yaklaşımları sergilemeleri normal karşılanabilir. Fakat eşsiz liderler için durum tam tersidir. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk, hayatı savaş alanlarında geçmiş ve askerlerine “Ölmeyi!” emretmiş bir komutan olmasına rağmen insan hayatını daima önde tutmuş bir liderdir. Atatürk: “Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” diyerek kendisine emanet olan vatan evlatlarına bakışını ortaya koymuştur.

Maalesef görünen o ki zamane yöneticileri de tıpkı kendilerinden önce gelen pek çoğu gibi savaşı da, askeri operasyonları da, yurtdışına asker göndermeyi de çocuk oyuncağı sanmaktadır.

Oysa mevzubahis olan gencecik vatan evlatlarının hayatıdır. Ve ortada tek bir soru olmalıdır: “Ulusun hayatı tehlikede midir?”

Eğer “ulusun hayatı tehlikedeyse” ortada hiçbir sorun yoktur zira her birimiz için görev: Vatanımızı canımız pahasına savunmaktır. Fakat “ulusun hayatı değil de geçici çıkarlar tehlikedeyse” kaybedecek tek bir Mehmetçik bile yoktur; olmamalıdır!

Zira o Mehmetçik sıradan bir asker değildir. Mehmetçik, tarihin her anında şanla ve şerefle anılması gereken bir “hazinedir.” Devleti yönetenlerin en kutsal görevi de bu hazineyi korumak olmalıdır.

Bu hakikati unutmuş olanlar için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 21 Ekim 1922 tarihinde İstanbul Üniversitesi’ndeki gençlere hitaben yaptığı konuşmayı hatırlatmak faydalı olacaktır: “Biliyor musunuz Türk askeri nasıl harp eder? Ayağı, sırtı giyinik olmayabilir. Bazen gıdası bile az olur; fakat o, daima ileri gitmek ister ve o eğilimdedir.

Ayağı aksar, yorgundur. Görürsünüz ki, yine yürür ve daima ileri gider. Sorarsınız ‘İzmir’e gidiyoruz!’ der. Askerimizin çoğu herhalde İzmir’e gitmek istediği için, deniz kıyısına varmadıkça kanmamış, durmamıştır. Çünkü ona verilen emir: ‘Akdeniz!’ idi.

Türk askerinin sinesi yalnız kararlılıkla ve imanla doludur. O göründüğü gibi perişan değildir. O, kabuğu siyah ve içi bembeyaz olan kestaneye benzer. Yani: ‘Bir cevherdir.’ Onunla sohbet ederseniz, onun mayasını, huyunu anlar görebilirsiniz; fakat biliniz ki, o, herkese açılmaz. Derdine yakın, derdini anlayan olarak çıkabilirseniz görürsünüz ki, cahil sandığın o “Mehmet” neler bilir, kalbinde ne büyük emeller, fikirler besler!

Onun için iddia ediyorum ki: Harpte zafer, kararlı ve imanı kuvvetli olan tarafındır. Ve biz onunla zafer kazandık.”

O halde tekrar etmekte fayda var. Mehmetçikleri fevri kararlarla dün Kore’ye, Afganistan’a gönderenler bugün de Arap çöllerine göndermek istiyorlarsa bir kez daha aynı soruyu kendilerine sormalıdırlar: “Ulusun hayatı tehlikede mi?” Eğer cevap “evet” değil de “kısa vadeli ya da şahsi çıkarlar uğruna Mehmetçiklere bedel biçiliyorsa” emin olun tarih böyle “yöneticileri” asla unutmayacaktır!