22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Muhsin Ertuğrul'un özgün sahne çalışmaları

Özdemir Nutku

Özdemir Nutku

Eski Yazar

A+ A-

29 Nisan 1979’da yitirdiğimiz

Muhsin Ertuğrul’un Anısına...

Her yapılan iş kendi döneminin koşullarına göre değerlendirilir. Bunda toplum düzeyi, teknolojik aşama, insan faktörü, arz-talep, estetik olanaklar vb. rol oynar. İnsanoğlu'nun belli bir dönemde yaptıkları da o dönemin koşullarına göre bir değerlendirmeye sokulur. Bugünkü gelişmiş uçaklara bakarak Wright Kardeşlerin yirminci yüzyılın başlarında yaptıkları ilk pırpırı nasıl aşağılama hakkımız yoksa, bir sanatçının belli bir dönem içinde kullandığı tekniği de bugünkü teknikle karşılaştıramayız. Tam tersine, her evrenin bir sonraki evreyi hazırladığını düşünerek birikimle sağlanan gelişmeyi nesnel bir yönelişle ele alırız.

Muhsin Ertuğrul'un bundan elli altmış yıl önceki oyun düzenlerini ve sahneleme sırasında verdiği savaşımı incelediğimizde, onun içinde bulunduğu toplumdan nekadar ilerde ve uzak görüşlü olduğunu da anlarız. Darülbedayi'nin 1927 yılında oynadığı ilk Hamlet'in çevirisi de, sahnelenmesi de hatta dekoru ve kostümü de Muhsin Ertuğrul'a aittir. Muhsin Ertuğrul yapmıştır. O dönem için sahne tekniğine birçok yenilikler getiren Muhsin Ertuğrul, bu Hamlet 'i de yepyeni bir anlayışla sahnelemiştir. Sanatçı perde kullanmamıştır: "Ne perde iniyor, ne kalkıyor! Ve ne de dekor değişiyor! Tablolar, tablolar ve bir sürü tablolar". Bu dizelerden sanatçının o dönemlerde bu ülke seyircisi için yenilik olan noktaları şöyle sıralıyabiliriz: 1. perde kullanılmaması, 2. dekor değişimi olmadan sahneleri gösterme, yâni eşzamanlı (simultane) sahne düzeni, 3. giysilerin büyük bir dikkat ve doğrulukla hazırlanışı, 4. estetik ışıklama. Bu konuda Vasfi Rıza şöyle yazıyor: "Bu tarz oyunların okadar acemisiyiz ki: Hamlet ne giyer, kral, kraliçenin kıyafetleri ne şekildedir, tamamen meçhulümüz… Bana 'sen mayo giyeceksin,' dediler! Hay Allah müstehakını versin! Mayo ne mene şey? Deniz hamamlarında peştemal kullanıldığı o devirlerde mayo lafını o vesile ile duymuştuk". Yine anlıyoruz ki, çoğu kez Shakespeare'in oyunlarında kullanılan triko ilk bu Hamlet gösterisinde kullanılmıştır.

Muhsin Ertuğrul'un bu uygulamasında, o dönem için yine bir yenilik olan estetik ışıklamaya da önem verdiği anlaşılıyor. Çünkü Darülbedayi' nin Nisan 1928'de Kahire'ye yaptığı turnede bu Hamlet temsili övgülerle yüceltilmiştir. Darülbedayi'den önce Kahire'de bir İngiliz topluluğunun Hamlet'i oynadığını, ama Darülbedayi temsilinin daha çok beğenildiğini öğreniyoruz. La Bourse Egyptienne adlı gazetede şöyle yazmaktadır: "Gördüğümüz Shakespeare' in Hamlet'i, yepyeni, taptaze, gençlik dolu bir Hamlet'ti. Siz Hamlet'e yeni bir yorum getirmişsiniz. Harikulade bir oyun düzeniyle bu karanlık tragedyayı bize sevdirmek ve beğendirmek için acaba ışık yağmurunda mı yıkandınız? O hasta ruhları hangi usta bilgin bu duruma getirdi ?" .

Bu başarının sağlanmasında M.Ertuğrul'un yalnızca teknik açıdan yaptığı yenilikler değil, aynı zamanda tiyatro anlayışında ve yorumunda getirdiği yeni yöneliş dikkate alınmalıdır. Şepkin'in, "küçük rol diye bir şey yoktur, yalnızca küçük oyuncu vardır", Vakhtangov'un "tiyatroyu kapısıyla, penceresiyle yaşamak onu anlamak demektir", anlayışları bu büyük sanatçının özümlediği temel düşüncelerdi. Onun için başa geçince disiplinli bir düzen kurmuş, Türkiye'de o zamana kadar sürüp gelmiş olan ve bugün de yer yer sürmekte olan ‘yıldız oyuncu’ düşüncesine karşı çıkmış, tiyatronun kolektif bir çalışma gerektirdiğini belirterek ülke-mize ilk kez takım oyunculuğu anlayışını getirmiştir. Elinde boya fırçası, dekorları boyamış; sırtında kocaman bir kalas, dekor çatmış; elinde tornavida, ışıkları onarmıştır. Hamlet 'in hazırlık aşamasında sanatçı arkadaşlarına da bu anlayış ve ideal birliğini aşılamıştır:

"Hamlet'in mütercimi, Hamlet'in rejisörü, o günün akşamında Hamlet rolünün aktörü olan Muhsin vücut yapısı itibariyle en güçlümüzdü. O baş tarafa geçti. Hepimiz salla sırt merdivenlerin altına iki sıra dizildik. Sırık hamallarının taşıma usulüne uyarak, adımlarımızı birbirine uyduduk. Ne de ağır! (…) Ömrümde bukadar ezici bir yükün altına girmemiştim. (…) Ve nihayet sahnedeki kral tahtının önüne boyddan boya yükümüzü yerleştirdiğimiz zaman saat sabahın altısını geçiyordu ".

İşte tiyatroyu böyle her şeyi ile yaşamasını bilen anlayışı Muhsin Ertuğrul getirmişti. Nitekim, yıllar sonra, Düşman davası sırasında, "sahne benim mabedimdir", diye bağıran Hüseyin Kemal Gürmen'in sözlerinde, Türk tiyatrosunda kökleşen bu sanat töresinin en olgun yankısı vardır.

Oyun düzeni yönünden yabancı oyunlara getirilen yeni soluk yerli oyunları da kapsamıştır. Bunlardan biri, birçok eleştirmenin övgüsünü kazanan Nazım Hikmet'in Unutulan Adam uygulamasıdır. 1934/1935 döneminde oynanan bu oyunun, M. Ertuğrul'un özgün çalışmasıyla ortaya çıkmış olduğunu görürüz. M.Ertuğrul, bu oyuna kendi sanatçı damgasını vurmuştur: sahne üzerinde oyuncuyu uzak plandan yakın plana getirmesi sanki onun sinema çalışmalarından edindiği bir buluştur. Herkes tarafından göklere çıkartılan bu uygulamanın ikinci özelliği de, iç ve dış aksiyonun birbirine koşut olarak geliştirilmiş olmasıdır; yâni diyalog düzeninde, hareketler kadar duraklara da aynı ölçüde önem verilmiştir. Çoğu kez duraklar, sözlerin sonu olarak değil, sözler durakların sonucu olarak işlenmiştir. Böylece oyun düzeni içinde duraklar, organik gelişimin önemli birimleri olmuştur. Sanatçının başardığı daha başka bir çalışma da oyun düzeninin göstermeci niteliğidir. Sanatçı, Meyerhold vari bir yabancılaştırma efektini ülkemizde ilk kez bu oyunda kullanmıştır.

Doğu ve Batı tiyatrolarındaki her yenilikten bilgisi olan sanatçı, bunlara kendi buluşlarını da katarak yerli tiyatro yapıtlarında da bunları başarıyla denemiştir. Selâmi İzzet Sedes, Unutulan Adam için yazdığı eleştirisinde, bu temsilden "Türk Tiyatrosu tarihinde en esaslı yer tutacak ünlü bir hadisedir", diye söz etmektedir. Eleştirmen şöyle diyor bu oynanış üzerine verdiği yargıda:

"Unutulan Adam'ın sahneye konuş biçimi, doğrudan doğruya Muhsin'in kafasından çıkmış enfes bir üslûptu. Hamlet'te hayaleti çıkarmayıp yalnız hayaletin sesini duyuran ve bununla, Türk sahnesinde batının sahnelerine örnek olacak bir üslûp yaratan Muhsin, Unutulan Adam'da günün geçtiğini takvimle, zamanın geçtiğini saat yelkovanı ile anlattı ve sahneye ilk defa reel, tabii konuşma tarzını soktu. Sahnenin belâgat kürsüsü olmadığını gösterdi. Köhnemiş tiradı kovdu. (…) Unutulan Adam 'daki dekorlara mukavva, karton demiyeceğiz. Her sahne o derece hakikiydi".

1935/1936 döneminin en önemli oyunu sanatçının sahnelediği Goethe'nin Faust'u oldu. Bu temsilin bizde olduğu kadar Almanya'da da yankısı olmuştur. Alman gazeteleri övücü yazılarla bu temsilden sözeden eleştiriler yayımlamışlar, oyun düzeni ile oyunculuğu çok başarılı bulmuşlardır. M. Ertuğrul iyi bir dramaturgi çalışmasından sonra, bu oyunun iki bölümünü üç saate indirmiştir. Kendi ülkesinde bile her tiyatronun sahnelemeyi göze alamadığı bu başyapıtın, Şehir Tiyatrosu'nun, o dönemdeki ilkel olanaklarıyla başarıyla oynanması o dönem için bir mucize, bugün için ise üstünde durulucak tarihsel bir olaydır. Şehir Tiyatrosu' nun o zaman henüz teknolojik yenilikleri içeren bir sahnesi olmadığı için, sanatçı, arka arkaya değişen 22 sahneyi başka türlü çözümlemiştir: sahne ağzını stilize bir gotik kemer durumuna sokmuş ve bu gotik açılıştan arka planda değişik sahneleri gösterme yoluna gitmiştir. Bu gotik kemerle sahne değişimi akıcı bir yolda sağlanabilmiştir. Bu oyunun dramaturgi çalışmasında, Viyana «Burgtheater» dramaturgu Richard Beer-Hoffman'ın yaptığı budamalar da gözönüne alınmıştır. Sanatçının fikir edinmek için Max Reinhardt'ın oyun düzeni defterini baştan sona incelediğini biliyoruz. Ancak M.Ertuğrul, Reinhardt'ın Alman seyirci için hazırladığı oyun düzenini, Türk seyirciye ilk kez oynanacak Faust için uygun bulmadığından yepyeni bir oyun düzeni hazırlamıştır. Bu oyun düzeni, o sırada Faust üzerine pek bilgisi olmayan seyirciye göre düşünülmüştür. Dekor olabildiğince yalındır, giysiler ise iyi bir inceleme sonucu ortaya çıkarılmıştır.

O sırada Ankara'daki Devlet Konservatuvarı'nın Tiyatro Bölümü'nü yöneten Carl Ebert, Faust temsilinde bulunmuş, Şehir tiyatrosu sanatçılarını candan kutlamıştır. Oyunu seyrettikten sonra ‘uzun ve heyecanlı’ bir konuşma yapan Ebert'in şunları söylediğini öğreniyoruz:

"Belki yüz defa oynadığım, bir okadar da seyrettiğim Faust 'un, bir Alman sahnesinde görülmesi gelenek olmuş nekadar mizansen ve temsil inceliği varsa, hepsi eksiksiz olarak, sizin temsilinizde vardı. Sanatçların yüreklerinde işlerine karşı derin bir sevgi olmasaydı bu güç iş böyle başarıya ulaşamazdı. Faust, Mefisto, Gretchen başta olmak üzere, bütün roller kusursuz temsil edildi. Eseri herkes, istisnasız, rolünün gerektirdiği şekilde, iyi anlamış ve iyi kavramıştı".

Bu temsilden Alman gazeteleri uzun uzun sözetmişlerdir. M.Ertuğrul'un oyun düzenleri dış basında yankı yapıyordu. Viyana'da yayımlanan Theater der Welt dergisinde, Türk tiyatrosu üzerine uzunca bir yazı ve Şehir tiyatrosu'nda oynanan Macbeth ile Ayak Takımı Arasında temsillerinde iki resim vardır. Bu yazıda şöyle deniliyor:

"(…) Onun [M.Ertuğrul'un] oyun düzenleri Avrupa sahnelerine yön verecek kadar etkili; onun idealizmi ve teknik bilgisi bütün teknik engelleri ortadan kaldıracak nitelikte; Istanbul'un her iki sahnesinde birden fazla oyun sahneliyor. Tiyatro okulunu yönetiyor [Istanbul'dakini], ve şimdi Ankara'da kurulmuş olan yeni bir tiyatro okulunda da yol gösterenlerin başında geliyor; oynadığı zaman tiyatronun kapalı gişe olması garantileniyor. Muhsin Ertuğrul gelişen, yeni Türk tiyakrosunun ruhudur ".

Biraz da Macbeth temsili üzerinde durmak gerekir. Selami İzzet, bu temsil için, "Makbeti seyrederken duyulan zevki sade Şekspire medyunuz dersek haksızlık etmiş oluruz; çünkü sahnede - vak'ayı bir tarafa bırakırsak - Şekspirin şiirinden hemen hemen bir şey kalmamıştı. Fakat bu şiirin yerine mizansen üslubu, mizansen manzumesi tutmuştu. Ertuğrul Muhsin, modern tiyatronun noksansız bir örneğini meydana koydu", demektedir. Bu gösteri için o döneme göre yepyeni bir dekor hazırlanmıştır. Fotoğraflar incelenirse, bu dekor, Shakespeare' in oynadığı dönemdeki "Globe Tiyatrosu"nun sahne yapısını andırır biçimde hazırlanmıştır. Alt ve üst olmak üzere iki oyun düzeyi olan bu dekorda üst bölüm bir balkon, alt bölüm ise açılınca ikinci bir sahneyi ortaya çıkaran bir perde ile kaplıdır. Bu perdenin kapanması ve iki yanda ikinci kata çıkan merdiverlerin karartılmasıyla ön plan aydınlık kalmakta ve dikkat sahnenin önüne çekilmektedir. Ön plan çeşitli tabloların oynandığı, ekonomik bir anlayışla, sahne değişiminin hızlı yapılmasını sağlıyan bir bölüm olarak kullanılmaktadır. Ön plan bir açıklığı, bir ovayı göstermesi yönünden kullanışlıdır ve yine Shakespeare döneminin sahne düzenine yakın bir kavramı getirmektedir. Ayrıca, Tepebaşı'ndaki yanan, ahşap binanın küçük sahnesinde, bu dekorla gerekli derinlik ve yükseklik de sağlanabilmiştir. Bu oyunun giysi ve donatımlıklarına gelince: bunlar da araştırmalara dayanılarak hazırlanmıştır:

"(…) Makbetin İngiltere'deki temsilleri incelenmiş, elbiseler, avizeler, iskemleler, içki kapları, kılıçlar bütün teferruat eski İngiltere' den, İskoçya’dan, bir kelime ile söyliyelim: Britiş Muzeumdean getirilmişti sanki ".

1936/1937 döneminin bu başarılı uygulamasında cadılar sahnesi için Cemal Reşit Rey, köy havalarından esinlenerek bir de beste yapmıştır. Yine fotoğraflardan çıkardığımız sonuca göre, büyücüler de özgün bir görünüştedirler. Makyaj yerine, yüzlerine bez geçirilen bu büyücü cadıların giysileri de aynı havayı vermek için beyaz kumaştandır. Kollarından aşağıya ince şeritler halınde bezler sarkmaktadır. Bu da cadılara doğadışı bir görünüş vermektedir. Cadılar, sahnenin arka bölümü karartıldıktan sonra, yöresel ışıklama altında ön plandadırlar. Böylece sahnenin karanlığı ortasında baştan tırnağa beyazlar giymiş cadılar ilginç bir görsel karşıtlık sağlamaktadırlar.

Macbeth 'in dekoru, Londra'daki "The Old Vic" Tiyatrosu'na Wells-Coats'ın aynı yapıt için yaptığı dekorundan örnek alınmıştır. Bu, 1933 /1934 tiyatro döneminde oynanan Macbeth'tir. O dönemde, Şehir Tiyatrosu Avrupa tiyatrolarında hazırlanan dekor ve giysilerin benzerini yaptığı için başarılı sayılıyordu. O sıralarda, aslında bir ikona ressamı olan yeni yetişen Perof'un hazırladığı benzer dekorlar, hem Perof'un kendi hem de seyirciler açısından eğitici oluyordu.

Dekor ve giysi konusundaki bu tutumu, aynı dönem içinde oynanan ikinci bir Shakespeare yapıtının sahnelenmesinde izleriz: Kral Lear tragedyasının giysi ve dekorları Münihli tasarımcı Profesör Adolf Linnebach tarafından yapılmıştır. Şehir Tiyatrosu, Avrupa anlayışında bir tiyatro olmak için kurulduğuna göre, Avrupa tiyatrolarına olabildiğince öykünmek o dönemin koşulları içinde başarı sayılıyordu. M.Kemal Küçük, tedavi için gittiği Viyana'da Beyaz At Oteli 'nin oyun düzenine hayran kaldığını belirttikten sonra büyük bir gururla "(…) bütün o gördüğümüz mizansenleri mehmaemken tatbike çalıştık," diye yazmıştır. 1938/1939 döneminde, Muhsin Ertuğrul'un bir deneme yaptığını izleriz. Shakespeare'in Yannılgılar Komedyası 'nı modern giysilerle oynatan sanatçı, oyun düzenini, sözsüz oyun ve soytarılık sahneleriyle kurmuştur. Dekorlar konunun geçtiği tarihe göre yapılmış, buna karşılık giysiler temsil dönemindeki günlük modaya uydurulmuştur. Dromio'nun, Pinch'in beyaz melon şapkaları, ikizlerin tüylü Bavyera şapkaları, erkeklerin pantalon ve ceketleri, kadınların giysileri groteski getirmek üzere, fantazi de eklenerek hazırlanmıştır.

1940/1941 döneminde sahnelenen Othello uygulamasının dekorları dikkat çekicidir. Bu temsilin dekorları A. Alemciyan tarafından stilizasyona dayanan izlenimci bir anlayışta hazırlanmıştır. Saray içi, kapılar, eşyalar gerçek biçimleri dışında ortaya çıkarılmıştır ve bir yalınlığa gidilmiştir. Othello dekorunu hazırlayan Alemciyan'ın, ünlü Amerikalı sahne tasarımcısı Robert Edmond Jones'un 1921'de yaptığı Macbeth dekorundan esinlendiği söylenebilir. Buna karşılık, giysilerde, dekorda olduğu oranda bir stilize çalışma görülmez; giysiler gerçekçi bir anlayışta hazırlanmıştır. Ancak o dönemde böyle bir dekorun yapılmış olması, tiyatromuz açısından ileri bir çalışmadır. Bu dekor bugün bile modern anlayışta bir çalışma olarak kullanılabilecek değerdedir.

Muhsin Ertuğrul 1958 yılında, Devlet tiyatrosu genel müdürlüğünü bıraktıktan sonra Istanbul'da o günün genç sanatçılarını çevresine toplayıp "Küçük Sahne"yi kurmuş ve 1959/1960 döneminde yeniden Şehir Tiyatrosu’nun başına geçmiştir. O dönem Hamlet 'i yeni bir yorumla, yedinci kez sahneleyen sanatçı, dekoru, döner sahne üzerinde stilize bir anlayışta istemiştir. Tasarımcı Turgut Atalay'ın dekoru sahneyi gereğinden fazla doldurmuştur ve Othello dekorunda gördüğümüz yalınlık elde edilememiştir. Bu yorumda dikkat çeken özellik, daha önceki Hamlet temsillerinde görülen kılıç, kalkan şakırtılarının, şatafatlı giriş çıkışların, keskin hareketli tumturaklı konuşmaların, çığlıklı, ağlamaklı ifadenin bulunmayışıdır. Bunlar, yerini anlamlı bir iç yaşama bırakmıştır. Sanatçının, "ruha ve iç yaşama aktararak oynamak" deyimiyle açıkladığı bu yorum, Şehir Tiyatrosu’nun gelişimi içinde daha olgun bir evrenin başlangıcı sayılabilir. M.Ertuğrul, bu uygulama ile klasik anlayıştan uzaklaşmış, bütün süsleri atmış, ortaya yepyeni, çağdaş bir anlayışla bir Hamlet gösterisi çıkarmıştır. Sanatçı, hiçbir hüner göstermiye kalkmamış, tersine uyumlu bir yalınlık içinde, oyunun ruhunu sanatçıların ekonomik oyunuyla varetmiştir.

Muhsin Ertuğrul çok sayıda oyun sahnelemiştir. Sanırım sanat yaşamı boyunca bu, ikiyüzün üstündedir. Bunların hepsi doğru, çoğu da yenilikler içeren yorumlardır. Görüldüğü gibi, yüzyirmi üçüncü doğum yılını kutladığımız şu günlerde Muhsin Ertuğrul, Türk tiyatrosunun vazgeçilemiyecek öncüsü olarak bizlere ışık tutmayı sürdürmektedir.