Atilla Dorsay... An gelir!
Bugüne dek Atilla Dorsay’la ilgili kaç yazı yazdım, sayısını hatırlamıyorum.
Sinema eleştirisini ülkemizde kurumsallaştırmayı başarması, 50 küsur kitabıyla sinema kültürümüze kattıkları, kurucularından biri olduğu Sinema Yazarları Derneği - SİYAD çatısı altındaki çalışmalarımız nedeniyle, “Hepimiz Dorsay’ın paltosundan çıktık!” diye yazmışlığım bile vardır zamanında.
Her ağabey - kardeş ya da dostluk ilişkisinde olduğu gibi zaman zaman sert tartışmalarımız da oldu kuşkusuz ama kendi adıma şimdiye kadar Dorsay’a saygıda fazla kusur etmediğime inanıyorum.
Fakat bu yazı epeyce farklı olacak... Atilla Dorsay epeyce farklılaştı, epeyce değişti çünkü.
SAHTE VE RUHSUZ EMEK
2009’dan itibaren tarihi Emek sinemasının hukuksuzca ve bin bir yalan söylenerek yıkılıp yerine dikilecek alışveriş merkezine karşı ilk ayağa kalkanlardan biriydi Dorsay. Mimar kimliğiyle de bu garabete karşı mücadele etti, “Emek yoksa ben de yokum!” diyerek protesto amacıyla gazetesinden ayrıldı, neredeyse sloganlaşan bu sözünü başlığa taşıyarak bir kitap çıkarttı, bu konuda örnek tavır sergileyen binlerce insandan biri oldu, eylemlere katıldı.
Derken, yaklaşık bir yıl önce, 2016’nın ortalarında, tam da sahte Emek’in halkla ve basınla ilişkilerini yeni bir ajans üstlenmişken, aniden 180 derecelik şaşırtıcı bir dönüş yaptı Dorsay: utanmazlık anıtı olarak yükselen ucubede, “Emek’in ruhunu yeniden hissetmeye, salonun duvarlarında replikleri yeniden duymaya” başlayıverdi.
“Emek Yoksa Ben de Yokum!” adında bir kitap yazmışlığı vardı ama artık ne olduysa, “Emek’in yeni haline karşı çıkmıyorum. Bugünkü Emek’i naçizane destekliyorum, savunuyorum” demeye karar verdi. Argümanlarından biri, “İnsan yaşlandıkça daha gerçekçi oluyor” şeklindeydi ama bir yıl içinde nasıl bu kadar hızlı “yaşlandığı” hiç anlaşılamadı.
Sürecin başından beri Emek sinemasının yıkımına karşı mücadele yürüten ve sahte Emek’i boykot edip burada düzenlenen hiçbir etkinliğe katılmayacağını ilan eden SİYAD’la arasındaki ilk büyük çatlak da doğal olarak bu nokta oluştu. Dernek boykot ediyor, derneğin onursal başkanı ise röportaj üstüne röportaj verip sahte Emek’i öve öve bitiremiyordu.
SİYAD’A ‘NAH!’ ÇEKMEK
“Bu gazetedeyken Emek’i savunamam” diyerek Sabah’tan ayrılan Dorsay, bu kez de, “Bu dernekteyken sahte Emek’i savunamam” gerekçesiyle SİYAD’dan ayrılma noktasına gelmekte sakınca görmemişti. 13 Mart’ta Cumhuriyet’te yayımlanan röportajında da bunu dile getiriyor ve “SİYAD’a kırgınım, onursal başkanlıktan ayrılmam an meselesi” diyordu zaten.
Derneğin halihazırdaki yöneticilerine demediğini bırakmayan Dorsay, inanmayacaksınız ama SİYAD’a “nah!” çekmeyi de ihmal etmiyordu Emrah Kolukısa’nın sorularını yanıtlarken.
İlginçtir, bu ülkede alçakça tezgâhlanan komploların sorumluları ve tetikçileri oldukları gerekçesiyle hapse tıkılan Ahmet ve Mehmet Altan biraderlere, firari Yavuz Baydar’a, Mümtazer Türköne’ye vs. övgüsünü hiçbir zaman esirgemedi Dorsay... Zaman’ın kapatılmasından sonra Gülen Cemaati’nin çıkardığı Yarına Bakış gazetesindeki köşe komşularından hep özlemle söz etti...
Buna karşın, her şeye rağmen onurunu korumakta ısrarlı davranan 50 yıllık eleştiri kurumu SİYAD’a hakaretler edip “nah!” deme noktasına vardıysa, “o an” çoktan gelmiş demektir.
Sahte Emek’e doğru, yolunuz açık olsun Atilla Bey!