23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

1 Mayıs, emek ve siyaset-1

R. Bülend Kırmacı

R. Bülend Kırmacı

Eski Yazar

A+ A-

EMEKLERİYLE DÜNYA KURANLAR

Emekleriyle ellerinde dünyayı yükseltenlerin bayramıdır kutladığımız her 1 Mayıs.

Ne ki, ücret yetersizliğinin, kayıt-dışılığın, “iş cinayetlerinin” ve işsizliğin girdabındayız.

Türk işçisi, “Kıdem Tazminatı” gibi “kazanılmış” haklarına yönelik tasallutlara alıştı artık!

Fazla mesaiye veya kadın emeğine tatbik edilen ücret dengesizliğine itirazlar duyulmuyor!

Her hak talebinde “işsizler ordusuna” nazireyle “terbiye” edilmeye çalışılan bir kitle var..

Türkiye, sendikalaşma oranı itibariyle, “gelişmiş demokrasi” ölçütlerinin çok gerisinde…

İşte bu koşullarda, kutladık 1 Mayıs’ı!

İKTİSADİ AKIL VE İŞÇİLER

Tartışmasızdır: işçi sınıfı “kendisi için bir sınıf olma” kıvamını iktisadi akılla kazanabilecek.

En yalın tanımıyla iktisadi akıl, sermaye, girişimcilik ve emek dahil ekonomideki her aktörün kendi çıkarını savunmasıdır. Bu, yapıcı bir savunmadır.

Yok değilse, bir diğerini ‘yok sayan’ inatçı bir pazarlık; süreci dağıtıp, büyük çarkı kıracaktır. Asıl olan, ücret, sosyal ödeme, kar ve artı değerin ‘gerçekçi’ bölüşümüyle, üretimin devamlılığıdır. Tam da bu açıdan “akılcı bir işveren” işçinin sendikal haklarına da, sosyal kazanımlarına da, kurallı çalışmaya da karşıt değil; yandaştır!

Öte yandan, “iktisadi aklı” siyasal plana indirgersek, işverenin kapitali arkalayan partilere destek olması ne kadar olağansa, emekçinin de sosyal hakları önceleyen partilere omuz vermesi bir o kadar doğaldır. Ne yazık ki, Türkiye gibi sanayinin gelişiminin, sermayenin birikiminden geride geldiği ülkelerde; eğitim sistemi ve medyanın da simyacılığıyla; roller değişebilmekte, işçi ”kapitalist”, işveren “sol” partilere rağbet edebilmektedir. Bunun bir nedeni bizdeki sermaye birikiminin devlet şemsiyesi altında gelişmiş olması, diğer bir nedeniyse, 1961 Anayasası sonrası işçi sınıfının “kazanılmış hakların” telifi konusundaki yetersizliğidir…

‘REFAH TOPLUMU’ GANİMETLE OLUŞTU

70’lerin refah toplumuna geçiş sürecinde özellikle Kıta Avrupa’sında emeğin gelişen maddi olanakları, özlü sosyal adaletçi arayışların, vergide, servet sahipliğinde, gelir dağılımda, kalıcı gelişmelerin değil, gerçekte, paylaşım savaşlarından elde edilen birikimin ve sömürü ganimetinin, hakim sınıflarca, kısmen emekçi ailelerine yönlendirilmesinin eseriydi... Eninde sonunda sağlı “sollu” “emperyalizmin” büyük makinesi, her coğrafyayı dağıttı, “kötü para-iyi parayı kovdu”. Geriye kalan “büyük direnişler”, elbette büyük hatıralar ve tecrübeler bıraktı.

ULUS-DEVLET’E SALDIRI VE EMEK

Günümüzün dünyasında emperyalizmin ulus-devlete yönelik saldırıları, emek-sermaye çelişkisini ister istemez farklı bir boyuta ve çıkar birliğine taşımıştır:

Örneğin, Türkiye’mizde, işçi ile işveren, ay-yıldızlı bayrağımıza ve ulus-devletimize sahip çıktıkları oranda, kapımızı özelleştirmeyle çalan yağmacılığın “yabancılaştırmaya” dönüşmesine beraberce karşı durabilecekler; dünün işvereni yarın “yabancının işçisi” olmaktan, bugünün işçisi yarın plantasyonlarda ve merdiven altında köle olarak işe koşulmaktan, işte ancak bu bilinçle korunabilecektir …

ARA REJİMLERDE VE SAVAŞLARDA KAYBEDEN EMEK

Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de bir yandan ulusal bilinç yükselmekte diğer yandan toplumlar için huzur, devletler arasında gerçek bir barış arayışı sönmeyen bir ateş olarak harlanmaktadır. Bu bilinçlenme sürecine en büyük katkı yine emek kesiminden gelmektedir. Dünya’yı “üretenler”, dünyayı olumlu anlamda değiştirme arayışındadır.

Bu arayış işçilerin de aralarında olduğu “geniş ittifaklara” çağrı yapmaktadır.

Ara dönemlerde, askeri rejimlerde, darbelerde ve de emperyalist savaşlarda, iktisadi açıdan en büyük kayba uğrayanlar işçilerdir, emekçilerdir. Bu sancılı süreçlerde bölge / ülke işçilerin gelirlerinin dörtte bire indiği, dahası, ücretsiz izinler ile işten çıkarmaların yoğunlaştığı tarihle sabittir. Dolayısıyla işçi ve emekçi kesimler için saydam ve katılımcı demokrasi diğer sistemsel işleyişlere göre evladır. Bundan da ötede ekonomide bile demokrasinin bir gereksinme olarak belirdiği çağımızda, gerçek bir demokrasi, yalnız işçiler için değil “akıllı” işverenler için de en tercih edilen düzen olsa gerekir. İşte bu yolda ulusal gelişme-küresel dayanışma esastır. Yazımın ikinci bölümünde, kuramsal ve pratik çözümlemeler eşliğinde, siyaset-emek ilişkileri üzerinde yoğunlaşacağım. 1 Mayıs, emekle, bilimle, sevgiyle, dünyanın üreten apaydın yüzüyle kutlu olsun!