100. yıl böyle mi kutlanmalıydı?
Sanat etkinliklerinde gümüş ya da altın yıllar olarak adlandırılan 25, 50 ya da 100. yılların önemi üzerinde durmuş, bu tür yıldönümlerinin, ait olduğu alanlardaki çalışmaların-etkinliklerin, geleceğe aktarılacak denli geniş kapsamlı, kalıcı ve nitelikli olması gerektiği üzerinde durmuştuk. Ama ardından da, diğer 50 ya da 100 yıllar gibi, sinemamızın 100. yılının da yüzeysel, laf olsun diye geçiştirilen, değil geleceğe aktırılacak, günümüzde bile kimsenin ciddiye almadığı etkinliklerle harcanacağı kuşkusu üzerinde durmuştuk.
Keşke sinemayla ilgili kimi kuruluşlar 100. yıla ilişkin yapacakları, yapmayı tasarladıkları etkinlikler ve kalıcı çalışmalarıyla bizleri yanıltsaydı. Ama öyle olmadı. Diğer sanat dallarımızdaki bu tür gümüş ve altın yıllarda yaptığımız gibi sinemanın 100. yılını da bir çırpıda harcayıverip, laf olsun diye kutlamayla geçiştirdik ve geçiştirmeye de devam ediyoruz.
Yine de bakanlığımızın bu konudaki çalışmalarına haksızlık etmeyelim(!). Onlar 100. yılı Türkiye'de değil ama Cannes festivalinde bir kokteylle, birbirlerini ağırlayarak kutladılar. Ardından da yüz yılın en iyi Türk filmlerini seçmek için halk arasında bir soruşturmaya giriştiler. Yani yüz yılın en iyi filmlerini, yaptıkları bir soruşturmayla saptamaya çalışacaklar. Sonucun ne denli sağlıklı olacağını şimdiden tahmin etmek kehanet sayılmaz. Yani Hababam Sınıfı, Selvi Boylum Al Yazmalım, belki bunlara bir Recep İvedik de katılır. Bakanlığın bu soruşturmanın sonucunda çıkacakları pek önemsediğini sanmıyorum. Sonunda biz değil de halk seçti diyecekler. Tabii ki halkın seçtiğine kim karşı çıkabilir ki?
Ama işin garibi halk nasıl seçecek? Bırakın halk, bu soruşturmayı sinema yazarları arasında yapsanız bile sağlıklı ve nesnel bir sonuca varmanız mümkün değil. Çünkü sinema yazarlarının yaş ortalaması 30 civarında, önemli Türk filmlerinin tümünü görmeleri pek mümkün değil. Yanan filmler var, kayıp olanlar var, yıllar yılı kopyası basılıp günümüze gelmeyenler var. Var olanlar arasından yapılan bir seçim ise hiçbir zaman sağlıklı ve nesnel olmaz.
Bu filmleri derleyip arşivlerde saklamak ya da çeşitli yollardan günümüze aktarmak, bunlar üzerinde ciddi çalışmalar yaparak geçmişin en iyi filmlerini geleceğe de armağan etmek pek kolay değil, güç iş. İşte 100. yılın çalışmaları bu kulvarda kalıcı bir şekilde yapılacağı yerde, kayıp filmler üzerine yapılan küçük bir anketle olup bittiye getiriliyor. Yani, kolayca anlaşılacağı gibi laf olsun diye yapılıyor.
100. yılda yapılması gereken işler elbette ki bu kadar değil. Örneğin bakanlığın bir kuruluşa 20 yıl önce verdiği ve hala geri almadığı 20'li, 30'lı yılların belgesellerini yaşama geçirmesi, bunları bir Türk Film arşivi çatısı altında toplaması gerekiyor. Ama ne gezer, bırakın bir çatı altında toplamasını, yanmaz hale getirilmesi için emanet olarak verdiği kuruluştan bile bunları geri alma zahmetine katlanmıyor. Dava açıyor ama sonra da biz dava açmadık diyerek bizim malımız ve belleğimiz olan filmleri unutup gidiyor.
Bir de hiç kimse neden sinemamızın 100. yılını kutluyoruz diye bir şeyleri sorgulamıyor. Defalarca yazdık, belgeleriyle kanıtladık, bunu herkes biliyor da bir biz bilmiyoruz. Bu konuda araştırmainceleme yapanlar, sinema tarihçileri, yazarlar, tarihçiler, akademisyenler bir araya getirtilip, tüm belgeler incelenerek sinemamızın doğum günü bilimsel olarak saptanamaz mı?
Dedim ya bunlar zor iş... Cannes'da on kişilik bir kokteyl yapıp, ardından mini soruşturmayla 100 yılın filmlerini seçip, kimi festivallerde de kimilerine 100. yıl plaketlerini vermek gibi çok önemli(!) işler dururken bunlarla kim uğraşır ki?
Ne yazık ki sinemamızın 100.yılı etkinlikleri ve çalışmaları, bırakın geleceğe aktarılacak bir bellek ya da mirası bir yana, geçmiş yılların mirasını bile günümüze taşmaya yetmiyor.