16 Eylül 2024 Pazartesi
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

100 yıldır çözümünü bulamayan EGAYDAAK’ların gelecek 100 yılı

Halil Özsaraç

Halil Özsaraç

Gazete Yazarı

A+ A-

Lozan’ın imzalandığı 1923’te, bütün dünyada 3 millik kara suları genişliği uygulanırdı. Lozan’daki Türk Heyeti, Yunanistan’ı yönetenlerin 1936’da kurnazlık yaparak, buna karşılık Türkiye’yi yönetenlerin ise 1963’te düşüncesizlik ederek Adalar (Ege) Denizi’nde kara suları genişliğini 6 mile çıkaracaklarını bilemezlerdi. Yunanistan, 1982’den beri kara suları genişliğini 12 mile çıkarmak için aradığı fırsatı; neyse ki bulabilmiş değildir. Bana sorarsanız “3 millik” beden ölçüsünde kesilen kumaştan “12 millik elbise”nin çıkması olanaksızdır; zaten “6 millik elbise de düdük gibi durmaktadır.” 1830’dan 1913’e kadar Osmanlı aleyhine büyüyen, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu ve Trakya’da altın vuruşunu yapmaya yeltenip başarısız olan Yunanistan, 1936’dan itibaren de denizlerde yayılma gayretlerini sürdürmüştür. Yunanistan’ın “12 mil kara suları gibi” fırsatçılık peşinde olduğu alanlardan biri de “Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK)” konusudur. 1995’te yaşanan Kardak Krizi ile Türk kamuoyu, Yunanistan’ın Adalar (Ege) Denizi’nde “hokus pokus” yaparak sessizce çökmek istediği 152 gruptan oluşan 800 civarında kara parçası ile bunların deniz alanlarının varlığı ile tanışmıştır. Kafalarını Batı emperyalizmine endeksleyen bazı yorumcular, “bu ıssız adalar için sorun çıkarmayı anlamsız bulup saldırganlık olarak değerlendirseler de” Türkiye’nin asla vazgeçemeyeceği EGAYDAAK’ları ve bunların deniz yetki alanları vardır. Türkiye’nin EGAYDAAK konusunda pasif tutum sergilemesi ise, buralara sessizce ve kademeli olarak yerleşen Yunanistan’ın emellerine hizmet etmektedir. Örnek vermek gerekirse; Koyun, Fornoz, Hurşit, Eşek, Nergizcik, Marathi, Bulamaç, Koçbaba, Ardıççık, Ardacık, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Limoniye, Küçük Çuha, Gavdos Adaları; Venedik ve Plati Kayalıkları ile daha Türkçe isimleri konmamış çok sayıda mini formasyon günümüzde fiilen Yunanistan’ın sessiz işgali altındadır. Kendi çözümüme geçmeden önce, 100 yıl öncesinin -yani, Lozan döneminin- derinliği ile günümüz derinliğini birleştirelim…

LOZAN’A DONANMASIZ GİDEN TBMM HEYETİ

Mudanya Ateşkesi’nden sonra barış görüşmeleri için Lozan’a heyet gönderen TBMM, Anadolu’ya yakın olan Saruhan ve Menteşe Adaları’nın Türkiye’ye bırakılmalarını istemişti. Ancak, bu imkânsız istek, fazlaca üstelenemedi bile. Çünkü, Lozan’a “Mavi Vatan” çıkarları için mücadele edecek bir donanması olmadan giden TBMM, barış sağlanamadığı takdirde kara savaşını sürdürme yeteneğine sahip iken, deniz harekâtı yapma olanağından tamamen yoksundu. I. Dünya Savaşı’na Yavuz ve Midilli hariç, teknolojisi oldukça eski, az sayıda savaş gemisiyle giren Osmanlı Donanması’ndan batmayıp kurtulabilen yaralı ve yıpranmış savaş gemileri, 20 Kasım 1918’den itibaren İtilaf Devletleri’nce Haliç’te ve Tuzla’da enterne edilmişlerdi, yani esir alınmışlardı. Zaten, İstanbul Tersanesi’nin de işgal altında olması nedeniyle, gerekli bakımları yapılamayan savaş gemilerimizin pek çoğu, Lozan imzalandıktan sonra Türkiye’ye iade edildiklerinde de iflah olmayacak şekilde hurdaya dönmüştü bile. Bunlardan pahalı ve uzun süren onarımlar ile kurtarılabilecek durumda olduğuna kanaat edilen Turgutreis ve Hamidiye fırkateynleri 1924’te, Mecidiye kruvazörü 1928’de ve Yavuz zırhlı muharebe gemisi ise ancak 1930’da faal duruma getirilebilmiş; böylece zayıf da olsa bir Cumhuriyet Donanması’ndan söz edebilmek mümkün olabilmişti.

Kurtuluş Savaşı’nda TBMM’nin bir deniz kuvveti var mıydı? Azıcık vardı: İtilaf Devletleri’nin Pontusçuları desteklemek için 1919 başlarında Karadeniz’e gönderttiği Preveze ve Aydınreis gambotları, daha sonra İstanbul’un emirlerine uymayıp TBMM Hükûmeti’nin emrine girmişti. Denizde dolaşabilen 4 adet 6 inçlik toptan ibaret, ateş gücü zaten çok zayıf olan bu iki gemi, Lozan sürecinde Türk Boğazları’nda üslenen güçlü İtilaf Donanması’nı ve Boğaz topçu tabyalarını aşamayacaklarından Karadeniz’de mahsur kalmışlardı. Yani, Adalar (Ege) Denizi’nde tek bir savaş gemisi bile bulunmayan TBMM’nin deniz çıkarlarımızı korumak adına Lozan’da, eli bomboştu. Bu durum, Türkiye’yi Lozan’da “Mavi Vatan” anlaşmazlıklarında donanmamızın güçleneceği gelecek dönemleri düşünen ve gelecekte inisiyatifli duruş sergilememizi kolaylaştıran formüller geliştirmeye sevk etmişti. Neyse ki, Lozan’a gönderdiğimiz heyet, cin gibiydi ve güçlü donanmalara sahip olacağımız günleri iyi hesap ederek EGAYDAAK’lar gibi gözden kaçırılması güç bir konuyu, Lozan’ın maddeleri arasına gizlemeyi başarmışlardı.

LOZAN’IN EGAYDAAK’LARI GÖZDEN KAÇIRMA BAŞARISI

Lozan’ın 12’nci maddesinde özetle “Türk ana karasından 3 mil genişliğin (yani kara sularının) içindeki adaların Türkiye’ye ait olduğu” yazılıdır. Bu durum, Yunanistan tarafından, Gökçeada ve Bozcaada hariç Türk ana karasına 3 milden uzaktaki tüm adaların Yunanistan’a ait olduğu şeklinde yorumlamasına yol açmıştır. Lozan’ın 16’nci maddesinde ise özetle “Türk ana karasının 3 milinden daha uzaktaki adaların geleceğinin (yani, kime ait olacağının), ilgilisi (yani, Lozan’dan önce Osmanlı Devleti) tarafından saptandığını veya ilgilisi (yani, Türkiye) tarafından (Lozan’da veya daha sonra) saptanacağı”; ayrıca “Türkiye’nin (kimin olacağı Lozan öncesinde veya Lozan’da) saptanmış veya (Lozan’dan sonra) saptanacak bu adalar üzerinde haklarından vazgeçtiği” de yazılıdır. İşte, “Türkiye’nin bu haklarından vazgeçme” ifadesi de, Yunanistan’ın üzerine balıklama atlamasına ve EGAYDAAK’ların hakkının kendisine geçtiğini iddia etmesine yol açmaktadır. Ancak, fazla heves etmesinler, çünkü Lozan’ın diğer maddelerinde hangi adaların, hangi koşullarda Yunanistan’a (veya İtalya’ya) bırakıldıkları -en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde- tek tek ve isim isim yazar. Anlayacağınız, Türk Heyeti, Yunanistan’ı Lozan’da çok feci uyutmuş ve hak iddia etmediği bu adaların Yunanistan’a devredildiğini veya devredileceğini ifade eden tek bir kelime bir yazdırmama başarısını göstermiştir. Buraya kadar özetlersek; EGAYDAAK’lar, Türkiye’nin “Yunanistan’a vermedim”, ama “hak iddiam da yok” demiş bulunduğu coğrafi formasyonlardır. Anlayacağınız, EGAYDAAK’lar, Lozan’da “flu” sahaya itildiklerinden en barışçı yoldan, ancak Uluslararası Adalet Divanı yoluyla çözülebilecek bir konudur. Ancak Yunanistan, Lozan’ın maddelerinin hiçbirinde ismen kendisine devri yapılmamış olduğundan, Uluslararası Adalet Divanı’nın, EGAYDAAK’ların tümünü birden Türkiye’ye vereceğini iyi bilmektedir. Bu sorununu, mahkeme yoluyla çözmeye şimdilik yanaşmayan Yunanistan, EGAYDAAK’lara mahkemenin dikkate alacağı düzeyde yerleşim alanlarını kurma işini sessizce tamamlayana kadar, bu seçeneği öteleyebildiği kadar öteleyecektir. Bu durum, Türkiye’nin bugünkü sessizliği ile birleşince, EGAYDAAK’ların önümüzdeki 25-30 yıl içinde hukuken kaybedilmesi demektir.

EGAYDAAK’LAR İÇİN GÜÇ KULLANMAKTAN BAŞKA SEÇENEK VAR MI?

Genelde, Türkiye için akla gelen en makul çözüm, EGAYDAAK’lar için güç kullanmaktır. Ama benim çözümüm bambaşka… Lozan’ın 16’ncı maddesi; haklarından vazgeçtiğimiz, ama Yunanistan’a da devretmediğimiz EGAYDAAK’ları kime devredeceğimiz konusunda Türkiye’nin yetkisini saklı tutmaktadır. Bu durumda; neden EGAYDAAK’ların 20-30 grubunu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne, 80-100 grubunu Orta Asya’da karaya kilitli durumdaki Türk Devletleri’ne, yani Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’a 50-100 yıllığına devretmeyi düşünmüyoruz. Böylece, hem KKTC’yi hem de Asya’da karaya kilitli kalmış kardeşlerimizi, Adalar (Ege) Denizi’ne çıkarmış oluruz. Geriye kalan 20-50 grup EGAYDAAK’ı da deniz üsleri kurmaları için Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti ve İran İslam Cumhuriyeti gibi Asya’nın Akdeniz’den uzak tutulmaya çalışılan güçlerine 50-100 yıllığına devredersek nasıl olur? Yunanistan coğrafyasından Türkiye’yi ve Asya’yı tehdit eden emperyalist ABD üslerine karşı Batı Asya’nın da sağlam durmasına büyük katkı sağlamaz mı? İş, iki satır anlaşma imzalamaya bakar. Her zaman söylemişimdir: “Dinsizin hakkından imansız gelir.” Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ama benim “emperyalist Batı”yla pek geçinemeyen, Afrasyacı (Afrikacı ve Asyacı) aklım, -her konuda olduğu gibi- EGAYDAAK meselesinde de devrimcilikten yana çalışıyor.