25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

145 yaşındaki Anna Karenina...

Filiz Gümüş

Filiz Gümüş

Eski Yazar

A+ A-

Rus edebiyat ve sinemasından bir kez daha söz ediyor olacağız fakat bu kez tiyatrodaki yansıması üzerinden... Gündemimizde, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun adeta tıklım tıklım (salonun boşluklarına ek koltuklar konacak denli) merak ve ilgiyle izlenen “Anna Karenina” oyunu var…

Edebiyat çevrelerinde Lev Tolstoy’un, Anna Karenina eseri söz konusu olduğunda, “Gene mi şu ahlaksız kadın!diye söylendiği anlatılır. Bunun ne kadarı doğru bilemeyiz fakat yazarın yazın tarihi, hayatı boyunca kendi yarattığı karakterle ‘geçimsiz’liğine ilişkin kayıtlarla dolu. Yazımızın sonuna doğru bunun nedenine ilişkin başka önemli ipuçlarını daha iyi anlayabilirsiniz. Fakat bu söylence, yazarın girdiği her çevrede, onca başka başyapıtına rağmen, kendisine en çok Anna Karenina’nın sorulmasından duyduğu bıkkınlığın ifadesi olarak hikaye edilmekte.

Tolstoy’un, daha yaşarken bu denli Anna ilgisiyle karşılaşmasının nedeni de 2007 yılında tescillenen bir tespitle daha iyi anlaşıldı. Time Dergisi, 2007 yılında, 125 ünlü yazarı biraraya getirip, onlardan “zamanımıza kadar yazılmış en iyi roman”ı seçmelerini istediğinde; Tolstoy’un Anna Karenina romanı birinci çıktı. Yazarın bu eseri onun sadece edebiyat tarihinin tüm yazarları arasından değil, Savaş ve Barış, Diriliş gibi başka onlarca başyapıtı arasından da sıyrıldı.

Aslında Ankara Devlet Tiyatrosu’nun, bu yeni oyunu ile ne derece büyük bir yükün altından kalkmaya çalıştığını daha iyi anlatabilmek için, Anna Karenina’nın öyküsüne devam edelim…

Roman karakterlerinin bir yazarın parmaklarından kitaplara düştüğü andan itibaren, kendi kaderlerini kendileri yarattıkları söylenir. Ama Tolstoy’un Anna Karenina’sı, ilk kez ortaya çıktığı 1873-1877’den bu yana, 145 yıldır, yalnız kitaplarda kalmamış; tiyatrodan sinemaya, oradan televizyon dizilerine kadar, her seferinde yeni yüzlerle onlarca kez canlanmış ve daima büyük bir ilgi görmüştür.

Tiyatrodan daha fazla izleyiciye ulaşabilen sinemada, bir Anna Karenina arşivi araştırması yapacak olsak, isimlerini saymadan geçemeyeceğimiz çok sayıda ünlü oyuncular ve filmler görürüz.

145 yaşındaki Anna Karenina... - Resim : 1

Örneğin Greta Garbo, Anna’yı sinema perdesinde yansıtan ilk aktristir. Yönetmen Clarence Brown’un, 1935 yapımı bu ilk “Anna Karenina” filminde, Garbo’nun buğulu güzelliği, Anna karakterine bürünmüştür. İsveç kökenli aktris, o dönemde bu filmdeki rolüyle ‘New York Film Critics Circle Award’da, “en iyi kadın oyuncu” seçilmiştir. Fredric March’la başrolü paylaştığı filmde Garbo, hala bazı eleştirmenlere göre Anna Karenina’yı en iyi canlandıran oyunculardan biri...

Bu filmden 13 yıl sonra Hollywood’ta bu kez Vivien Leigh’e aynı rol verilir. Aynı adlı 1948 yapımı filmin yönetmeni Julien Duvivier’dur. “Rüzgar gibi Geçti”nin ünlü oyuncusu Leigh’in bu filmde zarafetiyle akıllarda kalsa da Garbo’nun başarısını yakalayamadığı söylenir.

Sovyetler, kendi hikayelerini, Hollywood’ın daha iyi yapamayacağını ilk kez Aleksandr Zarkhi yönetmenliğindeki 1967 yapımı “Anna Karenina” ile ortaya koyar. Tatyana Samoilova, böylece Sovyet sinemasında öne çıkan ilk Anna yüzüdür. Samoilova’nın oyunculuğundaki başarısı yanında, şayet yanılmıyorsak kitabın aslına en yakın senaryoyu da bu filmde görmek mümkündür.

Sovyetler Birliği’nde 20. Yüzyılın prima balerini sayılan Bolşoy Balesi’nin yıldızı Maya Plisetskaya da Anna’ya bu kez danslarıyla hayat veren 2. ünlü olmuştur. Plisetskaya’nın Sovyet orkestrasının harkulade müzikleri eşliğindeki dansları 1976’da kaydedilmiştir.

145 yaşındaki Anna Karenina... - Resim : 2

Bir yıl sonra İngilizler Anna Karenina’yı 10 bölümlük bir TV dizisiyle televizyona taşırlar. 1977 yapımı dizinin yönetmeni Basil Coleman’dır. Anna rolünde bu kez Nicola Pagett vardır. Dizinin başarısı, (IMDb puanı 8,1) sekiz yıl sonra 1985’de, İngilizlere ikinci tv dizisi için de basamak olur. Bu kez Jacqueline Bisset’in oynadığı dizinin yönetmeni Simon Langton’dur.

12 yıl daha geçer ve günümüz sinema teknikleri ve teknolojisine en yakın ilk sinema filmi 1997’de çekilir. İngiliz yönetmen Bernard Rose, Sen Petersburg ve Moskova’da çekilen bu büyük bütçeli filmi ile Anna Karenina’yı hafızalarımıza kazımıştır. Filmin senaristliğini de kendisi yapan yönetmen, Anna rolü için güzelliği ve oyunculuğu ile ünlü Fransız oyuncu Sophie Marceau’yu seçmiştir. Sevgilisi “Count Vronsky” karakterine ise İngilizlerin karizmatik sinema ve tiyatro oyuncusu Sean Bean yeniden hayat verir. İki oyuncunun da başarısının çok konuşulduğu film, o dönemde toplam 2,197 milyon dolar bilet gişesi elde etmiştir.

145 yaşındaki Anna Karenina... - Resim : 3

İngilizler, Anna Karenina’nın getirdiği başarıdan, sonraki yıllarda da vazgeçmezler. 2000 yılında David Blair’in yönetmenliğinde, 4 bölümlük bir TV dizisi daha çekilir; Anna Helen McCrory olmuştur.

2009’da, Anna bu kez Rusya’nın yeniden gündemindedir. Sergey Solovev yönetmenliğinde çekilen TV dizisi 4 bölümden oluşur. Anna rolü Tatyana Drubich’ndir.

Üç yıl sonra 2012’de İngiltere yapımı bir yüksek bütçeli sinema filmi daha tüm dünyada vizyonlara girer. Yönetmen Joe Wright sinemaya getirdiği tiyatro sahneleriyle de çok konuşulan bir film yaratmıştır. Anna Karenina, İngilizlerin güzel oyuncusu Keira Knightley ile canlanır bu kez. Jude Law’ın oynadığı Anna’nın kocası Alexei Karenin” ise bu filmde ilk kez daha öncekilerin aksine, yaşanan acının bir tarafı olarak daha çok yansıtılır ve başka bir güçlü karakter olarak karşımıza çıkar. Öyle ki derin mavi gözleriyle Vronsky’yi canlandıran Aaron Taylor-Johnson bile bazen erdemli kocanın gerisine düşer.

Filmde şehirde geçen sahnelerin büyük bölümü, bir tiyatro sahnesinden aktarılırken, kırsal alanlar gerçek açıkhava alanlarına açılır. Yönetmenin bu yaklaşımında, dönemin şehirlilerinin, aslında daima bir tiyatro içinde yaşadıklarına dair bir gönderme yapmak istediği; kırsalda yaşamın ise daha gerçek ve özgür olduğuna atıfta bulunduğu kaydedilir.

***

145 yaşındaki Anna Karenina... - Resim : 4

İngilizlerden sonra İtalyanlar, ardından tekrar Ruslar… Görüldüğü gibi bu böyle sürüp gitmekte. Sinema tarihindeki ilk kayıt 1935’ten bu yana Anna Karenina, başlangıçta her on yılda bir diyebileceğimiz bir aralıkta yeniden perdeye yansırken, şimdilerde başka başka pek çok ülke dahilinde neredeyse birkaç yılda bir karşımıza çıkıyor.

Fakat tüm bu Anna Karenina tekrarları arasında, Rusya Federasyonu’nda, geçen yıl bir adım daha ileriye gidilmiş. Önce 10 bölümlük yeni bir Anna Karenina TV dizisine yönetmenlik yapan Karen Shakhnazarov, aynı oyuncularla, Anna’nın ölümüyle biten diziden yeni bir “devam” sineması ortaya çıkarmış.

Amerikan edebiyatının ya da Hollywood’un sık sık başvurduğu bu “Diğerlerine ne oldu?” sorusunun, böylece artık Anna Karenina “literatürü”ne de girdiğini söyleyebiliriz.

Anna Karenina. Istoriya Vronskogo” adıyla vizyona giren 2017 yapımı bu son filmde, Anna’nın, sevgilisi uğruna ayrılmak zorunda kaldığı küçük oğlu “Seryosha” büyüyüp asker olmuştur. Mançurya’da -tesadüf bu ya- Rus-Japon Savaşı’nda, annesinin sevgilisi Vronsky’ye rastlar !... Vronsky böylece, Anna ile olan tirajik hikayesini “hatırlamak istediği gibi” yeniden anlatmaya başlar…

Karen Shakhnazaro’ın filmini görmedik. Türkiye’de vizyonu bırakın, Türkçe altyazılı olarak internette görebileceğimiz bile meçhul. Dolayısıyla ne derece başarılı olduğunu bilemiyoruz. Ancak yönetmenin, 1998’de ünlü MOSS Film Stüdyoları’nın başına geçecek denli büyük bir özgeçmişi olduğunu öğreniyoruz. Yeri gelmişken, Sovyet sinemasının tarihi filmlerinin geçtiği bu stüdyoların, bazı yönleriyle Hollywood ya da pek çok Avrupa film merkezleri kadar ve-veya onlardan çok daha ileri seviyede bir teknolojiye sahip olduğuna ilişkin bir belgesel gördüğümüzü söyleyelim. Burası öyle düzenli tutulmuş bir eski zaman müze arşivine sahip ki aynı zamanda yüzbinlerce antika eşya veya giysi, istenildiğinde kolayca bulunabilecek şekilde bu stüdyolarda saklanıyor hala…

Ve yönetmenin aynı zamanda Azerilerin Karabağ katliamlarının kışkırtıcısı olarak gördüğü Gorboçov’un ünlü Ermeni politikacısı Georgi Şahnazarov’un oğlu olduğunu da öğreniyoruz...

Shakhnazarov’un peşisıra Anna Karenina karakterlerine devamçekimlerine başkalarının da heves edip etmeyeceğini zaman gösterecek. Fakat şayet böyle devam ederse, Tolstoy’un, daha yaşarken bir anlamda kontrolündenendişe duyduğu Anna Karenina karakterinin ilerleyişinin, artık eskisi gibi “tek yaratıcısı” olma inisiyatifini elinde tutamayacağını da öngörmemiz gerekebilir.

***

Tolstoy’un, şimdilerde 1000 (kimi eski yayınlarda 1500) sayfayı aşan Anna Karenina eserini inceleyen edebiyat teorisyenlerinin, yazarın bizzat romanda ve sonrasında kendi hayatına ilişkin anekdotlarda ortaya koyduğu keskin “ahlakçı” yaklaşımlarla destekledikleri bir teorem vardır. Buna göre Tolstoy, Anna Karenina’yı, toplumun en küçük kolektif yaşamı “aile”nin mutluluğunun önemini temel alarak; “ideal aile”nin önünde bir engel olarak gördüğü, Rus aristokrasisindeki ahlaki yozlaşmalara bir eleştiri olarak getirmek istemiştir.

Rusya doğumlu Fransız yazar- tarihçi Henri Troyat, kaleme aldığı Tolstoy biyografisinde, yazarın Anna Karenina’ya başlamadan önce, aslında ‘Peter the Great’ üzerine bir tiyatro eseri yazmaya çalıştığı ancak eser üzerinde zorlanarak ilerleyemediği bir dönemde, derinden etkilendiği ama daha basit ve sıradan da bir öyküye odaklandığını yazmakta.

Buna göre, Tolstoy’un aynı zamanda arkadaşı olan Bibikov isimli komşusunun, Anna Stepanovna Pirogova adlı bir metresi vardır. Adam, kadını pek umursamıyordur ve hatta başka biriyle evlenme planları yapmaktadır. Hikayenin devamı, yazarın kendi ağzından şöyle geliyor. “Onun bu ihanetini öğrenen Anna, sadece birkaç eşyasını alıp kaçtı. Ve ardından kendini trenlerin altına attığı haberi geldi. Ölmeden önce Bibikov’a bir de mesaj göndermişti. Özetle ‘katilim sensin’ diyordu. 1872’de yaşanan bu olayı Tolstoy yakından takip etmişti. İntihar edilen tren istasyonunda polisle birlikte incelemeler yapıp, cesedi gördüğünde; bu zavallı kadının yaşadıklarını hayal etmişti...”

Tolstoy’un Anna Karenina romanındaki öykü de özet olarak bununla büyük oranda örtüşür. Yüksek Rus aristokrasisinde tanınan bir kocası olan Anna, kendisini baştan çıkaran sevgilisi soylu ve bekar Vronski için, kendi oğlunu görememek dahil, hayatındaki her şeyi feda etmiştir. Kocasına aşkını itiraf etmiş ve hatta evliliği içinde ondan bir çocuk dünyaya getirmiştir. Kocasının bu skandalları kapamak için Anna’nın zaman zaman saygı göstereceği erdemleri dahi, onun Vronski ile yeni bir hayat kurma arzusunu engelleyememiştir. Bir süre sonra kocasının nefretine dönüşen “ihanet” yüzünden boşanamaması; onu toplumdan uzaklaştırdığı gibi, Vronski’den de uzaklaştır ve intihara sürükler.

Oysa yazar Anna ve Vronski öyküsü içinde, adeta içinde ikinci bir roman gibi sürdürdüğü ve edebiyat teorisyenlerine göre kendisiyle özdeşleştirdiği “Levin ve Kitty” aşkı ise sakin seyrinde mutlu bir evlilikle sonuçlanacak ve böylece Tolstoy, Anna’nın yaşadığı acı dolu hayata karşı, “ideal” olanı okuyucuya gösterecektir…

Joe Wright’ın 2012’deki filminde, Tolstoy’un romandaki ahlaki yaklaşımları, Levin karakteri üzerinden şöyle aktarılır: “Saf olmayan aşk, aşk değildir. Komşusunun karısına arzu duymak, bir tür açgözlülük ve oburluktur. Ve bize insaniyetimizi birlikte paylaşabileceğimiz doğru kişiyi seçmek adına verilmiş kutsal bir şeyin yanlış kullanımıdır. Yoksa insanın sığırlardan farkı kalmaz… ”

Anna Karenina’nın ilk kez ortaya çıktığı tarihten bu yana geçen 145 yıl içinde gerek romanını okuyan okuyucularda, gerekse sinema ve tiyatro uyarlamalarını seyreden seyircilerde, gerçekten de Karenina’nın yaşadığı acılar, insanlar üzerinde bir ahlaki sorgulamaya ve “düzeltme”ye yaramış mıdır ?

Yoksa “kalbinin sesinin” peşinden giden Anna’nın, daima akıntıya karşı kürek çekmek zorunda kaldığı hayatında, giderek yalnızlaşması ve filmlerde değinildiği gibi “kuralları çiğneyen değil, yıkan” radikallikte verdiği mücadelenin sonunda hayatından vazgeçmesi; insanların ruhlarının katılığını sorgulamaya mı daha çok tesir etmektedir ?

Nihayet, herşeyi bir mantıkla izah etmek alışkanlığındaki Levin karakterine, yanında çalışan köylülerden birisi, “Karınızı mantıkla mı seçtiniz?” sorusunu sorduğunda, Levin, verecek yanıt bulmakta zorlanır…

***

145 yaşındaki Anna Karenina... - Resim : 5

Belleklerdeki bütün bu “tuğla gibi kalın” romanın ağırlığı ve sinema arşivlerindeki büyülü yüzlerin hafızasıyla, Anna Karenina eserinin bir tiyatro sahnesine sığdırılabilmesinin ne derece güç olduğunu, böylece herkes telakki edebilir.

Sinemanın büyük bütçeleri; ufuk çizgilerine kadar gidebilecek açıkhava set olanakları; sayısız çekim denemeleri şansı ve daima istenildiği şekilde kesip yapıştırılabilir bir kurgulanabilme yöntemi yanında, tiyatronun sınırlı koşullarında ortaya çıkan oyunları, elbette hiç kimse aynı kefede tartmayacaktır.

Bununla birlikte, tiyatro tıpkı sinemanın olduğu gibi; edebiyat eserlerinin, insanın yalnız kelimelerle yolculuk ettiği hayal gücünün sınırsızlığı ile de yarışamaz.

Böyle bir açıdan bakıldığında, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Anna Karenina oyunu sergileme kararı, her şeyden önce taşın altına elini sokmaktır ve bu anlamda takdire şayandır elbette.

Oyunu ortaya koyan kadro, böyle bir ağırlık karşısında belki de çok daha zor olacak alışılagelmiş klasik diyaloglar zincirine odaklanmak yerine, oyunun dramatik ağırlıklarını soğuracak dans ve hareket zenginliklerine yoğunlaşarak; onu adeta “keyifle” izlenen bir ‘temsil’e dönüşmesini sağlamış ve bu işin üstesinden böylelikle gelmiş görünmektedir.

İlk gösterimini, 02 Kasım’da gerçekleştiren, sonrasında 16 -21 Ocak’ta İstanbul’a turneye giden Anna Karenina oyun ekibi, 30 Ocak’tan bu yana, yeniden Ankara’da Cüneyt Gökçer Sahnesi’nde oyunlarına devam ediyor.

İngiliz yazar Helen Edmundson’un tiyatroya uyarladığı, Cevat Çapan’ın Türkçe’ye çevirdiği oyunun yönetmenliğini ise İpek Atagün Gezener yapmakta. Oyunculuktaki rollerinin hakkını son olarak Gayr-ı Resmi Hürrem’deki performansıyla izlediğimiz 1977 doğumlu Gezener, Anna Karenina oyununda 32 oyuncu ve sahne arkasındaki 21 kişilik teknik ekiple birlikte toplamda 53 kişilik kalabalık bir kadroyu yönetiyor.

Devlet Opera ve Balesi’nin genç ve güzel dansçılarının yer yer yükseklere sıçrayarak göz doldurduğu iki perdelik oyun, 2 saat 20 dakika boyunca izleyicinin ilgisini kaybetmeden seyirciye zamanın akışını unutturabiliyor.

Büyük çoğunluğu genç oyunculardan oluşan oyuncu kadrosunda ise Anna’yı 1981 doğumlu Aslı Artuk canlandırırken, Levin karakterini Caner Kadir Gezener; saygıdeğer koca Aleksey Karenin’i Cengiz Uzun; Anna’nın, yaramaz ağabeyi “Stiva”yı Şevki Çepa, Stiva’nın aldatılan mutsuz eşi “Doli”yi Özden Gököz; Levin’in aşkı “Kitty’yi Mihriban Rezzan Seyhan; Kont Vronski’yi Barbaros Efe Türkay ve Levin’in hasta kardeşi “Nikolay”ı, Mert Aksu canlandırıyor. (Tolstoy’un Rus İhtilali’nin habercisi olarak karakterize ettiği ‘devrimci’ ağabey Nikolay, eserde çok daha net anlaşıldığı notunu da buraya düşelim.) Çocuk oyuncu B. Tayga Konak da Anna’nın oğlu “Seryosha”nın masumiyetini diğer tüm oyuncular gibi yaşına oranla başarıyla yansıtmakta…

Başından sonuna, neredeyse bir müzikal dinamiğinde seyreden oyunda, kalabalık oyuncu kadrosunun sık sık aniden ortaya çıkıp, aynı hızla kaybolduğu sahneler dikkat çekiyor.

Diğer yandan oyunda dramatik sahnelerdeki acı ve (kan)ı temsilen, ortaya çıkan kırmızı uzun kumaş dekorlar ve oyuncuların yer yer ağır bavulları olan; zaman zaman da iç dünyalarında sıkışıp kalmalarını temsilen girip çıktıkları küçük dolaplar gibi soyutlama ve imgeleme araçları da yerinde ve zamanında anlamlar kazanıyor.

Sonunu bildiğiniz oyun bittiğinde, Tolstoy’un Anna Karenina romanının girişine yazdığı o ilk cümlesi, aklınıza yeniden gelecek. “Bütün ailelerin mutlulukları birbirine benzer ve her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır…”

Eğer henüz kitabı okumadıysanız, peşisıra duyacağınız istek kitabın doğru bir çevirisini bulup okumak olacak…

145 yaşındaki Anna Karenina... - Resim : 6