1923’ün rövanşı mı?-(TAMAMI)
Biraz geçmişten söz edelim.
Yıl 1963
Sovyetler Birliği basın ataşesi AKİS’ e geldi. Sanırım adı da Vitali. Uzunca boylu bir Sovyet diplomatı. Konuşuyoruz. Dedi ki:
“-Sizin memlekette kim solcu olsa ona ‘Moskova’ya Moskova’ya’ diyorlar anlamam mümkün değil. Biz o kadar kötü müyüz?”Ona demiştim ki:
“- Siz değil! Halkımız, komünizme karşı duyarlıdır ve komünist olmak ya da onu övmek suçtur. Biz özgürlüklerden yana bir ülkeyiz. Karma ekonomiyi uygularız. Siz de ise, devlet her şeye hakimdir. Sizde Politbüro, ya da genel sekreteriz ne derse o olur. Biz demokrasiyi seçmişiz.” Güldü ve yanıtladı:
“- Ama ben sizin ülkenizde hamallardan geçilmiyor. Moskova’da sırtında yük taşıyan hamal yoktur. Herkesin bir işi, yetecek kadar patates salatası ve kötü de olsa bir şise votkası vardır.” Doğrusu inanmamıştım. Gidip şu Moskova’yı bir de biz görelim dedik.
Yıl 1974.
Yazar Dr. Turhan Temuçin’le Moskova’dayız. Aylardan Mayıs. Geniş caddeler, bomboş, dükkanların önünde salatalık kuyruğu var. İçki içilen yerlerde bir tabak patates haşlaması ve lahana turşusu yanında da bir şişe votkanın en ucuzu. Karnı doyuyor, işi var. Gerçekten sokaklarda sırtında küfe taşıyan tek hamal yok.
Sovyetlerin başında Brejinef var ve Lelingrat- şimdi adı Snt. Petersburg- bir otelin üst katında yemek yiyoruz. Daha dün Moskova’da bir izlediğimiz çocukların Lenin’e bağlılık yemini törenini konuşuyoruz. Müzede kızlı erkekli izci çocuklar başlarında öğretmenleri Lenin karşısında and içiyor ve ona bağlılıklarını ifade ediyorlardı. Lenin’i yerlere göklere sığdıramıyorlardı. Leningrad Oteli’nin alt salonunda ise Sovyet ve ABD generalleri votkaya havyarı katık ederek kadeh kaldırıyor ve kol kola şarkılar söylüyorlardı.
Turhan da ben de şaşkınız? Bir Dandi Türk yapımı ciklete, ya da bir naylon çoraba karşılık size bomboş restoranda masa bulabilen garson, sokaklarda gırla giden dolar karaborsası ve tam anlamıyla bir polis rejimi. Bu çelişkiler beni düşündürmüştü: Nasıl bu ülke bir anda çöker diye.
Bal gibi çöktü ve Sovyetler Birliği ABD ile kol kola giren generalleri, votka ve havyarlı partileriyle öyle bir çöktü ki? Gorbaçov Rusya’sı birden Glasnot - Prestroykayla( Yenilik ve değişim) diyerek bölündü gitti.
1990 yılları Berlin duvarının yıkılışı ve Sovyetlerin Demokrasi aşklarını izleyerek yaşadık. Bu demektir ki; “Karşı Devrim yapmak o kadar da zor iş değildir!” Rus halkı yeni demokrasi gelişmiş demokrasi diye, diye bir de bakıldı ki; Emperyalizmin kucağında. Ve alkolik bir liderle- Yeltsin- tüm eski değerlerini, Marks’ın heykelleri yıkmakta, Lenin’in mozelesi bile artık gözden düşmekte.
Demokrasiyi özgürce kullandığımız o yıllarda aklımıza hiç bize de sıranın geleceği gelmedi bile. Atatürk’e TV ekranlarında sövenlere rastlayacağımızı, ordumuzun gözden düşürüleceğini düşünmemiştik.
Yakın geçmişe bakınca
Çankaya’da Demirel otuyordu. Ülkede TSK’nın “Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü korumak ve kollamak için durumdan görev çıkarma” yolunda başta yargı erki olmak üzere çoğu sivil toplum örgütleriyle ya MGK genel sekreterliğinde ya da başka mekanlarda aydınlatıcı toplantılar yaptıklarını duyuyorduk. Ülkede siyasal gerilim yaşanıyordu. 28 Şubat olayından bir süre sonra Erbakan istifa etmiş, büyük koalisyon dağılmıştı. Çankaya Çiller’e görevi vermedi. Demirel diyordu ki: “- Keşke benim elimde de Meclis’i seçime götürecek bir yetki olsaydı.”
O hafta TRT 1’de yayınlanan programıma çıktı ve Anayasa’nın kendisine verdiği yetkiye (104.madde) dayanarak herkesin kendi işine bakmasını açık, açık söyledi ve ekledi: “-Türkiye bir darül harp olmayacaktır. Cumhuriyet tehlikeye düşerse merak etme kurtaracak birileri çıkar.”
Yıl 2012 ve ben demokrasiye, Cumhuriyet’e inanmış biri olarak şimdi soramaz mıyım?
Laiklik sözde kaldı, ülke; siyasete cemaatlerin açık, açık devlet yönetimine karıştığı bir halde.
Sayın Cumhurbaşkanı nerede o Cumhuriyet’i koruyan güç?
29 Ekim 1923’ün rövanşı mı alınıyor; kimsenin ses çıkarmaması bir teslimiyetin sonucu mudur?