01 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

1930’ların CHP’sini anlayabilmek

Şahin Mengü

Şahin Mengü

Eski Yazar

A+ A-

Kılıçdaroğlu, Fethullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen Zaman Gazetesi’ne verdiği röportajda, yine Cumhuriyeti ve 1930’lu yılları hedef aldı. AKP iktidarı ile Atatürk’ün Genel Başkanı olduğu CHP’nin tek parti iktidarı döneminin uygulamalarını karşılaştıran Kılıçdaroğlu, “Türkiye’de şu anda tek parti devleti var. Bir dönem Valiler CHP’nin İl Başkanıydı. 1930’ların yapısı... Tek parti döneminde bir parça da olsa adalet vardı, şimdi o da yok. Şu andaki uygulamalar tek parti döneminden daha kötü dedi. 

Bu söylemin nedeni olsa olsa, ya Kılıçdaroğlu’nun, Osmanlı’nın küllerinden yeniden doğan yeni Türk devletinin kuruluşunu içine sindirememesi, ya da tarihi olayları içinde yaşandığı dönemin normları ile değerlendirilmesi gerektiğini bilmemesidir. 

Bugünkü yazımda 1930’lara ışık tutacak iki ünlü isme yer vermek istiyorum. 

Birisi yaşamı boyunca Atatürk’e karşı mücadele vermiş Zekeriya Sertel, diğeri de Dünyanın önde gelen siyaset bilimcisi Maurice Duverger. 

Zekeriya Sertel hatıralarında, “Acaba Atatürk diktatör müydü” sorusuna, “Kişi yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar O’nun Doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi, fakat, asker olmasına rağmen yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyordu... Günün koşullarının elverdiği ölçüde hür bir rejim kurdu. Biz eleştirilerimizi özgürce yapabiliyorduk. Nazım Hikmet en devrimci şiirlerini O’nun döneminde yazdı” diye cevap veriyor. 

Siyaset bilimci Maurice Duverger de, Kemalizmi “Kemalist tek partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip bulunmasıydı. Tek partinin şefleri için ideal çoğulculuktu... Mustafa Kemal’in siyasal rejimi çoğulculuğun üstün bir değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu. Üstelik, Türk partisinin yapısal açıdan da otoriterlikle hiçbir ilgisi yoktu” diyerek hak ettiği yere oturtuyor. 

Siyasetçi olayları doğru okuyup doğru değerlendirmek zorundadır. 

Kurtuluş savaşı döneminden başlayarak 1937-38’lere kadar bu ülke gerici, yobaz ve bölücü isyanlarla uğraşmıştır. 

Tek parti döneminin şeflerinin hedefleri çoğulcu demokrasi olmasına rağmen, devrimlerle demokrasi arasında bir tercih yapmak zorunda kaldıklarında, devrimleri seçmişler ve demokrasiyi belirli bir süre için ertelemişlerdir. 

Kılıçdaroğlu ve aynı düşünceyi paylaşanlar, üç beş gerici yobaz oyunu alabilmek için Atatürk ve onun yakın mücadele arkadaşlarına dil uzatmayı siyaset yapmak zannediyorlar. 

Eğer 1930’lar Türkiye’sini yönetenler kötü idiyse 19 Mayıs gecesi Anıtkabir’de ne işiniz vardı. 

Kimi kandırıyorsunuz? 

Siyasetçi siyasal hayata, aynı zamanda devrin koşullarına doğru teşhis koymalıdır. 

Kılıçdaroğlu ve arkadaşları geçmişi o günün normları ile okuyamadıkları gibi bugünü de doğru teşhis edemiyorlar, hem de bir Amerikalı muhabir kadar bile doğru teşhis edemiyorlar. 

Geçen hafta CNN İnternatıonal’da “Atatürk: Turkey’s Love Affair with its Founder” (Türkiye’nin kurucusu ile olan Aşkı) başlıklı bir haber yayınlandı. 

Haberi yazan muhabir, bankalarda okullarda zorunlu olarak asılan Atatürk resimlerinin ilginç olmadığını, ama 2007’den sonra, insanların kahvehanelere, küçük işletmelere, araç tamirhanelerine kendiliklerinden astıkları bu resimlerin olan bitene bir tepki olduğunu, Atatürk resimlerinin Türk insanın hayatında rahatlatıcı bir unsur olduğunu yazdı. 

Bir bilim adamı, bir solcu yazarın yazdıklarını, paylaşmamın nedeni, aslında doğrudan Batılılar böyle istiyor diye Atatürk’e ve Kemalizm’e karşı yapılan bilim ve akıl dışı değerlendirmeler ve bunu yapanlar daha iyi anlaşılsın diyedir. 

Amerikalı muhabirin yazdıklarına ise, Atatürk’e ve Kemalizm’e yapılan bu akıl ve bilim dışı saldırıların toplumda ters teptiğini görünüz diye yer verdim. 

1930’ların Türkiye’sinde adalet, Adalet Bakanı’nı karşılamadı diye şikayet edilen hakim için “Hakim kimsenin ayağına gitmez, biz ona gideriz” diyen Adalet Bakanlarının olduğu dönemdir.