16 Eylül 2024 Pazartesi
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

1999 Gölcük Depremi-1

Halil Özsaraç

Halil Özsaraç

Gazete Yazarı

A+ A-

24 yaşından küçüklerin dünyada olmadıkları, 24-30 yaş arasında olanların ise küçük oldukları için akıllarının ermedikleri bir dönemde kalan 1999 Gölcük Depremi’nin acılı ve zorlu günlerinden bahsetmek istiyorum… O günlerde Gölcük’te konuşlu TCG Gemlik fırkateyninde görev yapıyordum; gemim planlı havuz bakımındaydı; karina saclarının bir bölümü değiştirilmek üzere kesilerek sökülmüştü; bu nedenle yüzemeyecek durumdaydı. Akşam mesai sonrası, otobüsle Gölcük’ten 22 kilometre uzaktaki Karamürselbey Eğitim Merkezi’ndeki lojmanıma gitmiştim. 1979’da kapatılmış, eski bir ABD üssü olduğu için, birinde benim de oturduğum 500 haneli bu lojmanlar, 1957’de inşa edilmiş 1 veya 2 katlı prefabrik yapılardı. Yangına karşı hassas olan bu yapılar, depreme karşı ideal özelliklere sahipti.

16 AĞUSTOS’U 17 AĞUSTOS’A BAĞLAYAN GECE

Kurmay olmak istediği için geç saatlere kadar sınav hazırlıkları yapan, 29 yaşında bir deniz subayı olarak 16 Ağustos’u 17 Ağustos’a bağlayan gece, saat 03.02’de henüz yatmıştım, çok yorgundum ve uyumak üzereydim. 45 saniye süren sarsıntı anından aklımda kalanlar; yerin altından gelen gümbür gümbür ses ile 7 aylık hamile olan eşimin korkarak can havliyle bana sıkıca sarılması nedeniyle ayağa bile kalkamamamdı.

Depremden sonraki ilk dakikalarda, yıkımın ve kayıpların boyutu konusunda henüz hiç kimse gerçekçi bir fikre sahip değildi. Çünkü, depremle birlikte tüm Türkiye’nin, -bakın abartmıyorum, tüm Türkiye’nin- telefon iletişimi çökmüştü; yani Türkiye’de kimse, sabit veya cep telefonunu kullanamıyordu. Bu nedenle, kimsenin kimseden sağlıklı bilgi alamayacağı birkaç günün başladığı o gece, doğu-batı yönünde uzanan 250 kilometre genişliğindeki bir alanda, 7,4 şiddetindeki depreme dayanamayan 94 bin 129 konut yıkılmış veya ağır hasar almıştı. Günler sonra, 17 bin 840 kişinin öldüğü, 48 bin 953 kişinin yaralı olarak kurtulduğu anlaşılacaktı.

Öncelikle eşimi, geceyi sokakta geçiren komşularıma emanet edip arabamla 8 kilometre uzaklıktaki Karamürsel’de, 7 katlı bir binada oturan anne-babamın durumunu öğrenmek üzere yola çıktım. Karamürsel’in girişindeki bina yıkıntıları arasından arabamla geçmeye çalışırken, zifiri karanlıkta zorlukla seçtiğim birkaç kişi, arabama işaret edince durdum. Bir yaşlı kadını arka koltuğuna yatırdılar, bir de 8-9 yaşlarında çocuğu yandaki koltuğa oturttular. Çocuğun sol kolu kanlar içindeydi. Çok ağladığı için nasıl olduğunu soramadım bile. Ağlaması, iç paralayıcıydı. Şehir merkezindeki devlet hastanesinin etrafı, 300-400 metre kadar insan seli olmuştu ve arabayla geçmek imkânsızdı. Yaralı çocuğu ve yaşlı nineyi hastanenin önünde bekleyen kalabalıkta bulabildiğim tanıdıklarıma emanet edip yine kalabalığı aşarak arabaya döndüm. İnsan seline uğrayan hastanenin şaşkınlığıyla anne-babamın oturduğu binaya ulaşabildim. Çok şükür yıkılmamıştı; ama anne-babam, yara almadan kurtulmanın şokunu atlatır atlatmaz, sahile akın eden insan selinin arasına karışmışlardı. Onları arayıp bulmam 2 saatten fazla sürmüştü; çok şükür sağ salimdiler.

GÖLCÜK’TE DEPREMDEN SONRA DONANMA

Gölcük’e doğru yola devam ettim, güneş doğmuştu ve yıkılan bina sayısının ayakta kalabilen bina sayısından daha fazla olduğunu görünce depremin merkezinin Gölcük olduğunu anladım. Gölcük deniz ana üssüne girdiğimde, üssün içinde de durumun iyi olmadığını fark ettim. Başta Donanma Komutanlığı ve orduevi binaları olmak üzere, bünyesinde çok sayıda askeri barındıran bazı binalar ile tersanede bazı fabrika ve yapılar yıkılmışlardı. En çok dikkatimi çeken durum, fay hattının sadece birkaç yüz metre uzağındaki Gölcük askerî lojmanlarından tek bir binanın bile yıkılmamış olmasıydı; buna karşılık, lojmanları çeviren güvenlik duvarının hemen yanı başındaki sivil apartmanlarda ise ayakta kalabilen tek bina bile yoktu. Başarılı yapı denetimi ile başarısız yapı denetimi yan yana duruyorlardı. Karamürsel’deki ve Gölcük’teki askerî lojmanlarda deprem riski -bir şekilde- iyi yönetilmişti, bu nedenle bu lojmanlarda ölen veya yaralanan olmamıştı. Ama lojman yetersizliği nedeniyle şehrin içindeki kiralık evlerde oturmak zorunda olan Deniz Kuvvetleri personelinden haber almak hiç kolay olmadı. Aslında o gece, Türk Donanması, kötü inşa edilmiş binalardan sağ çıkamayan 441 personelini kaybetmişti, binin üzerinde yaralısı vardı, kendileri kurtulduğu hâlde yakınları ölen veya yaralanan çok sayıda personeli acı içindeydi.

BİR ANDA FELÇ OLAN KARA YOLU TRAFİĞİ

Afetle hiç karşılaşmamış olanlar için söylemeliyim: Afetle karşılaşanların ilk refleksi; çocuklar, eş, anne, baba, kardeş başta olmak üzere aile ve yakınlarının yardımına koşmak olur. 1999 Gölcük Depremi’nde afetten kurtulan herkesin ilk duyguları ve ilk otomatik refleksleri, sırasıyla en yakınlarından başlayarak yardım merkezli gelişir…

Havuzdaki gemime ulaştığımda, eşimin anne ve kardeşlerinin durumunu öğrenemediğimi söyleyip, hızlı bir şekilde bakıp dönmek üzere izin aldım. 20 kilometre uzaklıktaki İzmit’e 1 saatte ulaştıktan sonra, hızlıca eşimin ailesinin de sağ salim olduklarını öğrenip hemen Gölcük’e dönüşe geçtim. Fakat, bir afet yaşanırsa ne yapmalı, ne yapmamalı konusunda 7’den 70’e herkesin cahil olduğu bu karmaşada, ben dâhil o zamana kadar kimsenin aklına gelmeyen ciddi bir sorunla karşılaşıldı. Telefonların çalışmadığı bu ortamda, herkes, aynı anda haber alamadığı yakınları içine yollara düşmüş ve İstanbul’dan Gölcük yönüne tüm trafik bir anda kilitlenmişti. Gölcük deniz ana üssüne dönüşüm 10 saatten fazla sürdü. Sonradan öğrendiğime göre ben şanslıymışım, çünkü benden sonrakiler 2 gün kımıldayamamışlar. 10 saatlik yol maceramda, hatırladığım en çarpıcı hatıra, ellerinde kalın sopaları olan onlarca Gölcüklü gençti. Gölcük’te ambulans bekleyen binlerce yaralı vardı. Birer şerit, gidiş-geliş olan asfalt yolda trafiği düzenleyecek tek bir polisin olmadığını anlayan bu gençler, inisiyatif kullanarak duruma el koymuşlardı. Çok öfkeliydiler; bencillikle trafiğin düzenini bozan, bu yüzden de ambulansların geçişine engel olan kurnaz sürücülerin arabalarına, sopalarıyla zarar verdiler. Anlayacağınız, depremin ilk günü, ambulanslara yolu açanlar, polisler değildi; yaşları 20 civarındaki elleri sopalı, öfkeli ve şiddete başvuran Gölcüklü gençlerdi.

TÜPRAŞ YANGINI VE ACİL KALKAN SAVAŞ GEMİLERİMİZ

Üsse gecikmeli olarak girdiğimde, bir şok daha yaşadım. Gölcük’ün karşı kıyısında bulunan TÜPRAŞ’ın tank çiftliğinde, deprem nedeniyle başlayan yangın, kontrol edilememiş ve genişlemişti. Gölcük’te çıplak gözle görülebilen ve yayıldığı fark edilebilen bu geniş çaplı yangının, uçak yakıtı ve LPG tanklarına da sıçrama olasılığını haber alan tüm gemi komutanları, inisiyatif kullanarak eksik personele rağmen, gemilerini kaldırmış ve Marmara Denizi’ne intikal etmişlerdi. Havuzlandığı ve karina sacları kesilmiş olduğu için yüzer durumda olmayan gemim TCG Gemlik, ayrı kaldığım 11 saat içinde 100 kadar kaynak ve havuz işçisinin özverili çalışması ile yüzer hâle getirilmiş; benim üsse dönmemden 3 saat kadar önce Gölcük’ten hareket etmişti. Hemen durumumu rapor etmek ve gemime ulaşmanın yollarını aramak için Donanma Komutanlığı Kriz Merkezi’ne gittim. Donanma Komutanlığı binası yıkıldığı için Kriz Merkezi dediğim yer, aslında yeni kurulmuş branda bir çadırdan ibaretti. “Gemin Marmara Denizi’nde bir yerde, tam yerini biz de bilmiyoruz, gemine ulaşmanın bir yolunu bulana kadar bizim emrimizdesin.” Cevabını almış ve yaklaşık 24 saatliğine depremin yol açtığı karmaşıklığı yönetmeye çalışan bir kriz merkezinin emrine girmiştim. Risk yönetilmemişse kriz yönetiminin başarı getirmeyeceğini, yakından görmemi sağlayan bir 24 saatti. 1999’da askerin yönetmek zorunda kaldığı krizle ilgili deneyimlerimi haftaya bu köşede okuyabilirsiniz…