2015’de yazdıklarım
2015’e bir ülke masalıyla başlamışız; “bir varmış bir yokmuş; üç tarafı denizlerle çevrili, güzel mi güzel bir ülke varmış. Bu ülke insanlarının çeyreğe yakını karısını -onun isteği üzerine- hergün bir güzel! döver, çeyreği hiç müzik dinlemez, iki çeyreğe yakını hiç kitap, gazete okumaz, üç çeyrekten çoğu da tiyatronun kapısından bile geçmez, ama bu üç çeyrek dinlerinin gereklerini mutlaka yerine getirirlermiş. En çok TV’de pembe diziler izler, hurafeler dinler ve böylece mutlu, mesut, bahtiyar yaşayıp giderlermiş!...” Halkı böyle yaşayan bu ülkeyi ele geçirmek için birilerinin, fıkrada olduğu gibi, kurbağaları bir kazana atıp, altına yavaş yavaş odun atarak suyu yavaş yavaş ısıtıp, en son su kaynamağa başladığında artık kurbağaların sudan çıkacak hali kalmasın diye neler yaptıklarını, zekayı, yeteneği, emeği nasıl yokettiklerini, halkı nasıl yozlaştırıp, yobazlaştırdıklarını, ırk ve mezhep ayırımcılığı yaparak ülkede nasıl kaos yaratıp, savaş çıkartabileceklerini, ilk aylarda kehanet olarak yazmışım. Yıl boyu; kadına ve doğaya şiddet, eğitim sorunları, nasıl bir Türkiye olmalı, İztuzu kumsalı ve Seyfe Gölü’nün başına gelenler, Yağmurum, Toprak, HES’lere neden karşı çıkılmalı ve İzmir Su Kongresi hakkında görüşlerimi paylaşmışım. Bu arada; havza yönetiminde planlama, karar verme, halkın katılımı, sürdürülebilir kentler konularında bilgilendirmeye de devam etmişim.
EFSANELER, SANAT VE SÖYLEŞİLERSize turna, angut, kumru, anka kuşlarının ve ağustos böceklerinin efsanelerini anlatmışım. Birkaç yazımda kitabi dinler öncesi doğa-insan ilişkilerinden, Şamanlardan ve günümüze kadar ulaşan ritüellerinden ve Marksizmin doğaya bakışından sözetmişim. Suyla yolculuğumuzda da, arada demir atıp, yurdun değerli ve güzel insanlarıyla doğa hakkında söyleşiler yapmışım. Son yazılarımda; “bilim ve sanat aydınlanmanın iki ayağıdır; bilim insanın aklını, sanat ise ruhunu özgürleştirir” düşüncesinden hareketle; aşk, şiir, resim, müzik ile doğa arasındaki ilişkiyi irdelemiş ve sormuşum; Aşkı, doğadaki güzel varlıkları tanımlayan kelimelerle anlatmıyormuyuz? Doğayı yorumlamak için, fizik kanunlarına aklın ve yüreğin sesli harfler eklemesi, yani şiir gerekmez mi?Ressamlar doğanın gözleriyle bakarak, dünyamızı renklendirmiyorlar mı? Müzisyenler ise A. Behramoğlu’ nun deyişiyle; dağların ve nehirlerin, gökyüzünün ve kırların türküsünü söylemezler mi? Tüm yazılarıma “http://www.aydinlikgazete.com/su-gibi-aziz-ol-cocuk-makale,58484.html”, “http://www.aydinlikgazete.com/su-gibi-aziz-ol-cocuk-makale,58484.html”zete.com/su-gibi-aziz-ol-cocuk-makale,58484.html sitesinden erişebilirsiniz.Yoldaşlarım, bizim insanlığa ve doğa sevgisine gereksinmemiz var. Doğa; görebilen gözlere, hissedebilen yüreklere aittir. En önemli özelliği de çeşitlenmesi ve öykünmesidir, tıpkı sanat gibi. Bize bilginin tohumlarını verir, her şeyi en çıplak haliyle gözlerimizin önüne serer. Bunun için yeni yılda aşık olun, olun ki içinizdeki doğa sevgisi aşkınızdan size yansısın. Doğanın dili olan şiirleri, gözü olan resimleri ve sesi olan müzikleri sevin, sevinki yüreğinizdeki doğa sevgisi de uyansın. Hadi rastgele!