23 Nisan ruhu
Sevgili çocuklar ve büyükler; adımın isim babası Atatürk’tür. Cumhuriyetin 10. yılında teğmen olan babamın katıldığı Cumhuriyet balosunda; Arapça isimli bir Hanıma önerdiği Türkçe isimdir Begümşen. Manası “Şen Sultan” demektir. Küçükken, 23 Nisan Çocuk Bayramlarına her bahar, babamın Orduevlerinde hazırlattığı eğlenceli çocuk balolarıyla katıldım. Türkiye’deki kalkınmanın temeli olan 21 köy enstitüsü henüz kapatılmamıştı. Akdeniz sahilinde o ilk bayram dans, müzik ve oyunlarla geçti. 23 Nisan; büyüklerin dünyasında küçüklere yer vermesi, görevleri ve hakları olan toplum bireyi ve Türk vatandaşı olmalarının öğretisidir. Kazanılmış bir bağımsızlık zaferinin sonunda, “Hâkimiyet kayıtsız, şartsız Türk Milletinindir” fikrinin temeli olan Türkiye Büyük Meclisi’nin kurulması ve idrak edilmesidir.
‘ÇANKAYA’
Sevgili çocuklar ve büyükler; ihtiyaçları giderilen “mutlu bebekler” büyürken, bedensel ve ruhsal olarak olgunlaşmasında bakımın, ilginin, arkadaşların, oyun ve oyuncakların etkisini hiç düşündünüz mü? Çankırı’dayken annemin özeni, yemekleri, ses, dans ve yüzme eğitimi, giydirdiği elbiseler, Tangolarla söylediği ninniler, Çankaya adlı bebeğime ördüğü giysiler; akşamları babamla oynadığım oyunlar unutulmazdı. Konya’daki halamın oğlunun Güney Kore’den getirdiği biblolar büyüleyiciydi. Ankara’dan aldığımız üç tekerlekli bir bisikletim vardı. Evin geniş sofasında iki komşu kızıyla oynardık. Üsküdarlı annem, Türkçemize dikkat eder, yanlışlarımızı düzeltirdi. Bazen beyaz atımı sedire koyar, “Papatya gibisin, beyaz ve ince”yi söylerdim. “Chat Noir” yani kara kedi, annemin kedi biçimindeki, hoş kokulu esans şişesinin adıydı. Annem bana Cumhuriyet Gazetesi’nden Burhan Felek’i ve Tek Tel Amca’yı okurdu. Bir dergi kapağında, sıcaktan masada eriyen acaip bir cep saatini çizen Dali’ydi. Ama Emirganlı anneannemin amcası Şeker Ahmet Paşa’nın resimleri, çok daha güzeldi.
ATATÜRK İLKOKULU
“Yaşasın okulumuz” nağmeleriyle Lüleburgaz’da ilkokula başladım. Kocaman sınıfımız ve her öğrencinin bir masa ve sandalyesi vardı. Karma eğitim başlamıştı. Sanal dünyadan habersizdik. Karşılıklı konuşur, sarılır, el ele tutuşur, oynardık. Uzaktaki yakınlarımızla telgraf, telefon ve mektupla haberleşirdik. Ama önce isimimizi yazmalıydık. Adım uzundu, ödev acil. Annem manyetolu telefondan karargâhı arayıp, babamla konuştu. O akşam harf küpleriyle isim tireni yaptık sonra harf sırasını şaşırmadan deftere adımı yazdık. Almanya’dan gelen bir akraba bana şişme bir zürafa, çocuk kitapları, babam da anneme bir hula hoop getirdi. Sonra Türk Geldi Çiftliği’ne, Alpullu Şeker Fabrikası’na ve eski köy enstitüsü (1937-1954) Kepirtepe Öğretmen Okulu’na gittik. Bir gün Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı okulumuzu ziyaret etti. Ona hoş geldin çiçeğini ben verdim. İşte o zamanlar bir Demokrat Parti; ressam bir Türk subayının çizdiği yıldızı, izinsiz sahiplenmiş bir de NATO.
ÇOCUK SAATİ
O zamanlar, sevdiklerimize tercih ettiğimiz şimdiki cep telefonu, internet, TV yoktu. Bir radyomuz vardı. Şarkılar, Yurttan Sesler, Batı Müziği, mandolin ve caz konserleri, ney dinletileri, Türkçe tangoları çalar; tiyatro eserleri seslendirir, iftar saatini ve dünyanın haberini verirdi. “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” isimli eseri ben altı yaşında, ordan dinledim. Alman işgali altındaki Hollanda’da, düşmandan ailece saklanan, annemle yaşıt o küçük kızın Amsterdam’daki evini 1985’te gezdim. En sevdiğim radyo programı ise “Çocuk Saati” idi. Bir şarkıyla başlar, çocuk sohbetleri, bilmeceler, 20 dakikalık tiyatrodan sonra koroyla biterdi. Müziğe çok meraklıydım. Orada duyduğum “Çağıl, çağıl sular akar, döner değirmenim” bir İngiliz ninnisi, “Dağ başını duman almış” bir İsveç Marşıydı ama Erzurum’da sınıf arkadaşlarımdan öğrendiğim “Hoş gelişler ola, Mustafa Kemal Paşa” bir Kars türküsüydü. Erzurum’daki evimizden Aziziye Tabyası görünüyordu. Yerli Ermenilerin saldırısını, 1877-78 Rus işgalini, Nene Hatun’un minareden direniş çağrısını babam anlattı. Sonra Erzurum Kongresi binasını, Atatürk Üniversitesi’ni, Palandöken Dağlarını gezdirdi. Ama 27 Mayıs’ın ardından evimizde “ikna yoluyla” imza vermesine tanık olduğum babam, emekliye ayrılınca Ankara’ya yerleştik ve 23 Nisan’ı başkentte kutladık.
KÜÇÜK PRENSİM
Bir gün bulunduğumuz düzlüğe daireler çizen bir uçak indi. Kapağı açılınca “Aaa annem indi!” Büyüyünce, ben de benzeri bir uçağa bindim. Pilotun izniyle ufuk uçuşu yaptım. O sırada aklıma B-612 numaralı göktaşında yaşayan Küçük Prens geldi. Pilot olan yazar Antoine de Saint-Exupéry Avrupa’yı, Nisan 1943’te yazdığı o kitapla bir çocuk ağzıyla eleştirir: “Gökbilimci bir Türk 1910’da bir yıldız buldu ama kıyafeti farklı olduğu için kimse sözüne inanmadı. Büyükler böyledir işte, inanmazlar. Aynı Türk, Avrupalılar gibi giyinip, aynı açıklamayı yapınca herkes onu doğru buldu.” Görüyorsunuz ki sevgili küçükler ve büyükler Atatürk Devrimleri dünyanın en çok okunan kitaplarından birine destan olmuş, Avrupalıları eleştirmeyi hâlâ sürdürüyor. Derken yine bir Nisan günü, annemi hastanede ziyaret ettik. Kucağındaki bebek, tıpkı oyuncağım “Çankaya” kadardı. Şaşkınlıktan, tuttuğum uçan balon kaçtı. Olsun, artık köy enstitülerinin kuruluş yıldönümünde doğan bir kardeşim ve beş gün sonra 23 Nisan vardı.
Daima Gökkuşağında Buluşalım!