27 Mart tiyatro günü
Tiyatro, birbirinden farklı insanların, değişik algılamalarla, sonuçta aynı doğruya yöneldikleri sanatsal bir değişim yeridir. Sanatın değişmesi ve değiştirmesi gerekli olduğu an, insan yaşamı kendi başına bir sanat olur. Yaşam ile tiyatro aynı şeydir; çünkü yaşam tiyatro yoluyla yenibaştan yaratılır. Tiyatro, insanların ve toplumun kendini tanıması için en anlamlı sığınaktır. İnsanlar, yaşamlarının birçok evresinde, karmaşa ve çatışmalar ortasında, tiyatroyu güvenlerini kazanacak, varlıklarını koruyacak bir araç olarak kabul etmişlerdir. Tiyatro her çağda olumsuzluklara direnen bir sanat olmuştur. Antik çağda tiranların zorbalıklarına, tüccarların açgözlülüklerine, Orta Çağ'da kanlı din savaşlarına, Rönesans'ta Engizisyonun işkenceci kardinallerine, düşünceyi boğmaya çalışan kırallarına, onsekizinci yüzyılda özgürlüklerini kısıtlayan hükümdarlara, insanları köleleştiren toprak ağalarına, ondokuzuncu yüzyılda işçileri ezenlere, kısır ahlak görüşlerine ve yirminci ve yirmibirinci yüzyılda savaşlara, siyasal cinayetlere, yığınları sömüren tröstlere, terröre, bilime ve sanata düşman olan fanatiklere karşı durmuştur. Çünkü tiyatro yığınların sanatıdır; onların çığlığı, kahkahası, onların düşüncesi ve duygusudur.
Böylece, yaşam korkusu ve yokolma tehlikesi arttıkça, tiyatro da buna karşı o oranda direnç göstermiştir. Varolan bütün tiyatro türleri ile çoğu zaman farkedilmeyen, ama giderek büyüyen bir gücün varlığı hissedilir. Bu güç bazan şaşırtıcı, bazan yüreklendirici, bazan avutucu, bazan da insanı derinlemesine sarsan, inciten bir güçtür. Bakarsınız gözyaşlarını bir gülüşle arıtır; bakarsınız açıkça söyliyemediğimiz gerçekleri alaylı gülmelerin ardına saklıyarak yüreğe batan bir iğne gibi acıyla iz bırakır. Bazen de seyredenleri utanç içinde bırakan bu güç, tiyatronun farkedilmeyen, ama etkili bir araç olduğunu belirler. Tiyatronun yaratıcı birlikteliğinin gizi, ufkunun, yani tiyatro olgusunun manevi görünüşünün, seyircinin deney ve hayal ufkuyla kesiştiği anda tam anlamıyla çözülür. Her sanat yapıtı gibi, her oyun da genişliği ve sınırı içindeki yaratıcı kimliğini taşır. Dramatik yönden olduğu kadar, oyunculuk ve sahne plastiği yönünden de bu birlikte çalışmayla elde edilen ufuklar, temsil yoluyla seyirciyi de kapsayarak birlikteliğini büyütür. Seyirciyi, dünya görüşünde, mutlu olmasında ya da acı çekmesinde, bir anıya. imgelerle zenginleşmiş bir hayale ya da benzer dünyalara götürür. Ama bunların tümü de gerçek yaşamın yansımalarıdır.
Bugün bizler yalnızca tehdit edilen yığınların içinde değil, aynı zamanda bizi birbirimize tıpatıp benzeten kalıplara dönüşme tehlikesi içindeyiz. Farketmeden, benliğimize keskin biçimde adım adım etki eden bir normlaşma, kimlik kaybetme değişimindeyiz. Özgün yaratıcılığın yerini sentetik üreticilik aldı. Toplum olarak sanat olaylarına daha az katılır olduk. Daha az kitap okuyoruz. İletişim kurmakta güçlük çekiyoruz, çünkü televizyonun buzlu camı önünde hipnoz durumdayız. Cep telefonlarının ve bilgisayarların kölesi olmak üzereyiz. Bu ‘Hoşgörü Tarihi"nde, hoşgörünün yerini dediğim dedikçilerin dar görüşlü baskıları aldı. Birbiriyle iletişim kuramayan insanların sağırlar sövüşmesi içinde, şiddet, en geçerli özellik haline geldi. Düşünceden ve sevgiden nasibini alamamış tahammülsüzler, nadir yetişen insanlarımızı öldürüyorlar. Böylece, giderek birbirimize yabancılaşıyoruz; yaptıklarımıza, yarattıklarımıza katılma sevincini yitiriyoruz. Kısacası, yaratıcı varlık olma durumundaki üstünlüğümüzü kaybedip giderek ya yaşamı uzaktan seyredenler, ya da anlamsız yokediciler olmaktayız.
İşte bu, insanın özvarlığını tehdit eden tehlikenin karşısında, tiyatronun insanları birleştirici, bir düşünceye ve duyguya ortak etme gücü vardır. Bu güç, her temsilde, oyun kişileri ve seyirci arasında geçen, işitilmeyen, farkedilmeyen bir iletişimle varolur. Tiyatro okul kadar önemlidir. Okul bilgiyi, beceriyi arttırırken, tiyatro da kafaları ve yürekleri eğitir. Ünlü sanat tarihçisi Herbert Read, "sanatın işlenmesi duyarlığımızın eğitilmesidir ve bizler sanatsal bir hava içinde yetiştirilmediğimiz takdirde, bomboş bir ruhsal yaşamın, karmakarışık bir sezgiselliğin ve dolayısıyla anlamsız ve tadsız bir dünyanın şiddetine ve suçuna itiliriz. Yaratma isteği olmayan yerde ölüm güdüsü oluşur ve bu da sonsuz bir yıkıcılığa götürür bizi," demektedir.
Sanatın, dolayısıyla tiyatronun amacı, insan dediğimiz idealin sağlıklı yaşamını sürdürmek içindir. Nükleer savaştan, çevre kirliliğinden ve bazı toplumların açlık sorunlarından bir gün kurtulabiliriz. Ama boşlukta kalmış insanların çoğalmasıyla, başka deyişle ölüm içgüdüsü'nün yayılmasıyla yokolmaktan kurtulamayız. Sanatın sınırsız toprakları üzerinde, tiyatro, yarının dünyası için estetik dünyayı yaşatacak bir araçtır. Yarın, bizim küllerimiz üzerinde, yeni bir dünya, daha mutlu bir dünya yaratılacaksa bunda tiyatronun büyük rolü olacaktır.
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü, yalnızca tiyatrocuların değil, bilincinde olsalar da olmasalar da, yığınların sevgi ve barış günüdür.