27 Mayıs’a, uzaktan...
Nabokov hep önemsediğim Rus Devrimi’nden nefret eder; Lenin’e hakaretleri, ABD’deki anti-Sovyetik tavrı... Aynı hissi Mustafa Kemal’in mücadelesini İstanbul basınından izleyince yaşarım: Ankara’da başka devlet kuran bir bölücü gibi gösterilen Gazi Paşa, bizce kahramandır. Aynı olayın farklı görünümlerini tartışmak öteden beri saçma gelir. Oysa olayın adından çok niteliğine bakmak, yararları ve zararlarını konuşmak daha önemlidir. İstanbul’u almamız fetih midir, işgal mi; kime yararı vardır tartışmanın! Asıl sorun İstanbul’a girip ona yaptıklarımız değil midir?
Altmışıncı yılında 27 Mayıs’a (yapanlar ihtilal diyor, sonrasında başbakanlık tarafından basılan “Ak” Devrim adlı kitap bir hazinedir) / devrimine / darbesine (ne çok adı var) edebiyat açısından bakalım. Şiirimiz: Nâzım’ın Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü ve Enver Gökçe’nin Turan Emeksiz’i saymalı. 5’inci ayın 5’inci günü, saat 5’te ‘K’ızılay’daki eylemi, o gün Menderes gibi orada bulunan Cemal Süreya yazmıştır: 555K. Şairin yine “üç anayasa ortasında büyüdün, akasya, gül ve zakkum” (1924, 1960 ve 1980) diye özetlediği Kısa Türkiye Tarihi kayda değerdir. Gül burada, 27 Mayıs sonrası anayasamızdır. Necati Cumalı da aynı gülü Süreya’dan alıp “bir gül açıyorsa şimdi Türkiye’de / aşkla ümitle açıyor” diye 60’ın şehitlerine adar.
Ahmet Kutsi’den, 27 Mayıs: “Bu sabah, milletim, neşeyle uyan / Bir gerçek olmuştur geceki rüyan / Ey şimdi sevinçten gülen, ağlayan / Unutma! Bugünü her yıl kutlarsın.” Dağlarca alsın, Ordular Günaydın desin: “Akan ne, yıldız ışığı değil, tan ağartısı değil / Evrenden evrene uzanan bir sudur / Dağ taş / Duyar yürür, düşünür dağ taş / Ordular ulusların usudur.” (Türk Dili, Temmuz 1960.) Gelelim Necatigil’e, 27 Mayıs 1960’ta Gazi’ye seslenir: “Sonsuz geleceklere geçer benden kan / Dirilten kim, bu yurt artık nasıl çöker / İzindeyiz, biz varken.” Varlık, 15 Haziran 1960) Külebi, sürecin adını İkinci Cumhuriyet koymuştur: “Coşan, ulu bir deniz Türkeli yine! / Bayraklar kıvanç duyar dalgalanmaktan / Yol açıldı en güzele, en iyiye / Sevinçten, umuttan, alınan haktan / Radyoda bir marş çalar, farkı yok bayraktan / Yaşa, var ol Harbiye” (1960 tarihli şiir, Yangın adlı kitabındadır). Attilâ İlhan ise Ay Yıldız’ın Altında’da şöyle seslenir: “Uyan / Uyanır yeğde yeğde kışlalarımız / 1960 mayıslarında / ordumuz askerimiz paşalarımız / ortalık ağarır gece yarılarında” Salâh Birsel, Sisten Sonra ile ses verir: “Günaydın hepinize Türk ordusundan / Toplanın meydanlara marşlarla / Özgürlük Mustafa Kemalli bir çiçektir / Kalkın umutlarla sevgilerle selamlarla.”
Romana gel: Samim Kocagöz - İzmir’in İçinde, Vedat Türkali - Bir Gün Tek Başına, Erol Toy - Kördüğüm, Tarık Buğra - Dönemeçte (“bu bir Yol Ayrımı değil, âdeta dönemeç” diye Kemal Tahir’e gönderme yaptığı, ihmal edilmiş bir roman), Ayla Kutlu - Kaçış. Hiçbiri, artık çok sıkıldığım taşra sıkıntısı ve sıradan çocukluk anısı anlatmanın edebiyat sanıldığı günümüz kültür dünyasında gerektiği yerde değil. Oysa dönemler sadece tarihle, sosyolojiyle, ekonomiyle değil, edebi eserlerle de açıklanır.
O eserlerden biri de Reşat Nuri’nin Anadolu Notları’dır. Nefis sahne. Bir işçi, Niğde’ye doğru yolda, Nuri’ye bir han gösterir, “bak Faruk Nafiz’in hanı” der. Han Duvarları şiirini bilmeyen var mı? Peki ya aynı şairin Zindan Duvarları? Anlatayım. “On milyon bel iki kat olmuşken eğilmeden / Onda on beş milyonun boynu birden uzaldı / Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden / Taptığımız ne varsa hepsi ondan şeklaldı” diye Gazi’ye yazdığı şiirden bir zaman sonra 1946’da Demokrat Parti’den vekil olup 27 Mayıs’a kadar görev yapan şair, Yassıada’da yatmıştır. Zindan Duvarları kitabındaki Yusuflar şiiri o günleri anlatır.
Romanı Yıldız Yağmuru’nda derin aşkı Şuküfe Nihal’i anlatan Çamlıbel (Nihal de onu Yalnız Dönüyorum’da anar) vatana ihanetle y argılanırken Onuncu Yıl Marşı’nı birlikte yazdığı Behçet Kemal 27 Mayıs Kurucular Meclisi’ndedir. 1965’te Çağlar’ın, Kuran-ı Kerim’den İlhamlar diye çok değişik bir kitap yayımladığını görüyoruz.
Türkiye’nin en muhafazakâr kişisi gibi gösterilmeye çalışılan Tanpınar ile bitirelim. Günlüklerinde Mendereslerin hemen asılması dileğini “Fatiha okunacak yerde hatme başladık” diye belirten yazarın, yukarıda andığım Ak Devrim adlı kitaba bile alınmış, kimilerince hep utanarak saklanan, 14 Haziran 1960’ta Cumhuriyet’te yazdığı çok meşhur Suçüstü adlı yazısından parçalar almak isterim:
- Kırşehir “halkına, reyinizi bize vermedeniz diye yapılan”(lar) “Anadolu tarihinde, Moğol ordularından sonra eşine pek rastlanmayacak cinayetlerden”dir.
- DP’nin suçları hakkında: “burada sadece tatmin bilmeyen ihtiraslarını, doymayan tamahlarını, zulüm ve itlaf susuzluklarını, entrika, ihanet, dolambaçlı yol ... ve vasıtalarla iş görmek sevki tabilerini, güzele, iyiye bilhassa büyüğe … anadan doğma kinlerini … ve mutlâk cehaletlerini sayalım.”
- “Çete kanunlarıyla yaşadılar ve hüküm sürdüler. Çalmak, servet yığmak onlara yetmezdi. Fakirin alkış, duası ve gözyaşı da lazımdı. Cemiyetin ve rejimin hakiki mesnedi olan bütün bir orta sınıfı ezdiler.”
- “Kaçmak üzere iken ve suçüstü… Ağzı köpüklü Adnan Menderes, kin çıkını ve anayasa hırsızı Celal Bayar, hepsi öldürmeye, yakıp yıkmaya ve servet ve sâmânlarıyla kaçmaya her an hazır yaşıyorlarmış. ... Bize bu kurtuluşu hazırlayan, istikbalimizi o kadar asaletle ve necabetle kefaletine alan orduya nasıl teşekkür etmeli? ...Vazifenizi yaptınız, her zaman olduğu gibi bu sefer de vatan ve milleti, hem de tam zamanında kurtardınız!”