27 Mayıs’ın sinemaya etkisi
Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk askeri darbesi, 27 Mayıs 1960’da, Demokrat Parti’nin (DP) “Türkiye’yi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü” gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetler tarafından ülke yönetimine el konulmasıyla yapıldı. 1946 yılında çok partili hayata geçilmesinin ardından 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin sloganları arasında “Türkiye’yi küçük bir Amerika yapmak” ile “Her mahallede bir milyoner yaratma” yer alıyordu. Gerçekten de DP’nin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmesi, diğer alanlarda olduğu gibi sinema alanında da olumlu-olumsuz kimi değişimlere zemin hazırladı. Bu değişimlerin temelinde ise, hiç kuşku yok ki, ABD ile olan yakın ilişkiler yer alıyordu. Örneğin; 1960’dan sonra Amerikan filmlerinin yoğunluk kazanması, bu filmlerle vurgulanan yeni bir yaşam biçimi ile kimi türlerin, yerli filmleri büyük ölçüde etkilemesi, ABD kaynaklı antikomünist hedefleri olan ekonomik yardım paketi Marshall ile okullarda balıkyağlı ve de süt tozlu beslenme şekli vs.…
Türk sinema tarihinde; Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 ile on yıllık iktidarının sonlandırıldığı 1960 arası, Sinemacılar Dönemi olarak adlandırılır. Bu dönem; bir açıdan, Türk sinemasıyla eş değerli bir tanım olarak kullandığımız Yeşilçam sinemasının da bir bakıma temellerinin atıldığı bir dönemdir. Bu dönemin sinemamıza kazandırdığı ustalar arasında ise Ömer Lütfi Akad, Osman Fahir Seden, Atıf Yılmaz, Metin Erksan gelmektedir. Bu ustalar yalnızca bu dönemin değil, giderek neredeyse tüm dönemlerin ustaları ve de hazırlayıcıları olmuştur.
Sinemamızda, 1960 ile 1968 arası ise, “Altın Dönem” olarak isimlendirilir. Gerçekten de kısa zaman dilimi içine sıkışmış olan bu dönem, nicelikten çok nitelikli olgularıyla kelimenin tam anlamıyla bir altın dönem olmuştur.
Sinemadaki dönemin altınlığı ile 27 Mayıs 1960 ile gelen müdahalenin arasında organik bir bağ yoktur. Ama, 27 Mayıs’ın önce sol gösterip sonrasında sağ vurması arasında kalan zaman birimi, Türk sinemasında belki de ilk kez görece bir özgürlüğün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Ve bu geçici iklimde, bir çok yönetmen, sansür tüzüğü yürürlükte olduğu halde, sansüre takılmadan, ya da sansürün bir sürelik hoşgörüsü karşısında toplumsal içerikli filmlere yönelerek, hem kendi filmografilerinin, hem de Türk sinemasının baş yapıtlarını ortaya koymuşlardır. Bu kısa sürede ortaya konulan başyapıtlar arasında neler yoktur ki. Örneğin Ertem Göreç’in sinemamızda ilk kez grev olgusunu işleyen “Karanlıkta Uyananlar” dan tutun da Metin Erksan’ın mülkiyet sorununa gerçekçi bir şekilde eğilerek yasaklı yazar Fakir Baykurt’un yasaklı yapıtından aktardığı “Yılanların Öce”, ardından Necati Cumalı’dan büyük ödüllü “Susuz Yaz”, ve bugün bile değerinden hiçbir şey yitirmeyen “Sevmek Zamanı”na kadar her biri başyapıt düzeyinde olan filmler. Tüm bu başyapıtlar serisini Duygu Sağıroğlu’nun kırsal kesimden büyük kentte daha iyi yaşama koşullarını bulmak umuduyla gelenlerin dramını konu alan “Bitmeyen Yol” ‘ile Haldun Dormen’in “Bozuk Düzen” ine dek de uzatabiliriz.
Ama bu dönemi “altın” yapan yalnızca ortaya konulan bu yapıtlar değildir. Yine bu dönemde ilk kez başta Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza film festivalleri düzenledi, yine ilk Kulüp 7 (bugünkü Sami Şekeroğlu Merkezi) ve Sinematek Derneği kuruldu. Ayrıca sinema literatüründe hareketlenme gözlenerek yeni bir sinema yazarı kuşağı ortaya çıktı ve hepsinden önemli, örgütlenme bilinci sonucunda mesleki bir çok dernek, sendika, birlik kuruldu.
Ama tüm bu olumlu gelişmeler yanı sıra sinemacıların Sansür Tüzüğü’nün kaldırılmasına ilişkin yayınladıkları bildiri 1961’de Kurucu Meclis tarafından reddedildi . Ve bu yetmiyormuş gibi ardından da, 1962’de, yalnızca ABD’yi olumlu/iyi gösteren filmlerin Türkiye’de gösterilmesinin şart koşulduğu yeni bir Amerikan Sansürü uygulanmasına başlandı.
Elbette ki sinemamızdaki bu olumlu gelişmelerin tümü 27 Mayıs Askeri Müdahale dönemine denk düşmüştür ama, inanın onunla da pek ilgisi yoktur. Yalnızca, o günlerin karmaşık ortamında siyasi otoritenin sinemayla ilgilenmemesi, sinemada geçici bir özgürlük algısı yaratmış ve bu algı sonuncunda da bu başyapıtlar ortaya çıkmıştır. Ama bu dönemin sol gösterip sağ vurması çok sürmemiş, sonrasında sansür tekrar hortlatılarak sinemanın korkulu rüyası haline gelmiştir.
İşin özü: Sinema tarihimizde çoğu zaman, devletin sinemayla ilgilenmemesi, ilgilenmesinden daha çok yarar sağlamıştır. Altın Dönem de işte öyle bir dönemdir…