28 Şubat ve Türk Komutan Vural Avar
28 Şubat 1997’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, kuvvet komutanlarının en uzun süren Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, “8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, Kur’an kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanması, kaçak kursların önlenmesi, tarikatların faaliyetlerine son verilmesi, kılık kıyafet yasasının ödünsüz olarak uygulanması, yeşil sermayeye kısıtlama getirilmesi, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medyanın kontrol altına alınması, Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun uygulanması, kurban derilerinin derneklere verilmemesi, Atatürk aleyhindeki eylemlerin cezalandırılması” talepleri ile yüzleşir.
TOPLUMDA BİRİKEN RAHATSIZLIKLAR
Toplantı bir meydan okuma ve ültimatom mahiyetindeydi. Erbakan hükümetinin bazı vekilleri, bakanları, il ve ilçe teşkilatlarının açıklamalarına karşı “not ettik” mesajıydı. Gerçekten de dini-dar ve mezhepçi kesimlerin, tarikatların içine sızmış provokatör ve ajanların, El-Kaide, IŞİD, El-Nusra’vari zihniyette olanların söylem ve eylemlerinde bir patavatsızlık, hadsizlik, terbiyesizlik, tehdit ve açıktan meydan okuma vardı. Bunun yanında etnik milliyetçi taleplerle şiddetini artıran bölücü terör örgütünün faaliyetleri de toplumsal kamplaşmayı pekiştiren faktörlerdi. Atatürk’e hakaretler, laiklik ve cumhuriyet değerlerine saldırılar hat safhaya ulaşmıştı. “Şeriat isteriz” eylemleri, 3 Kasım 1996’da mafya-siyasetçi-emniyet ilişkilerini ayyuka çıkaran Susurluk Kazası, ardından ülke genelinde başlatılan “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” protestosunu dönemin Adalet Bakanı Şevki Kazan’ın, faşist Yezidi zihniyetinin Aleviler için kullanılan “bunlar mum söndü oynuyorlar” ifadesi toplumda ciddi bir rahatsızlık yaratmıştı.
LAİK-DİNDAR ÇATIŞMASI BİLİNÇLİ YARATILDI
Piyasaya sürülen, Lübnan’daki Hizbullah isminin lekelenmesi için özellikle ismi seçilen Hizbullah ve birçok dini-dar örgüt, samimi dindar ve başörtüsü konusunda haklı talepleri olan insanımızın mağdur edilmesinde paravan örgütler olarak kullanıldı. BOP hizmetinde görev yapan operasyon medyası, bu söylem ve eylemleri bir korku filmi gibi kurguladı. Atatürkçü ve laik kesimler nezdinde, konuyu bir molla hükümetinin yaşamlarına, özgürlüklerine yönelik planlı, programlı bir yok etme faaliyeti ve niyetinde olduğunu gösterme gayretindelerdi. Emekli olduktan sonra İsrail savaş helikopterlerine temsilcilik yapacak kadar İsrail taraftarı olan Genel Kurmay İkinci Başkanı ve Batı Çalışma Grubu kurucusu Çevik Bir, “irtica PKK’dan daha tehlikeli” diyen Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya Erbakan’ın İran, Libya ziyaretlerinden ciddi derece rahatsız olmuşlardı.
ERBAKAN’IN BOP KARŞITI EYLEMLERİ
Erbakan’ın Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi için ortaya koyduğu vizyon da BOP’un Türkiye’deki geleneksel siyaset ve askeri erbabını tedirgin etmişti. Erbakan’ın 1999’dan itibaren Suriye ile başlayan normalleşmenin, ardından 2011’den sonra Suriye ve Arabi ülkelere dayatılan projelerin tehdit ve tehlikelerine, vefat ettiği Şubat 2011’e kadar dikkat çekmiş ve uyarılarda bulunmuştu. Erbakan çizgisinden gelen Dr. Mustafa Kamalak’ın başında olduğu Saadet Partisi heyeti Ocak 2012’de Şam’ı ziyarete etmişi ve Esad ile buluşmuştu.
Doğrudur 70 senedir Batı’nın feleğinde debelenen, Mustafa Kemal’in ülkesi ve ülküsünden hayli uzak, faşist Kenan Evren askeri cuntasının ve ABD’nin cici kısa pantolonlu memuru Özal’ın pekiştirdiği, Arabi ve Müslüman ülkelere düşman bir sistemin hastalıklarına karşı ortaya koyulan söylem ve eylemlerde bir Müslüman Kardeşler zihniyeti mensubu olan, meselelere din perspektifinden bakan Refah hükümetinde ciddi bir çelişki ve tutarsızlık vardı. Bu zihniyet destek gördüğü tarikatların daha çok palazlanmasına ortam hazırladı. Erbakan, partisindeki hastalıklı zihniyete karşı etkili bir tavır ortaya koymadı. Ancak mevcut sistemi sorguladı. Dış politikada eksen kaymasına sebep verecek hamlelerde bulundu. Bir “Sünni” Başbakan Erbakan’ın ilk yurtdışı ziyaretini “Şii” İran’a yapması, Mısır, Kaddafi’nin başında olduğu Libya ve Nijerya’yı ziyarete etmesi Batı’nın siyasi, askeri ve ekonomik örgütlerine karşı alternatif arayışlara girmesi kabul edilemezdi.
BOP MEMURU GÜLEN’LE ŞİDDETLİ REKABET
28 Şubat 1997, ‘at izinin it izine karıştığı’ bir dönemdir. Siyaset ve askeriyede milli şahsiyetlerle gayri milli unsurların aynı potanın içinde, her bir tarafın kendi ajandası için mücadele ettiği bir sürece şahit olduk. Her bir taraf süreçten mümkün mertebe kazanç elde etmeye çalıştı. Bu dönem farklı tarikatlar arasındaki rekabet ve çatışma, hükümet üzerinde etkin olma ve siyasi-ekonomik pastadan en büyük parçayı kazanma mücadelesine de sahne olmuştur. Erbakan-Gülen arasında hâsıl olan kavga aynı zamanda başta ABD’nin BOP memuru Gülen ve şürekâsı ile bu misyona itiraz edenler ve komşularla farklı bir konseptin hayata geçirilmesi niyetinde olanların şiddetli rekabetidir. 28 Şubat siyaset ve ordu içindeki milli, laik ve cumhuriyetçi değerlerin savunucuları bu değerlere karşı konumlanmış Gülen ve rekabet içinde olduğu tarikatlara karşı konumlanmışlardı.
‘İRTİCAYLA MÜCADELE’ KİSVESİYLE FETÖ’NÜN ETKİSİ ARTIRILDI
Ama ve lakin laik, cumhuriyetçi ve Mustafa Kemal prensiplerini savunan siyaset ve askeriyede ABD, İsrail, AB ve NATO ile birlikte hareket eden nüfuzlu bir taraf da vardı. Tansu Çiller ve Orgeneral Çevik Bir ve şürekâsı zahirde olanlardı. Bunların da görevi “irtica ile mücadele” hüccetiyle FETÖ’nün devlet üzerindeki varlığını ve etkisini artırmaktı. Türkiye’nin eksen kaymasını önlemek ve BOP’u ivedilikle temsil edecek, programını hayata geçirebilecek ekonomi, siyasi ve askeri işbirlikçilerinin mutlak hâkimiyetini kurmaktı. FETÖ lideri Gülen, 29 Mart 1997’de Samanyolu TV’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ni siyasete müdahale etmek ve muhtıra vermekle eleştirenlere karşı “Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi.” demişti.
1997-2003 DÖNEMİNİN SİCİLİ
Gülen, Erbakan’ı sürekli eleştirmiş ve hükümetten çekilmesini talep etmişti. Yine 16 Nisan 1997’de Kanal D’den Yalçın Doğan’a verdiği röportajında da askerin tutumunu destekleyerek askerlerin sivillerden daha demokratik olduğunu iddia etmişti. O vakit Aydın Doğan’ın amiral gemisi olan Hürriyet gazetesi Fetullah Gülen’in açıklamalarını daim manşetlerden vermiş ve Erbakan’ı istifaya davet eden “beceremediniz artık bırakın” sözünü büyük puntolarla vermişti. 1997-2003 döneminde yayımlanmış mahalli ve yabancı gazeteleri tarayın, kimin nerede konumlandığını, yurtdışı derin ilişkilerini, hangi ajandanın taraftarı olduğunu, kimlerin BOP’ta görev aldıklarını, kimlerin BOP için tehdit oluşturduklarını, kimlerin kimleri kullandığını ve daha sonra tasfiye etiklerini net görürsünüz.
SUYU BULANDIRANLAR
Süreç içinde ülkemizi alakadar eden esas mesele olan ABD’nin stratejik BOP’una uygun tanzim edilen devlet ve millet planına karşı direnen anti-emperyalist laik, cumhuriyetçi, milliyetçi, devrimci, halkçı, devletçi mücadele, salt bir başörtüsü, tarikatlar meselesine indirgenmiştir. Uluslararası finans mahfillerin ekonomi ve medya ayağı seküler hassasiyetleri sonuna kadar suiistimal etmiş ve milletin BOP’un arkasındaki merkezi mahfilleri ihmal etmesine hizmet etmiştir. Bu sayede anti-emperyalist mücadelenin akim ve topal ördek kalmasını sağlamıştır.
BU DAVANIN KİME, NE YARARI VAR?
İlginç olan husus şudur 28 Şubat 1997’nin hesabını sormak isteyen AK Parti hükümeti neden 2013’e kadar bekledi? Dava ile ilgili çok ciddi şüpheler var. Sahte deliller, FETÖ ile iltisaklı savcı ve hakimler ve mahkeme kararlarında yığınla mugalata olmasına rağmen, ayrıca o dönemin koşullarında mevcut tablonun gerekçeleri de mevcut iken, yaşlılık ve hastalık da söz konusuyken AK Parti hükümeti, Adalet Bakanlığı ve en mühimi Cumhurbaşkanlığı makamı neden inisiyatif kullanarak bir dönemi hataları ve sevaplarıyla kapamasına katkıda bulunmadı?
Darbeye teşebbüs ve demokrasiyi rafa kaldırmak ile suçlananlara bu ağır cezalar veriliyorsa, mezhepçi, bölücü ve tehdit dolu söylemlerde bulunmuş Şevki Kazan ve şürekası neden sanık değil de mağdur sıfatındaydı? Çevik Bir, Aydan Erol ve Çetin Saner yaşlılık ve hastalık sebebiyle salıverildiler. Onlardan daha yaşlı ve daha çok hasta olan Vural Avar’ı neden tahliye etmediniz? Eşine neden baş sağlığında bulunmadınız? Cenazesine neden çelenk göndermediniz?
MESUT YILMAZ’IN TEPKİSİ
Benzer sorularımızı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na, Devlet Bahçeli’ye dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’e soruyoruz. Neden bu davanın takipçisi olmadınız? Kurunun yanında yaş yanmış, at izi it izine karışmış bu davada birçok suçlu isim var. Mağdur ve kumpasa maruz kalmış isimler de var. Vural Avar bunlardan birisiydi. Bu davanın mağdurlarını neden hapishanede ziyaret etmediniz, neden helalleşmediniz? Davada tanık olarak dinlenen 55. Hükûmet Başbakanı Mesut Yılmaz, dava dosyasında yer alan belgelerin düzmece olduğunu iddia ederek “Böyle bir davada tanık olmaktan hicap duydum. Düzmece belgelerle devlete hizmet eden komutanların rahatsız edilmesi devlet adına ayıptır. Türban konusunda niye bu sanıkları suçluyorsunuz? Bunlar asker kişiler... Yasaları askerler mi çıkarıyor? Yasaları Meclis çıkarır. Bu söyledikleriniz yasal düzenlemelerle ilgili hususlardır ve bunun bir muhatabı ve sorumlusu varsa siyasetçiler olarak biziz; askerlere değil bize sormanız lazım!” şeklinde beyanda bulunduğu, ancak mahkeme kayıtlarından silindiği iddia edilmiştir. Neden bir Mesut Yılmaz kadar olamadınız?