24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

31 Mart’ın kazananı

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Ekonomik krizin derinleşerek sürecek olması, sermaye birikim modelinin değişmesini gerektiriyor. Erdoğan yönetimi olan bitenin farkında, denizin bittiğini görüyor. Ama yetenekleri iktidar olma sürecini belirleyen yapısal koşullarla sınırlı. Üretime odaklı, reel sektörü destekleyen bir yönelime girmesinin en büyük engeli bizatihi AKP’nin dayandığı sermaye gücünün yapısı. Hükümetin ekonomiyi birlikte yönettiği rantiyer-borsacı-inşaatçı kesimi, onların da rızasını alarak yüksek oranda vergilendirme, oradan doğacak kaynağı üreticilere aktarma şansı yok. Erdoğan yönetimi bu nedenle bütün gücüyle kamu kesimini borçlandırmanın yeni yollarını arıyor ve günü kurtarmaktan ibaret bir ‘ekonomi politikasızlığı’ izliyor.
Öte yandan on sekiz yıllık iktidarın getirdiği doğal yıpranmalar var. Parti örgütlerinde birbirlerini tanımayan veya birbirlerinden nefret eden ekipler oluştu. Bir zamanların idealist partizanları, şimdilerde çeperlere itilmiş durumda. ANAP’laşma süreci tamamlandı. Herkesi birleştiren “dava” pek ortalıkta gözükmüyor. Partiyi sadece Erdoğan’ın şahsi karizması bir arada tutuyor. Bu etken devam ettiği müddetçe Babacan, Gül ve Davutoğlu gibi isimlerin partiyi bölme şansı yok. 31 Mart’tan sonra belki ayrılıp parti kurabilirler ama partide bölünme olarak nitelenebilecek türden bir etki yaratmaları zor. Kaldı ki, 31 Mart seçim sonuçları AKP açısından bir “yıkım” olmayacak.
Millet ittifakının başarıları bu kesimlerde özgüven artışına, kararlılığa ve lider koltuklarının sağlamlaşmasına hizmet eder. Ancak bu kısmi zaferin mutlak bir zafere dönüşme şansı da zayıf görünüyor. Çünkü bu partilerin Türkiye açısından yakıcı tehdit durumunda olan ve Cumhur İttifakı tarafından “beka sorunu” olarak ifade edilen iki dinamikle aralarına mesafe koyduğu şüpheli. CHP’nin HDP ile -gizlemekte giderek zorlandığı- örtülü bir işbirliği yaptığı, FETÖ konusunda ise “cambaza bak” tavrı aldığı görülüyor. İyi Parti saflarındaki samimi vatanseverler, partinin kuruluş ve kurumsallaşma süreci tamamlamasıyla birlikte hızla çeperlere doğru itildi. Bu partide öne çıkan bazı isimlerin faaliyetlerine bakıldığında, ABD ile benzer hassasiyetlere sahip olunduğu anlaşılıyor. ABD’nin önderliğindeki batı emperyalist sisteminin Türkiye’den PKK ile işbirliği ve FETÖ’ye iade-i itibar istediği malum. Millet İttifakı’nın zafer kazandığı bir Türkiye’de kısa vadede batı sistemiyle Türkiye arasında bahar rüzgârları esecek olsa bile karşılığında bir bedel isteneceği ortada. Batı sisteminin, hükümetin önüne koyacağı PKK ve FETÖ ile iş tutma talebinin olumlu karşılanması halinde muhalefetin zaferi, hezimete dönüşecektir.
Hatırlanacak olursa, Açılım döneminde toplumun geniş kesimleri AKP’ye kredi açmıştı. Yapılan kabul edilemez nitelikteki işler “PKK’ya son bir şans vermek” ya da “terörün bitmesi ile sonuçlanacak hayırlı bir sürecin olmazsa olmazları” olarak düşünülmüş ve tolere edilmişti. Burada ana muhalefet CHP’nin açılıma cepheden karşı çıkmayıp, “süreci parlamento aracılığıyla yönetin, kapalı kapılar ardında yürütmeyin, bize de bilgi verin” diyen tutumunun da yurttaşların tepkisini paralize eden bir etkisi olmuştu. Açılım kapandıktan sonra, gelinen noktada Millet İttifakı’nın olası iktidarında geçmişte trajedi olarak yaşanmış bu olayın, -komedi olarak dahi olsa- yeniden yaşanması ihtimali yoktur. Bu nedenle Millet İttifakı’nın, beka tartışmasında AKP’nin silahını elinden çekip alamayan, aksine “beka sorunu Cumhuriyet’in kurulmasıyla bitti” türünden tuhaflıklarla karşı argüman üretmeye çalışan tutumlarla kanıtladığı şey, sürecin doğasını okuma yeteneğinin olmadığıdır.
Türkiye bir makas değişikliğine gelip dayanmış durumda. Dünyayı sistemin penceresinden gören partiler, iktidarı muhalefetiyle, sistemin krizini paylaşıyorlar. Bu nedenle daha bir süre boyunca her seçim bir tür “kazanan kaybediyor” oyunu olarak yaşanacak.