23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

450

R. Bülend Kırmacı

R. Bülend Kırmacı

Eski Yazar

A+ A-

Bir süre önce “128” milyar dolar çok konuşuldu; bu konuyu herkes tuttuğu yerden tarif etti.

Türkiye’nin “uğursuz” bir rakamı bence 450’dir. “450 milyar dolar” üç olguda karşımızdadır.

Birincisi, dış borçlarımız 450 milyar doları aşmıştır; ikinci olarak, emperyalist terörle yıllar boyu süren mücadelenin maliyeti bir hesapça 450 milyar dolardır, üçüncü meşum konuysa, ülkemizde üretilen parasal hacmin yaklaşık 450 milyar dolarının yurt dışına “kaçırıldığı” tahmin edilmektedir. Bu üç rakamı üst üste koyarsak, borçlarımızın tümünü ödediğimiz gibi, yurt genelinde onlarca ağır sanayi tesisi, yüzlerce fabrika, okul ve sağlık ocağı inşa etmemiz, yanı sıra savunma sanayine ciddi bir kaynak aktarmamız olanaklı olur. Üç tane 450 milyar dolar, Türkiye ekonomisinin bir yıl boyunca tüm ticareti, dış satım kabiliyeti ve teknoloji satışları dahil, dünya ekonomisinden aldığı bir trilyon dolardan biraz fazla tutara da eşittir.

Biz bu noktaya plansızlıktan, kayıtdışılıktan, neoliberal ekonomiyi hap gibi yutmaktan dolayı geldik.. Ekonomik paylaşımda hakkaniyeti güçlendiren bir işleyişi kuramadığımız ve sosyal anlamda kardeşliğimize karşı geliştirilen propagandaları bozamadığımız için geldik…

Bu tablo boyası, tuvali, fırçası, ana figürleriyle Atlantik emperyalizminin olduğu kadar, kaynaklarına sahip çıkamayan, ekonomik bağımsızlıkla siyasi bağımsızlık ilişkisini kuramayan siyasetlerin de eseridir. Buna karşılık bizimle benzer sorunları yaşayan coğrafyalar başta olmak üzere “insanlığın büyük uyanışı” harlanmış, Asya’da ulus devletlere ve daha eşitlikçi iktisadi ilişkilere değer ve önem veren ülke kümelerinin güneşi, bizim tam bağımsızlık ve karma ekonomi diyen geleneğimizin ışığıyla dünyamızı aydınlatmaya başlamıştır. Büyük kararların arifesindeyiz! Bu noktada, kazanımlarımızı planlarken, kayıplarımızın da muhasebesini yapmak kaçınılmazdır; 450 sayısı kayıplarımızın hanesindedir. O nedenle analiz edilmelidir.

LİBERAL EKONOMİ = 450 MİLYAR DOLAR!

Türkiye uzun yıllar özelleştirmeler, istihdamda erime, dış borçlanma, sıcak paraya dayalı bir ekonomi sergiledi. Sözümona “liberal” olan özünde tüketici haklarını korumayan bu işleyiş, milli geliri eritti, gelir dağılımını alabildiğine bozdu, kamuyu yatırımlar alanından geri çekti, fiyatlar genel düzeyi bazında devlete piyasayı düzenleyici ve dengeleyici araç bırakmadı. Sonuçta iktisadi açıdan “silahsızlanan” devlet, gelir azalması ve iş kayıplarına karşı kendini savunamayan bir toplum yapısı belirdi… Günü geldi, borçlarımızın bağımsızlığımızın sınırlarına eriştiğini “hesap eden” çevreler, Türkiye’ye her dilediklerini dikte ettirebileceklerini sandılar. Şeker fabrikalarından ve tarımı desteklemekten vazgeçen bir ülke ekonomisinin, kağıt üretimi tesislerini kapatan, elektrik dağıtımını özel sektöre veren bir ülke ekonomisinin darda kalacağı açıktı ve bu “açık kapılardan” girenler, on yıllar boyu 450 milyar dolar borç yapan ekonomimizin üzerine abandılar. İşte bu tercihler ve sonuçları nedeniyle 450 sayısı uğursuz bir sayıdır ve bu sayının içi, yoksullukla, yetersizliklerle doludur…

TERÖRLE MÜCADELE = 450 MİLYAR DOLAR!

450 milyar dolar bir hesapça terörle mücadele dolayısıyla uğradığımız kayıpların üç aşağı beş yukarı tutarıdır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında NATO sisteminin içine gömüldükçe, dış siyaset arenasında bölge merkezli politikaları ihmal ettikçe, gerçekte sınır güvenliğini tehdit eden yapılanmalarla boğuşmak zorunda kalmıştır. Emperyalist terör örgütü PKK’yı (PYD’yi) “kara gücü” ilan eden müttefikimiz ABD, bu eli kanlı terör örgütünü (halen ve tüm hızıyla) lojistik olarak desteklemekte, Irak ve Suriye’nin kuzeyi ile Türkiye’nin güneyinden “koparılacak” toprak parçalarıyla (!) ikinci İsrail projesini sahnelemeye devam etmektedir. Aslında 74 Kıbrıs Barış Harekatında açıkça gözlemlendiği gibi Türkiye’nin haklı ve meşru davalarını sabote etmeye kalkan Atlantik sistemi, bütün gücüyle ve “içerideki” basın, siyaset, akademi dünyasındaki “unsurlarıyla” ülkemizin paramparça edilmesine çalışmaktadır… Buna karşılık, Türkiye, bir yandan savunma sanayisinde gelişmeleri sürdürmek, diğer yandan ekonomik ve siyasi güvenliğinin komşularla işbirliğinden ve Avrasya dayanışmasından geçtiğini -daha fazla acı deneyimler yaşamadan- kavramak zorundadır. Terörle mücadelede kaybettiğimiz 450 milyar doların içinde, acı, gözyaşı, Batı’nın ihaneti ve büyük dramlar vardır…

YURT DIŞINA 'KAÇIRILAN' = 450 MİLYAR DOLAR!

Nihayet o meşum “450” sayısının telaffuz edileceği başka bir “alanı” konunun uzmanlarının ağzından alıp paylaşmak gerekirse: Türkiye’nin son yıllarda 450 milyar dolara yakın parasal varlığının bir şekilde “kıyı ötesi hesaplara” aktarılmış olma olasılığı vardır. Bilinir ki, Türkiye’de kayıtlılık, kayıtdışılığın ağırlığı altında ezilmektedir, ekonomik zorluklar esnasında işçi, işveren prim ve harçları yıllarca yüksek seyretmiş, sıcak para giriş-çıkışları, dövizin yükselip alçalması çevriminde yapıldığı söylenen vurgunlar, kimi çevrelerin iştahını kabartmıştır, bundan da ötede vergi sistemimiz adil olmaktan uzaktır; vergi tabana yayılmamış, vergide kayıp-kaçak oranı makul düzeylere indirilememiştir... Bütün bu tablo, yap-işlet-devret’ten hemen bütün büyük kamu ihalelelerine, bütçe projeksiyonlarından bankacılık sistemine “doların / dövizin” telaffuz edildiği bir iklimde pek de yadırgatıcı değildir. Türkiye kendi emeğiyle, kendi üretimiyle, içinde işçinin, esnafın, küçük ve orta ölçekli işletmecinin, dahası vergi veren her yurttaşın hakkı bulunan ve yurt dışına yasal olmayan yollardan “çıkarılan” paralarını geri getirmek durumundadır.

Bu üç 450 milyar dolar, üç tane yeni Türkiye demektir! Türkiye, mali disiplini, kamucu anlayışı ve planlama temelinde, yurttaşına güvenen ve güven veren bir ekonomiyi inşa etmek zorundadır. Geçmişteki yanılgılarımızdan ders alarak, dünyadaki dinamikleri de doğru okuyarak, insancıl ve hakça bir Türkiye’yi gelin hep beraber kuralım.