50 yıllık terane
Bu hafta bir gazetede yapılan röportajda (25 Eylül 2018-Hürriyet Gazetesi Ayşe Arman) SerebralPalsi hastası bir çocuğun engelli olduğu için yetkililer tarafından okula alınmadığını öğrendik. Çocuğun annesi sekiz okul gezdiğini fakat çocuğun kaydını yaptıramadığını söylüyor. Anne şaşkın... Üzüntülü... Aslında okul yöneticileri, kaydını yapmayız demiyorlar, ama şunu yapıyorlar: Kaydın yapılmaması için anneyi ikna etmeye çalışıyorlar. İstiyorlar ki anne ikna olsun çocuğunu okula getirmesin, kendileri de sorumluluktan (bu dertten) kurtulsun. İşin en dramatik yanı da çocuğu istemeyenlerin en başında diğer çocukların ailelerinin gelmesi. Kendi çocuklarının bu durumdan kötü etkileneceği gerekçesiyle, okul idaresine çocuğun okula alınmaması yönünde baskı yapıyorlar, dilekçe veriyorlar. Çocuğu neden okulda istemiyorlar anlamak mümkün değil. Çocuğun zihinsel bir sorunu yok, kaslarındaki sıkıntı nedeniyle hareketlerinde istem dışı durumlar söz konusu ki onunda kimseye zararı yok. Ailelerin kitlesel halde böyle bir davranış sergilemesi utanç verici... Asıl vahim olansa öğretmenlerin ikrardan geldiğini bildiğimiz bir sessizlikle olayı karşılaması... Engellilerin yalnızlığı tam da burada başlıyor işte. Ayrımcılığın kitlesel hali... Dünyayı “sağlamlardan” ibaret görmenin nevrotik semptomları...
Gazetede bu röportajı okurken gerilere gittim. Belki hatıraları geri getirmemiz mümkün olmayabilir ama hatıralar bizi yanına çekebiliyor bazen. 1965 yılında ilkokula başladım. Tekerlekli sandalyemle gidiyordum okula. Okul günlerim çok güzel, sorunsuz geçiyordu. Çalışkan bir öğrenciydim ve öğretmenim Gülşen hocayı çok seviyordum. Bana hiçbir zaman engelli gibi davranmadı. Kızması gereken yerde kızdı, takdir edilmem gereken yerde de takdir etti. Öğretmenim tarafından engelli olduğum için ne aşırı korundumne de ötekileştirildiğim bir durumla karşılaştım. Abartmıyorum, engelli olduğumu okula gittiğim dönemin büyük bölümünde hiç hissetmedim.
BAYRAM GÜNÜ
O zamanlarda en büyük mutluluğumuz ulusal bayramlara katılmak ve resmi geçitte protokolün önünden geçmekti. Ben hiç geçit törenine katılamamıştım. Katılabilmem için birinin tekerlekli sandalyemi resmi geçit boyunca itmesi gerekiyordu. O yıllarda şimdiki gibi kendi kullanabildiğimiz sandalyeler yoktu. Sandalyem ağırdı, sürmesi zordu ve tabii hiç kimse de bana bu konuda yardım etmeye yanaşmazdı. Ama bu yüzden arkadaşlarıma ne kızar ne de gücenirdim, çünkü o törenlerde herkes boy göstermek, özellikle o gün için yıkanıp paklanıp ütülenmiş üniformalarıyla yürüyüşün en güzelini sergilemek isterdi.
Ama çok arzu edip de kavuşamadığım o ana bir bayram günü kavuştum. Bir arkadaşım sandalyemi süreceğini, resmî törene beraber katılabileceğimizi söylemişti. Mutluluğuma diyecek yoktu. Bir gün önceden özenle hazırlanmış üniformamı geçirdim üzerime. Heyecanla okul kortejindeki yerimi aldım. Bütün okul, belli bir düzen içerisinde yürümeye başladık. Kalabalık bir halk kitlesi törenleri izlemeye gelmişti. Her şey çok güzeldi, protokol tribünü yaklaştıkça, şehrin ileri gelenlerinin önünden geçmenin heyecanı içimizde büyüyordu. Ama, tam tribünün önüne geldiğimizde sandalyem aniden durdu. Bütün okul yürüyordu, ben yerimde kalakalmıştım. Arkadaşım protokolün tam önünden geçerken beni bırakıp gitmişti sınıfla birlikte. Her yerde bir uğultu vardı, dipsiz bir kuyuya düşer gibiydim. Bir tarafımdan homurtular, bir tarafımdan sanki alay eden sesler geliyordu kulağıma. Bir an bütün dimağımı bir pişmanlık sarmıştı, neden katılmıştım ki sanki bu törene... Sonra sandalyem bir anda yeniden hareket etti. Yüzümü çevirdim, müdür yardımcısı Abdullah Bey, bir eliyle beni sürüyor, diğer eliyle de avucunu protokole doğru açmış ne yapalım (sakat işte) der gibi mahcubiyetini ve üzüntüsünü ifade etmeye çalışıyordu. Sonra döndü, bana baktı, kızmıştı. Gözlerim Gülşen hocayı aradı o an, yoktu. Bir an önce oradan gitmek, kaybolmak istiyordum.
Bu olaydan kısa bir zaman sonra beni okuldan attılar. Okul Müdürü gerekçe olarak babama okulun lavabosunun bana uygun olmadığını söylemiş. Babam bu durumu bana söyleyememişti. Annem söyledi. Babam anneme söylerken ağlamış.
Benim okuldan atıldığım günden, çocuğun okula alınmadığı bugüne koca bir 50 yıl geçmiş. Aziz cumhuriyet tarihimizin yarısı yani... Pekiyi, ne değişmiş? Gene aynı kitlesel ayrımcılık, gene aynı sessizlik, ve engellilerin suskun yalnızlığı...