AB cenazesi dirilebilir mi?
Başlarken peşin peşin söyleyelim. Türkiye ile AB arasında yürüyen bir üyelik süreci yoktur. “AB üyelik müzakereleri” denilen şey bir cenazeden daha fazlası değil. Cenazenin kime ait olduğu bilinemediğinden her iki taraf da cesedi ortada bırakmaktadır. Hatta tıpkı deliler gibi cesedin canlı olduğunu zannetmekte ve onunla konuşmaktadırlar.
Türkiye 2014’ten bu yana dozu giderek artan bir biçimde ABD ve AB dayatmalarına kafa tutuyor. Onların kuklası olan PKK ve FETÖ ile ölümüne savaşıyor. Kendisine Doğu’da daha güvenilir müttefikler arıyor.
HORTLAYAN AB’CİLİK
Bu süreçte “ana akım” basın da milli tavırlar almak durumunda kaldı. Ancak bulunan her fırsatta 90’ları hatırlatan zembereğinden boşanmış AB övgüleri piyasayı doldurmaya başlıyor.
Örneğin Muharrem Sarıkaya Habertürk’te “demokratikleşme ve kapsamlı reform” öneriyor. “Yoksa” diyor, “10 Aralık AB Liderler Zirvesi’nden çıkacak sonuca hep birlikte katlanırız.” Eskiden çok yapılırdı bu. Koca milleti “AB’ye girmezsek öcüler gelir” diyerek korkuturlardı. Elde sopa yazılar yazarlardı. Yine çıktılar piyasaya.
“Demokratikleşme ve kapsamlı reform” dan ne anladıklarını birazdan yazacağız. Ama Sayın Sarıkaya’ya şunu sormalıyız. Ne yapacak AB bize? Ne yapabilir? AB’nin bu gücü var mı? AB’yi takip edebiliyor mu bir süredir? Toplasanız Türkiye etmeyecek olan Macaristan ve Polonya bir süredir AB’yi kilitlemiş durumda. AB onlara bile söz geçiremiyor. Bu ülkeler Avrupa Parlamentosu’nun dayatmalarına AB üyeleri olarak açıktan direniyorlar. Hem onlar AB’ye girdikleri için pişman hem de AB “biz bu barbar Doğuluları neden içimize aldık” diye hayıflanıyor. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, dediklerini yapmayan bu iki ülkeye “acı çektireceklerini” söyledi. Macaristan ise “İkinci Dünya Savaşı yıllarına mı dönüyoruz” açıklamasıyla Hitler göndermesi yaptı. AB işte bu. Dışarıdan bakınca liberal demokrasinin zirvesi, içine girince Hitler’in gölgesi…
Bir başka Habertürk yazarı Nagehan Alçı da Türkiye’nin AB yolculuğundan duyduğu mutluluğu anlatıyor. Davutoğlu ve Babacan’ın AB sürecine sahip çıkması gerektiğini belirtiyor.
Sevilay Yılman bir adım daha atıyor ve “AK Parti’den küstürülüp gönderilen” Babacan ve Davutoğlu ile tekrar kucaklaşılması gerektiğini” anlatıyor. Bu arada “ulusalcı, Avrasyacı” kişilerle de yollar ayrılmalı.
AB İLE ÇELİŞKİLERİN NESNELLİĞİ
Anlamadıkları ya da anlamak istemedikleri çok önemli bir gerçek var. Türkiye’nin bir bütün olarak Atlantik ittifakıyla (ABD, AB, NATO) çelişkileri nesnel çelişkiler. Yani siz varlığını reddetseniz de kafanızı kuma gömseniz de göğe bakıp ıslık çalsanız da kaya gibi ortada duran çelişkiler. Üstelik, uzlaşmaz çelişkiler.
Bu çelişkilerin nesnelliğini iyi anlamak gerekiyor. Batıcı yazarlar Türkiye’nin Batı’dan ve tabii AB’den uzaklaşma sürecinin yalnızca Erdoğan’ın bir tercihi olduğunu zannediyorlar. Şüphesiz Cumhurbaşkanının iradesinin önemli bir rolü oldu. Ama Tükiye’nin ekonomide ve güvenlikteki ihtiyaçlarının kendisini güçlü bir biçimde dayatması bu kopuştaki temel etken.
AB’nin ve genel olarak Batı’nın Türkiye’den istekleri karşılanabilir istekler değil. Türkiye’yi yönetme sorumluluğu sırtında bulunan Erdoğan’ın bunu görmemesi imkânsız. Onların isteklerinin yerine gelmesi ortada bir Türkiye kalmamasına yol açacak cinsten.
AB ÜYELİĞİNİN KOŞULLARI
Sarıkaya, Alçı ve Yılman’a son 20 yılın AB Türkiye raporlarını incelemelerini öneriyorum. İncelediklerinde şunları görecekler:
- 15 Temmuz sonrası kapatılan basın yayın kuruluşları, şirketler, okullar tekrar açılsın. Kamuda görevinden çıkarılanlar tekrar işe alınsın. Yani FETÖ’ye ve darbecilere özgürlük.
- 16 Nisan halkoylamasının sonuçları gayrı meşrudur. Yani Türkiye Cumhuriyeti anayasası tartışmalıdır.
- Türkiye “AB ile birlikte” yeni bir anayasa yapmalıdır. Yani anayasamızı da abiler yapacakmış.
- Türkiye, sınırları dışında terör operasyonu yapmaktan vazgeçmeli. Yani PKK/PYD ve DEAŞ sınırlarımızın dibinde isteği hazırlığı yapsın.
- Tutuklu HDP’liler serbest bırakılmalı, kayyum atanan belediyeler “sahiplerine” iade edilmeli. Yani Türkiye PKK ile mücadele etmemeli, belediyeler de terör örgütüne her türlü aracıyla destek vermeye devam etmeli.
- Türkiye hendek operasyonları dâhil PKK operasyonlarına son vermeli ve “her iki taraf” masaya oturmalı. Yani PKK, AB için bir “taraf”.
- AB ülkeleri Türkiye’den OHAL nedeniyle kaçanların iltica işlemlerini hızlandırmalı. Yani, gariban Afrikalı’ya, Suriyeli’ye, Afgan’a kapılarını kapatan AB, Türkiye’nin hainlerine kapıyı açmaktadır.
- Üyelik süreci askıya alınsa bile Gümrük Birliği devam etmeli. Çünkü Türkiye büyük bir pazar.
- Türkiye Avrupa’daki Türkleri kendi çıkarı için kullanmaktan vazgeçmeli.
- Türkiye Doğu Akdeniz’de ruhsatsız sondaj faaliyetlerine son vermelidir.
- Türkiye Libya ile imzaladığı anlaşmaları geri çekmelidir.
- Türkiye Kıbrıs’taki askeri varlığına son vermelidir.
- Türkiye 20. yy başındaki Ermeni, Rum ve Süryani soykırımlarını tanımalıdır.
Bunlar AB’nin üye olmamız karşılığında bizden istediklerinin sadece bir kısmı. Hepsini yazsak kitap olur. Sağ olsunlar bir tek göçmenler konusundaki tutumumuzu övmüşler bütün raporlarda. O da tabii AB’ye gitmelerini engellediğimiz için.
Evet. AB dediğimiz şey soyut bir hayal değil. Yukarıdaki nal gibi maddeler AB’nin ta kendisi. Kimse laf ebeliği yapmasın, yukarıdakiler olmadan AB üyeliği diye bir şey mümkün değil.
Şimdi Habertürk’ün değerli yazarlarına ve diğer AB pazarlamacılarına soruyorum: Türkiye AB’ye girebilir mi? Ya da bu koşullarda AB’ye giren “şeye” Türkiye denilebilir mi?
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ NASIL GELİŞİR?
Türkiye hem Asyalı hem de Avrupalı. Orhan Bey Gelibolu’ya çıktığından bu yana Türkler Avrupa’nın temel bir unsurudur. Biz AB’ye düşmanlık edelim derdinde değiliz. Karşılıklı çıkara ve saygıya dayanan eşit ve onurlu ilişkiler kuralım diyoruz. Hem AB ile hem de tek tek AB üyesi ülkeler ile bu türden ilişkiler kurmak mümkün. “Üyelik süreci” denilen deli gömleği Türkiye’nin Avrupa ülkeleri ile kurabileceği sağlıklı ilişkileri de baltalamaktadır. AB üyelik sürecinin ve Gümrük Birliği’nin sonlandırılması Türkiye’nin AB ve Avrupa ülkeleri ile olan ilişkilerinin sağlıklı bir biçimde gelişmesine hizmet edecektir. Yani “üyelik süreci” denilen cenazeyi artık defnedelim de mevtayı ıstıraptan kurtaralım.