AB Seçimleri: İstikrarsızlık, iktidarsızlık, kriz!
Amerikan medya devi CNN’in şu sözleri AB Parlamentosu seçim sonuçlarını bir güzel özetliyor: “Biden bu hafta İtalya’daki G7 zirvesine vardığında, siyaseten ufalmış Batılı liderlerden oluşan dörtlüye katılacak. Avrupa seçimlerinden alınan bir ders de enflasyon çağında görevdekilerin hoşnutsuz seçmenlere karşı savunmasız olduğudur.”
‘Ufalan’ liderlerden kastı Macron ve Scholz, CNN, Biden’ın yanındaki en güvenli Batılı liderin ‘aşırı sağcı’ İtalyan Başbakanı Meloni olmasını ‘ironik’ buluyor: “Meloni’nin partisi hafta sonu büyük bir zafer kazanarak onu Atlantik’in öte yakasında en güçlü liderlerden biri haline getirdi.”
CNN haklı: Macron Fransa’da meclisi fethedecek kadar çaresiz kaldı, Almanya’da Başbakan Scholz iki ateş arasına düştü ve çöktü çökecek, Hollanda’da 12 yıllık liberal Rutte zaten geçen yıl sonu istifa etmişti, istifa kervanına Belçika Başbakanı da yaşlı gözlerle katıldı, İngiltere’nin çiçeği burnunda Başbakanı Sunak da gelecek ay seçimlerde gidici, İngiltere’de 14 yıllık muhafazakar Hıristiyan merkez iktidarlar dönemi sona eriyor!
AB seçimleri, şimdilerde Biden’la flört eden 40 yıllık hıristiyan-liberal-sosyal demokrat merkez saltanatının, yani ‘statüko’nun, iskambil kağıdından kule gibi çöküşüne denk düşen günler olarak tarihe girecek!
Aralarındaki koalisyonların aritmatiği seçimden seçime değişse de, ortak yanları NATO ve küreselcilik olan bu ‘statüko’ partileri tüm Avrupa’da hemen hemen aynı: Hıristiyan Demokratlar, sağ liberaller, sol liberaller, sosyal demokratlar ve Yeşiller…
Bu beş kafadarın dışında farklı bir oyuncunun sahneye çıktığı 40 yıldır görülmedi! Ancak 2016’da ABD’de Trump depreminin yaşandığı yıllardan itibaren Avrupa’ya da bir haller olmaya başladı. Özellikle korona ve Ukrayna savaşı sonrası, yerden mantar biter gibi yeni sağ partiler kurulmaya, bunların bir kısmı hemen tekrar küçülürken kimileri milliyetçi ve populist sloganlarla rüzgarı arkalarına aldılar. 2019 AB seçimlerinde dikkati çekeceklerdi. Bu haftaki seçimlerde ise ülkelerinde aldıkları yüksek oylar siyasal bir depremin öncü dalgaları. Oy oranları şu şekilde:
Fransa: Marine Le Pen Rassemblement National RN, yüzde 21’den 31’e
Almanya: AfD, yüzde 11’den 16,5’a
Belçika: Vlaamse Belang, yüzde 11,7den 14’e
Hollanda: Wilders’ın PVV’si, yüzde 3,5’tan 17’ye
İtalya : Meloni’nin Fratelli d’Italia adlı partisi, yüzde 6,4 den 28,8’e
Macaristan: Urban’ın Fidesz partisi yüzde 44’te kalırken, Peter Magyar’ın benzer yapıdaki TISZA partisi yüzde 30’a.
Çekya : ANO adlı parti, yüzde 21’den 26’ya
Slovakya: Yüzde 25 alan Başbakan Fico’ya yakın sağcı Republika partisi, sıfırdan yüzde 12,5’a
Romanya: AUR adlı parti, sıfırdan yüzde 12,5’a
Yunanistan: Elliniki Lysi, yüzde 4,1’den 9,3’e
Buna karşılık ‘statüko’ partilerinden liberaller, sosyal demokratlar ve yeşiller, özellikle Fransa, Almanya, Hollanda ve Belçika gibi AB’in öncü ülkelerinde büyük güç kaybına uğradılar. Fransa’da Macron yüzde 14’ü aşamayarak La Pen’in yarısına kadar kısaldı. Almanya’da Scholz’un koalisyon ortağı yeşiller yüzde 20,5’tan yüzde 12’ye çakıldılar.
Ülkelerinde aldıkları bu sonuçlarla sağ milliyetçi-populist partilerin toplam 720 sandalyelik AB parlamentosundaki sandalye sayısı 150’yi aşacaktı. Bu sandalyeler ID, ECR, NI ve grupsuz yeniler arasında dağılıyor, ortak bir parlamento grubunda birleşmiyor. Statüko’nun, AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen’in ‘temel direğimiz’ olan Hıristiyan Demokratlar AB parlamento grubu EPP’yle hala çoğunluğu oluşturuyor: 186 sandalye.
Yani statüko AB Parlamentosu’nda EPP, sosyal demokratların S&D grubu ve liberallerin Renew Europe adlı grubuyla birlikte hala güçlü. Yüzde 56’lık toplam oy oranı ve 400’ü aşkın toplam sandalye sayısıyla, gerekli toplam 362 sandalyeyi aşarak AB’nin ‘hükümeti’ sayılan Avrupa Komisyonu’nun başında kalmayı sürdürebilecekler. Yani tek tek ülkelerdeki altüst oluş henüz AB Komisyonu’nu değiştirebilmeye yetmiyor.
Liderler birkaç gündür hep bir ağızdan ana akım medyada “Aşırı sağa kayış oldu ama çoğunluk bizim elimizde” diyerek teselli buluyor. AB Başkanı Roberta Metsola: “ Avrupa yanlısı yapıcı merkezin ayakta kaldığını görebiliyoruz. Ancak bu grupların bir araya gelerek çoğunluk oluşturma sorumluluğu sürüyor.”
Kendi Hıristiyan demokrat parlamento grubu EPP’nin birinci parti kalmasıyla secim sonuçlarının “güçlü bir Avrupa isteyenlerin hala çoğunlukta olduğu” mesajını vurgulayan, AB Komisyonu Başkanı Alman kökenli Von der Leyen: “Yani merkez yerinde duruyor, ama sağdaki ve soldaki aşırıların da destek aldığı bir gerçek. Bu nedenle sonuç, merkezdeki taraflara büyük sorumluluklar yüklüyor.”
ASIL ALTÜST OLUŞ ÜYE ÜLKELERDE
Foreign Affairs, The New York Times, Deutsche Welle, De Volkskrant ve CNN : “Parlamentoda merkez ayakta duruyor.” Ancak bunu söyleyenler, üye ülkelerdeki siyasal altüst oluştan haberdar olduklarından dolayı endişe içindeler. Üye ülkelerdeki durum, AB parlamentosundan çok daha önemli.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nden Pawel Zerka seçim gecesi: “Bu gecenin en önemli dersi, Avrupa Parlamentosu seçimlerinin AB üye ülkelerindeki ulusal politikalar açısından çok önemli olabileceğidir.” AB’nin öncü ülkeleri olan Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda ve Belçika’da taşlar yerinden oynadı bile! Merkez sağ krize girdi. İktidarlar el değiştiriyor! Reuters ajansı: “Macron gibi Almanya Başbakanı Olaf Scholz da şimdiye kadarki en kötü sonucu aldı ve muhalefetin elinde acı çektiği bir gece yaşadı.” Doğru! Muhalefet erken seçim istedi bile. Hem Hıristiyan demokratlar hem AfD ufacık kalmış Scholz’u kuşatarak, iki taraflı çapraz ateşe tutacaklar.
CNN : “Bu sonuçlar genellikle görevdeki yerel hükümetlere yönelik fiili bir referandum olarak görülüyor.” Ve AB ortak parlamentolu bir ‘birlik’ olsa bile, ABD gibi bir ‘birleşik tek devlet’ değil, asıl konularda hala tek tek ülkelerin borusu ötüyor.
Strasburg ve Brüksel merkezli AB Parlamentosu Avrupa iç pazarı, uluslararası ticaret, iklim ve çevre, tarım, göçmenler konularında yasalar çıkarabilecek ve bütçe tasarılarını onaylayabilecek, veto edebilecek önemli güçlere sahip. Ancak iç işleri, ülke ekonomisi ve yasaları, savunma, güvenlik, uluslararası ilişkiler ve anlaşmalar konularında üye devletler bağımsız ve asıl yetkiler onlarda. Kaldı ki üye ülkeler Brüksel’in uluslararası kararlarını veto etme hakkına da sahip.
Ayrıca AB’nin ana karar organı parlamento değil. Brüksel’de zaman zaman toplanan ve üye devletlerin bakanlarından oluşan AB Bakanlar Konseyi.
‘Herşeye rağmen parlamentoda çoğunluk bizde’ tesellisi bu yüzden perde arkasında seçim sonuçlarından duyulan ciddi endişeyi örtmeye yönelik. AB Dış İlişkiler Konseyi’nin Biden’ın güvenilir meslekdaşı olmasıyla övündüğü Von der Leyen seçim sonrası bu nedenle “Avrupa yanlısı, Ukrayna yanlısı, hukukun üstünlüğü yanlısı” güçlerle ‘ilerleme’ dileğinde bulundu: “Elbette bu seçim boşlukta olmuyor. Etrafımızdaki dünya kargaşa içinde. Dışarıdan ve içeriden güçler toplumlarımızı istikrarsızlaştırmaya ve Avrupa’yı zayıflatmaya çalışıyorlar.”
Macron bu örtülü endişe nedeniyle “aşırı sağın önüne güvenlik duvarı örmeye” halkı çağırdı. Çünkü bu yeni partiler henüz AB parlamentosunda olmasa da, orada hala 450’yi aşkın sandalye kurulu düzen yanlısı statüko partilerinin elinde kalmışsa da, üye devletlerde birer birer iktidara geliyorlar ve AB’nin rotasını oralardan daha kolay yönlendirebilirler.
Foreign Affairs: “AB seçimlerinin asıl etkisi birçok açıdan tek tek ülkeler üzerinde oldu; Almanya’da olduğu gibi parti kayıpları yaşayan bazı ulusal hükümetler artık yeni seçimlerden kaçınarak ayakta kalmaya çalışacak. Sonuçlar aynı zamanda Avusturya gibi daha küçük üye ülkelerde, aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi’nin sonbaharda yapılacak ulusal seçimlerden sonra iktidara gelebileceği gibi, bazı olacak şeylerin habercisi olabilir.”
Tabii ki böyle bir gelişme, Brexit kazasının yaralarını sarmaya çalışan Paris ve Berlin’in ‘daha fazla entegre olmuş büyük Avrupa devleti’ rüyasını da boşa çıkaracaktır. Foreign Affairs: “Bu nedenle, her ne kadar Avrupa yanlısı merkezciler Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluğa sahip olsalar da, AB seçimlerinin sonuçları kıta için yeni bir dönemin habercisi olabilir; kendi iç siyasal kavgalarına dalan Almanya ve Fransa geleneksel olarak sahip oldukları liderliği sağlayamayabilir. Bunun yerine, AB seçimleri, tam da AB’nin en az katlanabileceği bir sırada, Avrupa entegrasyonunun gelecekteki yönü açısından bir belirsizlik ve değişkenlik döneminin habercisi olabilir.”
VON DER LEYEN KOMİSYON BAŞKANI KALABİLİR
Öte yandan seçim sonuçlarının AB politikalarında getireceği değişiklikler ancak bu yıl sonundan itibaren yavaş yavaş şekillenmeye başlayacak. Çünkü önce yeni AB yönetiminin yapılanması gerekiyor ve bazı üye ülkelerde hükümet değişiklikleri bekleniyor. 17 Haziran’da AB liderleri gayri resmi bir zirvede bir araya gelerek AB Komisyon başkanlığı için aday belirleyecek. Ardından bu adayın yeni Avrupa Parlamentosu’nca onaylanması gerekiyor. Parlamento ilk genel kurul oturumunu 16 Temmuz’da yapacak ve yeni yasama dönemi başlamış olacak.
AB Komisyonu, pratikte parlamentodan daha da önemli, konulara göre ayrışmış 26 alt komisyon ve görevlilerini önümüzdeki aylarda belirleyecek, 32 bin kadroda kilit noktalarda değişiklikler yapılacak, tüm bunlar aralık ayına kadar sürecek. Tüzük gereği milliyetçi populist partilerin yeni sayısını ve tercihlerini de dikkate alan bir görev dağılım gerekiyor. Ve bu da çoğunluk olamasalar bile, bu yeni partilerin bazı komisyon ve görevlerde artık daha etkili olacakları anlamına geliyor.
Biden’ın, 12 yıl başbakanlık yaptıktan sonra Wilders’ın ‘aşırı sağ’ zaferine kurban giden devrik Hollanda Başbakanı sağ liberal Rutte’yi desteklediği dillendiriliyor. Ancak Statüko’nun en şanslı adayı, yine Washinton destekli Alman Hıristiyan Demokrat Von der Leyen. Çünkü Hıristiyan demokratlar 189 sandalyeyle parlamentoda kilit rol oynuyor. Van der Leyen bu amaçla önümüzdeki haftalarda AB Parlamentosunda güçlü statüko grupları olan S&D ve Renew Europe-RE’nın desteğini almaya çalışacak ve bu defa muhalif partilerin artan etkisi nedeniyle daha fazla tavizler vermek zorunda kalacak: “Amacım Avrupa’dan yana, Ukrayna’dan yana ve hukukun üstünlüğünden yana olanlarla bu yola devam etmek.”
Washington, Berlin ve Paris’in desteğine karşılık, Çin hükümeti, Von der Leyen’in yeniden seçilmesi halinde, Çin-Avrupa ilişkilerinin soğuyacağı kanısında.
SAĞ MİLLİYETÇİ PARTİLER BİRÇOK KONUDA ANLAŞAMIYOR
Geleneksel iktidar partileri bir çok ülkede ‘Avrupa ve anayasal düzen karşıtı aşırı sağa karşı eylem’ sloganı ardında bir araya gelme çağrıları yapıyor.
Milliyetçi-populist partiler için de birleşmek önemli, ama herkes bunun güç olduğunun farkında. Amerikalı CNN bir çok temel konuda yıllardır anlaşamayan bu partilerin parlamentoda birleşememesi için duacı: “Mesela Almanya’daki Almanya için Alternatif (AfD) partisi siyasi açıdan şu an evsizdir: AfD’nin en önemli adayı Maximilian Krah, Hitler’in SS’lerini topyekün suçlu olarak görmediğini söylemesinin ardından parlamentodaki aşırı sağcı ID grubundan çıkartılmıştı. Bağlantısızlar (NI) grubunda da çok sayıda başka aşırı sağ parti de yer alıyor. Oldukça bölünmüş durumdaki aşırı sağın etkisini arttırmak için geniş bir koalisyon oluşturup oluşturamayacağı önümüzdeki haftalarda en yakından takip edilen konulardan biri olacak.”
Aralarındaki büyük farklar nedeniyle bu partileri tek bir isim altında toplamak da zor. Herkes işine geldiği açıdan isimlendiriyor. Örneğin, Atlantik ya da kendilerini ‘Avrupacı’ diye tanımlayan düzen partileri bunlara ‘aşırı sağ’, ya da ‘ırkçı’ ya da ‘ Avrupa aleyhtarı’ ya da ‘Rusya yanlısı’ diye karalıyor. ‘Milliyetçi’ veya ‘Populist’ diyenler de çok. Ve bu özellikler az ya da çok bu partilerin çoğunda var aslında. İtalya’da Meloni, Hollanda’da Wilders iktidara geldikten sonra çoğu halkçı vaadlerden vazgeçtiler, bu bakımdan populistler.
AB Parlamentosu’nda aynı grupta yer alanları bile farklı, mesela çoğu NATO’yu savunuyor, ama karşı olanları da var. Wilders NATO’ya katkıyı yüzde 2’ye çıkartmak için diğer sağ statüko partileriyle anlaşıverdi, Ukrayna’ya maddi desteğin artmasına onay verdi. Başbakan Meloni NATO’da yer alıyor ama Stoltenberg’in Ukrayna’ya Rusya’yı vuracak silahlar verme çağrısını reddetti. Halbuki her ikisi de ayni safta!
Alman AfD’si ve Fransa’da La Pen’in partisi ise Ukrayna desteğini kesmek ve Rusya’yla barışmaktan yanalar. Alman AfD ve Fransız RN, ABD ve NATO’dan uzaklaşmayı savunuyor. Ama AfD Avrupa ordusunu savunurken RN buna sıcak bakmıyor.
Meloni Çin’in Kuşak ve Yol girişiminden çekilirken, Urban’ın Fidesz partisi Çin’le işbirliği taraftarı. Bu partilerin çoğu Çin’e karşı mesafeli ya da dost değil, Çin de şimdiye kadar çoğuna mesafeli kaldı. AB’nin genişlemesi konusunda ise çoğu aynı görüşte, Moldovya, Ukrayna ve Gürcistan’ın katılmasına AfD (Almanya), RN (Fransa), FPÖ (Avusturya) ve PVV (Hollanda) karşı çıkıyorlar. AB Parlamentosunda farklı gruplara dağılmış olmaları da zaten bu partilerin farklı görüşlere sahip olduklarını gösteriyor: ID, ECR ve NI (Bağlantısızlar) adlı gruplar sağ milliyetçi populist partilerden oluşuyor. Örneğin ECR, Çin karşıtı güçlü bir duruş sergilerken, ID grubu daha hoşgörülü bir yaklaşıma sahip.
İsrail’e destek konusunda AB üyesi ülkelerin geleneksel tavrından farklı değil tavırları: hemen hepsi İsrail’ci. Zaten çoğu İslam düşmanı. İddiaları: İslamcı terörizm.
Hemen hepsinde az ya da çok gözlemlenebilecek ortak nitelikler; NATO’ya mesafeli yaklaşım, Avrupa’nın genişlemesine karşıtlık, göçmen düşmanlığı, yeşillerin iklim-çevre politikalarını rafa kaldırmak, İsrail dostluğu ve koalisyon şansını yakaladıklarında ekonomik açıdan verdikleri halkçı vaadlerden vazgeçmek. Bu nedenlerle bu partilere sağ milliyetçi populist demek şimdilik en uygunu olacaktır.
SEÇMEN HÜKÜMETE KIZIYOR AMA GÖÇMENİ SUÇLUYOR!
Bu partilerin yükselmesi üye ülkelerde seçmenin; Ukrayna, Avrupa, (Ukrayna kaynaklı savaş korkusu ve barış isteği de kısmen rol oynamışsa da) barış, iklim konularında onları beğenip oy vermesinden kaynaklanmadı. Bu partilerin göçmen politikasından kaynaklandı. AB seçimlerinde de, üye ülkelerin kendi seçimlerinde de seçmenin baş meselesi şudur: göçmenler, geçim endişesi ve enerji krizi!
Son 20 yıldır üye devletlerde statükocu koalisyonlar ardı ardına kemer sıkma politikaları izledi, sosyal refah devletini tüyleri yolunmuş kuşa çevirdi, alım gücünü adım adım düşürdü, zengin daha zengin oldu, sağlık hizmetlerini daralttı, korona buna tuz biber ekti, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da ortak oldukları ABD müdahalelerinden kaçan milyonlarca yoksul sığınmacıyı önleyemedi, bütün bunlara bir de enerji krizi ve Ukrayna savaşı eklendi. Bütün bunlara tepkisi durmadan artan Avrupalı dar gelirliler, statükoya ilk tokatı İtalya’da sonra geçen sonbaharda Hollanda’da attı. Şimdi de AB seçimlerinde attı. Önümüzdeki dönemde de diğer AB ülkelerine sıra geliyor.
Yani bu sonuçlar seçmenin 20 yıllık statükoya, yani ana akım liberal-muhafazakar hükümetlere attığı tokattır.
Ama yanıldı seçmen? Halkın yoksullaştırılması suçundan saraylardaki 20 yıllık statüko hükümetlerini değil, jeopolitiğin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki marifetleri neticesinde Avrupa’ya akan milyonlarca Batı kurbanı göçmeni sorumlu tuttu! Statüko’ya ise göçü önleyemediği için kızdı! Avrupalı seçmen de sonuçta siyasal açıdan yüz yıl önceki Hitler Almanyası kadar bilinçsiz ve kandırılmaya açıktır. Sağ milliyetçi populist kurnazlar bu rüzgarı arkalarına aldılar. Çünkü statüko, suçunun gizli kalmasından hoşnuttu, teşvik etti. 2008 küresel ekonomik krizi, pandemi, Ukrayna masrafları ve son resesyonun suçu göçmenin üzerinde kaldı. Bu partilerin tırmanışı, 20 yıldır alım gücü düşen halkın, suçun göçmenlerde olduğuna inandırılarak bu yeni sağ partileri kurtarıcı görmesinden kaynaklandı. statükonun sağ merkez partileri ise göçmen, İslam ve yabancı düşmanlığının yayılmasını bizzat teşvik ettiler, çünkü bu onların suçlarını örtbas etmelerine yarıyordu.
WASHINGTON: SAĞ MİLLİYETÇİLİĞE KARŞI BİRLİK
ABD, Rusya ve Çin, medyada müdahale ediyorlarmış izlenimi vermemek için Avrupa Parlamentosu seçimlerine mesafeli davransalar da, kendilerinin de itiraf ettikleri gibi gözleri Avrupa’nın üzerindeydi. Washington zaten çoğul nedenden dolayı gergindi: Biden’ın Avrupa’daki geleneksel ittifakı zayıflayabilirdi, NATO zayıflayabilirdi, Ukrayna stratejisi zayıflayabilirdi, Avrupa ve Avrasya’ya barış gelmesi tüm bölgenin birbirine düşerek eski dünya savaşlarında ABD imparatorluğunun kurulması için meydanı boş bırakmak zorunda kalmaları gibi bir olasılığı engelleyebilirdi… Dahası AB seçim sonuçları 5 Kasım ABD seçimlerinde Trump’ın işine yarayabilirdi. Ve daha pek çok neden…
Beyaz Saray’ın AB seçim sonuçlarından endişelerini CNN’in kendi ağzından dinleyelim:
“Aşırı sağın yükselmesi, AB’nin Ukrayna konusunda tek vücut olması ve birleşik tavır almasının önünde bir sorundur. Ayrıca AB demokrasisinin çöküşü sorunudur da. Ve hele ABD’de Trump da iktidar olursa, ABD-AB ilişkilerinin kaotik bir döneme girmesi beklenebilir.”
“Aşırı sağdaki yükseliş üye devletlerin iç iktidar ve siyasetlerini altüst ediyor. AB devletlerinde ulusal politikalar kargaşa içinde.”
“Macron, ekonomi konusunda umutsuz olan seçmenlere, ülkelerinin temel değerlerini korumaları için üstü kapalı bir şekilde yalvarıyor ve bunu “demokrasimize güven” eylemi olarak ilan ediyor. Bu, Biden’ın geçen hafta Fransa’da Normandiya çıkarmalarının 80. yıl dönümü anma törenlerinde Macron’un yanında dile getirdiği, Amerikan demokrasisinin derin bir tehlike altında olduğu ve seçmenler tarafından kurtarılması gerektiği uyarısına oldukça benziyor. Bu nedenle Beyaz Saray, 7 Temmuz’daki Fransa seçim sonuçlarını Pazar günkü AB seçimlerinden daha da yakından izleyecek.” Yani iki lider de demokrasi koruma bahanesiyle kazanırız hesabı yapıyor.
Foreign Affairs: “ABD’nin Avrupa güvenliğine katılımı muhtemelen giderek azalacak; bir sonraki başkan Trump olursa hızla, Joe Biden yeniden seçilirse ise daha aşamalı bir şekilde.”
Biden’cı kurnaz statüko, zorda kalırsa gelişen bu partilerle uzlaşma ve koalisyon yolunu da seçebilir. Von der Leyen asırı sağ partilerle kesinlikle işbirliği yapmama geleneğini sürdüreceklerini söylemişti. Ancak AB Konseyi Dış İlişkiler komisyonu geçenlerde bu yeni olasılığı yadsımadı: “Bu dinamik, Hollanda gibi üye ülkelerde halihazırda görülmekte ve özellikle göç konusunda aşırı sağ gündemin ana akım haline gelmesine yol açmaktadır.”
Evet, Hollanda’da çaresiz kalan merkez sağ partiler son seçim sonrası patlama yapan, ama tek başına iktidar olmaya gücü henüz yetmeyen Wilders’la koalisyon kurdular. Savaş sonrası Avrupa’da bu ilk defa görüldü. Macron’un meclisi fethetmesi ve yeni seçim rizikosuna girmesi, La Pen’in RN’i kazanırsa, onunla Hollanda benzeri iktidar ortaklığını hesap etmesinden de kaynaklanmış olabilir, CNN’e göre. ABD bunları da hesap ediyor ve öneriyor.
Biden yanlısı ana medyanın sürekli ‘Avrupa’nın aşırı sağcı partilerini gizliden gizliye desteklemekle’ suçladığı Rusya seçim sonuçlarından fazla etkilenmiş görünmedi. Kremlin sözcüsü Peşkov, Avrupa yanlısı partilerin güçlerini koruduğunu, ancak sağ partilerin zamanla onlara yetişip geçeceklerinin görüldüğü değerlendirmesinde bulundu: “Görünüşe göre AB Parlamentosunda çoğunluk gerçekten Avrupa yanlısı ve Ukrayna yanlısı olacak. Ancak AP’nin gelecekteki yapısının da ayrıca analiz edilmesi gerekiyor.”
Çin Halk Cumhuriyeti’nde AB seçimlerine ilgi, Çin’in yarı resmi medyasına göre herzamankinden çok daha büyük oldu. Bu, Çin’in elektronik ürünlerine (elektrikli arabalar, cep telefonları…) Washington’un geçen ay koyduğu müthiş yüksek gümrük tarifelerinden sonra Brüksel’in de aynı yolu izleme olasılığından kaynaklanmıştı. Ancak karar kesinleşmemiş, AB Komisyonu kararı onaylamayı seçim sonrasında gelecek yeni yönetime havale etmişti. Geçen yıl AB liderlerinin peşi peşine Pekin ziyaretleriyle yakınlaşan AB-Çin ilişkileri, Biden’ın ısrarlı torpidolaması sonucu son aylarda Çin lideri Şi Cinping’in AB ziyaretinden sonra tekrar gerginleşmeye yüz tutmuştu. Bazı Avrupalı liderlerin ABD’yi örnek alarak Tayvan’a yaptıkları çeşitli ziyaretler de bu soğumada etkili olmuştu.
Çin, seçim sonuçlarının yalnızca Avrupa’nın derin bir siyasi krize saplandığını göstermekle kalmayıp, aynı zamanda kıtanın daha muhafazakar ve aşırı sağa eğilimli hale geleceğini de haber verdiğini savunuyor. Pekin’e göre bu eğilim muhtemelen Avrupa’nın göç, yeşil geçiş ve Ukrayna’ya verdiği destek konusundaki politikalarını altüst edecek, ama Çin’le ilişkiler konusunda şimdilik fazla değişiklik getirmeyecek. Muhafazakarların ve sağcı milliyetçilerin güçlenmesiyle korumacılık eğilimi güç kazanabilir. Sağcı milliyetçilerin güçlenmesiyle Rusya’yla daha barışık seslerin parlamentoda artması beklenebilir (Global Times, Çin). Bir sonraki ABD başkanının kim olacağı, AB’nin Çin ile bağları üzerinde AB parlamento seçimlerinden daha doğrudan ve etkili bir etkiye sahip olacak.
YÖNETİM KRİZİ VE İSTİKRARSIZLIK DÖNEMİ
Bu seçimlerle Avrupa Birliği derin bir siyasal istikrarsızlık dönemine girmiştir. 30 yıldır süren sağa kayış hızlandı.
‘Statüko’ artık Avrupa’yı eskisi gibi yönetememektedir.
Sağ milliyetçi populizm göçmen düşmanlığı rüzgarını, geçim sıkıntısı ve savaş endişesini arkasına alarak AB parlamentosunda hatırı sayılır bir güce erişmişse de ipler şimdilik Statüko’nun (Hıristiyan demokrat ve liberaller) elinde olmaya devam edecektir.
Ancak asıl derin siyasal kriz ve değişim üye devletlerde yaşanacaktır. Bu kriz yeni partileri iktidara taşıyacak.
Siyasal kriz şimdi daha çok sağın kendi içindeki parçalanma krizidir, 10 yıl öncesi ise solun krizi yaşanmış ve sol büyük ölçüde çökmüştü. Almanya’daki Die Linke ve Sahra Wagenknecht gibi bu sonuçların ruhuna görece uygun ve alternatif küçük sol partiler de dikkatleri üzerlerine toplayabilir.
Ülkelerde zayıf ve istikrarsız iktidarlar dönemine girildi. Avrupa’nın dünyada güçlü bir askeri-siyasal kutup oluşturma şansı kısa vadede azaldı. Rusya ve Ukrayna konusunda bazı uyarlamalar bekleniyor. Çin’le ilişkilerde belirsizlik sürüyor.
Bu seçim sonuçları Trump’a yarayacak. Trump’ın kazanması halinde ABD-AB ilişkileri muhtemelen, 4 yıl önceki ilk Trump döneminden daha da çok soğuyacak. Karşılıklı yaptırımlar birbirini izleyebilir.
Biden iktidarının biraz yeniden canlandırdığı Atlantik Paktı ve NATO’yu zor günler bekliyor.
İklim politikalarından geri adımlar atılacak, ekonomik korumacılık kronikleşecek.
Kronikleşen kemer sıkma politikaları ile göçmen ve sığınmacıları hedef alan uygulamalar çok daha yoğunlaşacak.
Ufukta daha muhafazakar ve anti demokratik bir Avrupa göründü!