ABD yeniden hegemonya kurabilir mi?
Üzerinden günler geçmesine rağmen meşruluğu tartışılan başkanlık seçimlerinden, ABD’nin ucuz bir “demokrasi” oyunu oynamaktan, iki parti üzerinden ilerleyen sistemi işler halde tutmaktan dahi aciz olduğu sonucu çıktı.
Eldeki veriler, Washington’un dünyaya ihraç etmeye kalkıştığı “demokrasi”nin , ABD yönetici sınıfının elinde infilak ettiğine işaret ediyor.
Yapısal karaktere sahip ve sosyo-ekonomik temeller üzerinde yükselen saflaşma, ABD açısından önü alınması mümkün olmayan ekonomik buhranın devamıyla beraber derinleşecektir.
Böylesine bir süreçte Donald Trump ve çevresinin, “ABD demokrasi geleneği içinde sapma” olarak nitelendirilerek tasfiye edilmesi dahi sosyal patlamaya neden olabilecek sorunlara merhem olamayacaktır.
Özetle cin bir kere çıktı ve bu saatten sonra lambaya geri dönmesi mümkün gözükmüyor.
Joe Biden’ın iktidarını resmileştirmesiyle beraber, ABD’nin yeni bir atağa kalkacağı ve sarsılan küresel hegemonyasını sağlamlaştıracağı hesabıyla siyaset geliştirenler dünyanın dört bir yanında mevcut.
Biden’ın bölgemizde yapabilecekleri ve yapamayacaklarını değerlendirmeden evvel, Atlantik merkezli Yeni Dünya Düzeni’nin restore edilmesi hayaliyle yaşayanlara, Karl Marx’ın “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” adlı eserinde yaptığı tespiti hatırlatmakta yarar görüyorum;
“Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi ikincisinde komedi olarak.”
Donald Trump yönetiminin, geleneksel ABD siyasetinden ayrıldığı pek çok nokta olsa da Türkiye’yi de ilgilendirmesi bakımından 4 konuyu ele almakta yarar var;
- Ortadoğu’da direkt müdahale doktrini yerine vekalet savaşlarını ön plana çıkarmak,
- AB ve NATO’ya mesafeli duruş,
- Rusya’yla düşük tansiyonlu ilişkiler,
- Çin’e karşı saldırgan siyaset.
Joe Biden ve ekibinin bu konularda geleneksel siyasete dönüş yapacağına dair değerlendirmeler ön plana çıkıyor. İnceleyelim;
ABD’NİN ORTADOĞU’DA DAHA ETKİN BİR SİYASET İZLEMESİ MÜMKÜN MÜ?
Biden’ın Trump’tan farklı olarak, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da baskıyı artıran bir çizgi izleyeceği iddia ediliyor.
Öncelikle ABD’de hangi güç iktidara gelirse gelsin, var olan konjonktürde Ortadoğu’daki birincil hedefinin Çin ve Rusya’nın bölgede etkin hale gelmesini engellemek olduğunu belirtelim.
ABD, bu hedefini gerçekleştirmek için üç temel dinamiğe ihtiyaç duyuyor;
1. Bölgenin “devamlı istikrarsızlık” halinde tutulması. Ekonomik krizler, sosyal ayaklanmalar ve düşük, orta ve yüksek yoğunluklu savaşlar ve çatışmalar;
Obama döneminin kadrolarıyla çalışması beklenen Joe Biden’ın, devlet yönetimleriyle direkt temas üzerinden siyaset geliştiren Trump’ın aksine, 5.kol faaliyetlerinde etkin rol oynayan Sivil Toplum Kuruluşları, medya ve her türlü yasal ve gayrı resmi örgütler üzerinden bölgenin hassas noktalarında istikrarsızlığı körükleyen bir siyaset izlemesi olası.
Suriye ve Irak, bölgenin zayıf karnını oluşturuyor. ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’in seçimler sonrası istifa etmesi, Biden yönetiminin Suriye’ye yönelik yeni bir siyasete yöneleceğini gösteriyor.
Önümüzdeki dönem, ABD’nin PKK-IŞID ve türevlerini Suriye ve Irak’ta daha aktif biçimde kullanması beklenebilir.
Türkiye, Rusya ve İran’ın Astana süreci benzeri işbirliklerini sürdürmesi halinde ise ABD’nin bu sahalara direkt olarak askeri müdahalede bulunma imkanı kalmayacaktır.
Diğer yandan ABD’yi dengelemek adına Çin ve Rusya’yla ilişkileri geliştirme eğilimi gösteren bölge ülkelerinde de bu yaklaşımı savunan devlet görevlisi, bürokrat ve toplumun önde gelen isimlerinin, Biden yönetimi tarafından hedef alınacağı bir sürecin yaşanması muhtemel.
2. Doğu Akdeniz ve Körfez başta olmak üzere bölge enerji kaynakları ve yolları üzerinde tam kontrolün sağlanması;
Bu noktada, Doğu Akdeniz’deki saflaşmanın derinleşmesi, Türkiye’ye karşı Yunanistan, GKRY, İsrail ve Körfez ülkelerinden oluşan koalisyonun ABD tarafından daha açık bir biçimde desteklenmesi olasıdır.
Söz konusu ülkelerin, Türkiye ve/veya İran’ı hedef alan kışkırtmalara girişmesi desteklenecektir.
Diğer yandan Körfez monarşilerine karşı havuç/ sopa siyasetine girişilmesi, bazı noktalarda ABD’den uzaklaşma eğilimi gösteren Suudi Arabistan yönetiminin iç karışıklık ve benzer tehditlerle muhatap olması muhtemeldir.
Körfez’de izole halde varlığını sürdüren Katar’a yönelik bir ABD açılımı ve bu yolla Türkiye-Katar-İran ilişkilerini baltalama adımları beklenebilir.
Trump döneminde pabucu dama atılan Müslüman Kardeşler’in kimi noktalarda tıpkı Hillary Clinton’un Dışişleri Bakanlığı döneminde olduğu gibi destekleneceğine dair işaretler mevcut.
3. İsrail’in güvenliğinin sağlanması;
Bu noktada iki farklı yaklaşım mevcut, Obama döneminde olduğu gibi İran’la anlaşma yoluyla İsrail üzerindeki baskıyı azaltma taktiği veya İran ve bölgedeki müttefikleri üzerinde askeri ve ekonomik baskı kurma suretiyle Tel Aviv’i korumak.
Obama kadrolarıyla çalışacağı düşünüldüğünde Biden’ın, Trump’tan farklı olarak İran’la müzakere yolunu izlemesi mümkün gözüküyor.
Elbette bu siyaset, Biden’ın İran’a olan sevgisinden değil fakat tamamı ile İsrail’in güvenliğini diplomatik yollarla sağlama siyasetinden kaynaklı izlenecek.
İran’la böylesine bir sürece girilmesi halinde, İsrail’de halihazırda koltuğu sallantıda olan Netanyahu yerine İzak Rabin benzeri daha ılımlı bir profilin gelmesi beklenebilir.
Türkiye-Rusya ve İran başta olmak üzere bölge ülkeleri arasında işbirliği derinleştiği müddetçe, Biden’ın yukarıda saydığımız adımları zorlaşacaktır.
Bu süreçte Türkiye ve Rusya’nın, Körfez ülkelerini ABD’den uzaklaştırmaya yönelik olarak atacağı adımlar önem arz etmektedir.
ABD-AB-NATO ÜÇGENİ
CNN’nin Biden’ı Başkan ilan etmesi, AB liderlerinin bir kısmı tarafından coşkuyla karşılandı. Üst üste kutlama mesajları çekildi.
Trump yönetimi, AB ve NATO’ya karşı soğuk bir siyaset izlemesi nedeniyle sıklıkla Atlantik İttifakı’na ihanet etmek ve eski kıtayı Rusya ve Çin’e terk etmekle suçlandı.
Biden’ın geleneksel Atlantik çizgisine yakın bir siyaset izlemesi ve ülkesini tekrar NATO’nun dümenine geçirmesi bekleniyor.
Fakat dünyanın artık eski dünya olmadığı ve AB içinde Avrasyacı akımların güç kazandığı bir gerçek.
Avrupa’da İtalya ve İspanya’nın yanı sıra bazı Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinde de Rusya ve Çin’e doğru bir yöneliş mevcut.
Merkezde yer alan Fransa ve Almanya’da dahi gerek iktidar gerek muhalif kanadın içinde Avrasya zemininde ilişkileri savunan azımsanmayacak güçte klikler mevcut.
Dolayısıyla ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra olduğu gibi Avrupa’nın kurtarıcısı rolüne soyunması pek mümkün gözükmüyor.
NATO içinde ise Türkiye ve diğer üye ülkeler arasında giderilmesi güç çelişkiler bulunuyor.
Türkiye ve NATO ilişkileri, önümüzdeki dönemde Biden’ın kritik seçimler yapmak zorunda kalacağı bir konu başlığı olacak.
RUSYA’YA KARŞI DAHA SALDIRGAN BİR DIŞ POLİTİKA
Putin ve Trump arasındaki yakın ilişkiler, Biden’ın seçim kampanyasının sloganı oldu.
Trump’ı sıklıkla Rusya yanlılığıyla suçlayan Biden’ın, Moskova’ya karşı agresif bir siyaset izlemesi bekleniyor.
Libya üzerinden Kuzey Afrika, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu , Orta Asya ve haliyle Doğu Avrupa, Rusya’nın hedef alınacağı alanlar olarak öne çıkıyor.
Bu alanlarda, renkli devrim denemeleri, iç savaş ve düşüş yoğunluklu çatışmalar suretiyle istikrarsızlıklar yaratmaya yönelik geleneksel ABD siyasetinin yanı sıra Rusya-Türkiye ve İran ilişkilerini bozarak Rusya’yı yalnızlaştırmaya yönelik hamleler beklenebilir.
Fakat Ankara-Moskova ve Tahran hattının sağlam durması bu siyasetleri boşa çıkartacaktır. Batı destekli Ermenistan hükümetinin yenilgisi bu duruma örnektir.
Yine bu süreç içerisinde Ankara ve Moskova ilişkilerinin daha da güçlenmesi, işbirliği alanlarının genişlemesi beklenebilir.
ABD-ÇİN İLİŞKİLERİ NEREYE?
Trump, görev süresinin özellikle son döneminde Çin’e karşı sert bir siyaset izledi.
Biden’ın seçildiğine dair haberlerin Çin medyasında olumlu karşılanması da bu gerçeğe işaret ediyor.
Kissinger döneminin bir benzeri olarak Biden’ın, Rusya’yı yalnızlaştırmak ve bu suretle Avrasya’da tekrar üstünlüğü ele geçirmek amacıyla, ABD-Çin ilişkilerini “pingpong diplomasisi” benzeri taktiklerle ileriye taşıma ihtimali bulunuyor.
Tabi burada küresel bir güç haline gelen Çin’e karşı, ABD şirketlerinin çıkarlarını savunmakta bir zorunluluk olarak Biden yönetiminin önünde duruyor.
ABD’nin Çin’le arayı bulmak için, II. Dünya Savaşı sonrası toplanan Yalta Konferansı ve Potsdam Konferansları benzeri girişimler içine girmesi de mümkün. Tabi burada belirleyici etken Çin’in küresel ölçekte nasıl bir siyaset izleyeceğinin yanı sıra Moskova ve Pekin ilişkilerindeki gelişmeler olacak.
Moskova ve Pekin arasındaki işbirliğinin siyasi ve ekonomik alanda bloklaşmaya doğru evirilmesi ise Biden yönetiminin çabalarını sonuçsuz bırakacaktır.
Çok sayıda olasılığı barındıran satranç tahtası hala masanın üzerinde…
Biden, Çin ve Rusya başta olmak üzere Avrasya ülkelerinin karşı tarafta yer aldığı masanın devrilmemesi için elinden geleni yapacak…
Asya ve Avrasya’nın bütünlüklü siyasetler izlemesi halinde, 1800’lerden bu yana süregelen ve sonrasında Mahan, Kissinger ve Brzezinskilerin kurguladığı oyun sonlanacaktır.
Türkiye ise bu büyük yeniden oluşun içinden daha kuvvetli bir şekilde çıkacak güç ve potansiyele sahiptir.
Yeter ki küçük hesaplar ve geçmişin prangalarından kurtulalım…