22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

ABD’nin içinden, içeriye bazı bakışlar

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Florida’nın ta aşağılarında bir yerlerdeki, fikren çok bereketli akşamımız, Henry Kissenger’in ölüm haberi ile kapanmış oldu. Dört Amerikalı arkadaşımızla tartıştığımız konulara mı, yoksa eli kanlı ama cebi Nobel Barış Ödüllü Henry Kissenger’in ölümüne mi yoğunlaşalım diye, aklımız bize oyunlar oynamakta şimdi.

Yine de, ölen ölür kalan sağlar bizimdir deyip, Amerikan hayatı, kültürü, siyaseti konularında, Amerikalı bu dört arkadaşımızla tartıştığımız konulara yoğunlaşmaya karar veriyoruz. Ne de olsa bizler hala yaşamaktayız, ve Amerika’nın halleri, hem içerisinde hem de dışarısında bizleri ilk elden ilgilendirmekte.

YİNE Mİ?: ERMENİLERE NE YAPMIŞIZ?

Emekli doktor arkadaşımız Marty, ABD’de bulunduğumuz 40 yılda kırk bin kere karşılaştığımız soruyu soruyor ilk olarak. Aslında soru şekli, belki de bu konularda Amerikalıların artık biraz daha olgunlaştığını mı işaret etmekte bilemiyoruz. Ama soru “Ermeni sorununun bir de diğer tarafı da olmalı, senden de onu dinleyebilir miyiz?” olunca, nisbeten seviniyoruz. Çünkü ne de olsa kendilerinde bir yanılgı payı olabileceği ve her konuda en azından iki açıklama olabileceğini kabul eden bir olgunluk işareti bu. Senelerdir bu konuda doğrudan saldırılan biri olduğumuz için, aynı konunun böylesine mantıklı şekilde gündeme getirilmesine sevinip gereken cevabı veriyoruz elbette.

Bir başkası, Türk halkı içinde Amerika ve Amerikalılar hakkında neler düşünüldüğü konusunu gündeme getiriyor. Bu soru da, ABD’nin içinde bile, yaptıklarına karşı biraz şüphe ve sorgulama hallerinin geliştiğini ifade ettiği için bizi sevindiriyor doğrusu. Yani 40 senedir, ABD’nin yeryüzünde hemen her yaptığına sorgusuz destek verebilen bir milletten, bu tür şüpheci sorular dinlemek biraz ilginç ve sevindirici oluyor aslında. Bir bakıma da, senelerdir bizler gibi insanların, bıkıp usanmadan durumu anlatmaya çalışmalarının da boşa gitmediğinin bir sonucu olduğunu düşünüp, sevinç duyuyoruz.

İSRAİL’İ ALASKA’DA

KURMA NİYETLERİ

Elbette kaçınılmaz olarak, günün sorusu da soruluyor: İsrail ile Filistin arasındaki mevcut savaş nasıl sona erecek ve ne olacak sonuçta? Bu soru da, ABD’lilerin en azından bir kısmının artık kendilerine sunulan “yapay gerçekler ve gündemler” konusunda şüpheciliklerinin oluştuğunu ifade etmesi bakımından önemli oluyor. Özellikle de bu dört arkadaşımızın, hem Yahudi hem de Biden destekçisi olduğunu düşününce, İsrail konusunda Biden ve ABD’nin şartsız desteğinden oldukça rahatsız olduklarını çıkarabiliyoruz. Elbette İsrail’i desteklemekteler, ama bu işlerin çok uzun zaman böyle askıda gidemeyeceğinin de farkındalar. O nedenle de, günü gelip de sonuç alındığında, bunun hem Yahudiliğe hem de Amerikalılığa ne kadar zararı olabileceğini kestirememenin kaygısı seziliyor sorularında. Laf arasında, Orta Doğu’daki şimdiki yerine, 1948’de Alaska’nın Juneau şehri karşısındaki topraklarda bir İsrail devleti kurulması konusunun ciddi olarak tartışıldığını da hatırlatıyor bir arkadaşımız. Uzun bir tartışma sonunda iki devletli bir çözümün, yüz yıllık bu problemi bizim hayatımızdan bir sorun olarak çıkarabileceğini tespit ediyoruz.

AYNI NEHİRDE

250 KEZ YIKANABİLMEK!

Konu, dolana dolana ABD’nin 250 senedir değişmeyen ve artık çürümeye başlayan siyasal sistemine geliyor. Fransız devrimi prensiplerinden kopya edilen Amerika’nın Bağımsızlık Bildirisi’nin yayınlanmasından 250 sene geçmiş olmasına rağmen, siyasi sistemdeki sorunların giderek arttığı ve çözülemeyecek hale geldiğini anlatıyorlar bize. Elbette ABD’nin genel emperyalizmi üzerine tonlarla bilgimiz oluştu elli senedir. Ama Türkiye’deki siyasilerin fazla dikkate almadığı bu tür ABD sistemi detayları konusunu, bu oldukça bilgili dört ABD’li arkadaşımızdan öğrenmek istiyoruz biz de. İlk sorumuz “250 senedir nasıl oluyor da seçimler hep Salı günleri yapılıyor? Neden tatil günü olan Cumartesi ve Pazar günlerinde birinde seçim yapılmıyor?”

SALI GÜNÜ OY SANDIĞINA

GİTMEK YA DA GİDEMEMEK

Amerikalı arkadaşlarım, aynı sorunun cevabını tüm yaşamları boyunca beklediklerini belirtiyorlar gülerek. Öyle ya, insanların çoğunun çalışmadığı, evinde olduğu ve gönüllü olarak oy sandığına gidebilecekleri Pazar günü dururken, “Amerika’nın Kurucu Babaları” nasıl oluyor da herkesin bir işte çalıştığı Salı gününü oy verme günü olarak seçiyorlar? Daha da ilginci, 250 senedir birileri çıkıp da “daha fazla yurttaş seçimlere katılsın diye bunu Pazar gününe alalım” diye akıl etmiyor ki? Arkadaşlardan biri, bunun gayet mantıklı ve radikal açıklamasını şöyle yapıyor: “Seçimler ve Amerikan demokrasisi daha başından küçük bir elit tabaka için oluşturulduğundan, sadece onların serbestçe sandığa gidebileceği, ama geriye kalan herkesin işyerlerinde meşgul olduğu Salı gününe karar verilmiş”. Böylece elitin avantajları korunmuş ve daha uzun yıllar sandıktan çıkabilmeleri garantilenmiş oluyor. Hayret edilecek konu ise, 2024’e gireceğimiz bugünlerde bile, bu konuda kimseciklerin ses bile çıkarmıyor olması.

ÖLENE KADAR

ÜYELİĞİN MANTIĞI

Ortaya gelen bir başka ilginç konu da, Anayasa Mahkemesi (Supreme Court) üyelerinin Başkan tarafından ve ölene kadar olmak üzere seçiliyor olmaları. Hele de artık yaş ortalamalarının 90’lara kadar dayandığı bugünlerde, ömür boyu üyelik, toplumun gelişmesi ile oldukça çelişen bir halde görülmekte. Demokrat Parti taraftarı oldukları anlaşılan bu dört arkadaşım, memlekette olan her türlü fenalığı bu “ömür boyu üyeliği olan” Anayasa Mahkemesine bağlıyorlar elbette. Çünkü üyelerin birçoğu, Reagan dahil Cumhuriyetçi başkanlar tarafından atanmış bir zamanlar ve hala görevdeler. Bir bakıma yüzyıllar öncesinin monarşilerindeki düzenlemeleri andırıyor. Ama orada bile, en azından kralların suyunda gitmeyenlerin ayağı bir şekilde kaydırılabiliyordu. Burada o da mümkün değil. Dolayısı ile “ilahi adaletin tecellisi” türünden bir durumla karşı karşıya Amerikalılar.

37 MİLYONA DA,

522 BİNE DE 2 SENATÖR!

Aramızda geçen en önemli tartışma konusu ise, Türkiye’de de 1960 İhtilali’nden sonra denenen Senatörlük müessesi oluyor. ABD kongresinin iki kanadından biri olan Senato’ya, her eyaletten 2 senatör seçiliyor. Böylece küçük eyaletlerin bile adaletli temsil edilmesi garanti altına alınmış oluyor, bir bakıma. Ama bu adaletli düşünce, pratik olarak oldukça adaletsiz bir eşitsizlik sağlıyor: nüfusu 37 milyon olan Kaliforniya eyaletinin de 2 senatörü var, nüfusu sadece 522.000 olan Wyoming eyaletinin de 2 senatörü var! Toprak bakımından en geniş ikinci eyaleti olan Texas’ta 25 milyon insan yaşamasına rağmen, o da sadece 621 bin nüfusun yaşadığı Vermont eyaleti gibi, 2 senatör gönderiyor Kongre’ye. Kuruluş günlerindeki “eşitlik” kaygılarının ürünü bu sistem, 250 sene sonra “eşitsizlik” kaygılarının kaynağı haline geliyor.

İşin ilginç tarafı, bu senatörler 6 sene görev süresine sahipler. Demokrasiye daha uygun olarak seçilen milletvekilleri ise, her 2 senede bir sandığa gitmek zorundalar. Yani nüfusa göre sayısı değişen ve eşitliği gerçekten temsil eden milletvekilliği, eşitsizliğin kaynağı sayılacak bir Senato kurumunun üçte bir görev süresine sahip oluyor. Dolayısı ile de ABD sistemindeki etkisi de, üçte bire iniyor pratikte de her gün görüldüğü gibi.

BİR ŞİRKET, KİŞİ MİDİR?

Uzun sohbetimizin en ateşlendirici konusu bunlar değil elbette. Politik partilere ve adaylara yapılan “kampanya bağışları” konusu belli ki Amerikan halkı arasında da çok tartışılan bir konu. Yani milyar dolarlık şirketlerin, kendi çıkarları için kullanabilecekleri siyasi partilere ve onların adaylarına milyonlarca dolar bağış yapıp, seçim sonuçlarını etkileyebilmeleri. Seçim dönemlerinde sürekli gündeme gelen, ama hiç de çözülemeyen bu konuda da, Amerikalı sohbet arkadaşlarımız yine Anayasa Mahkemesini suçluyorlar: Anayasa Mahkemesi üyeleri, bu şirketlerin de bireylerin sahip olduğu haklara sahip olduklarına karar vermiş. Yani General Motors şirketi ile Virginia dağlarındaki Henry Smith, aynı kişilik haklarına sahiptirler. Dolayısı ile, nasıl Henry Demokrat Parti’ye ya da istediği adaya para katkısında bulunabiliyorsa, General Motors şirketi de uygun bulduğu parti ve adayı, seçimlerde milyonları ile destekleyebiliyor.

Bu verimli tartışmada yer alan ve Türk okuyucunun fazla bilgi sahibi olmadığını düşündüğümüz diğer başka konuları da, başka bir yazıda ele alırız. Çünkü bizim hemen her günkü günlük hayatımızı doğrudan etkileyebilen ABD’nin iç işleyişini bilmek, sadece hak değil bir görevdir bizce.