İktidarın vizyonu halkın kudreti
Abdülhamid Han sondaj gemisinin ilk görev yeri belli oldu. Dünyanın en derin noktası olan 10 bin 994 metrelik Mariana Çukuru'nda dahi sondaj yapma kabiliyetine sahip bu 7. nesil sondaj gemimiz; şimdilik Antalya Körfezi içinde, Gazipaşa'nın 29 mil (55 km) açıklarında, Türkiye'ye dayatılan Seville Haritası sınırlarında, egemenlik iddialarımızı pek de güçlendirmeyen bir konumda, özetle Yörükler-1 kuyusunda sondaj faaliyetleri yürütecek. 2 ay sürecek bu çalışma ile gaz bulursak ne alâ... Kıyılarımıza çok yakın bir noktada, hızla karaya taşıyabileceğimiz bir zenginliğe kavuşacağız. Enerji bağımlılığımızı azaltacak, cari açığımızı kapatacak, görece refaha kavuşacağız. Peki ya sonrası?
SINIRLARI YENİDEN ÇİZMEK
Açık denizlere çıkma meselesi; hidrokarbon kaynaklarını kullanmanın ötesinde, bir küresel güç olma mücadelesidir. Kıyıbaşlarını tutmak, ticaret rotalarının güvenliğini sağlamak, kriz sahalarına ulaşmak, donanma ve ganbot diplomasilerini kullanmak, ikincil vuruş gücüne sahip olmak, tehditleri ileride karşılamak, daha uzaklara gitmek, daha derinlere dalmak...
Ne yazık ki Türkiye, 22 Aralık 2020'den bu yana, kendisini Antalya Körfezi'ne hapseden Seville Haritası'nın bir türlü dışına çıkamıyor. Mustafa Kemal, 1 Kasım 1937 günü TBMM’nin Beşinci Dönem açılışında şunu söylüyordu: “Topraklarının üç yanı deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer.” Maalesef bugün iktidarın vizyonu, halkın kudret ve yeteniğinin çok gerisinde... Yoksa kim bir sondaj gemisine Abdülhamid Han ismini verir ki?
ROTAYI BELİRLEYEN RÜZGÂRIN YÖNÜ DEĞİL
Nam-ı diğer 'Kızıl Sultan' Abdülhamid Han, donanma düşmanlığı ile maruftur. Son yıllarda bunu değiştirmeye yönelik kimi gayretler olsa da; dönemin hatıratları, gemi jurnalleri, tersane kayıtları ve ilgili defterler gösterir ki, Abdülhamid Han donanmayı resmen çürütmüştür. Bu ismin Mavi Vatan mücadelesinde yer alması zaten yanlıştı; geminin gönderildiği saha da aynı derece manidar olmuştur. Halbuki ABD'nin giderek deniz kontrolünü kaybedişi, hegemonyaya karşı ileri mevziler kazanmak için altın fırsattır. Küresel ekonomik gidişat ve gıda krizi ile şekillenen siyasi konjonktür, Mavi Vatan'da adım atmak için son derece elverişlidir. Fakat bunlardan çok daha önemlisi, şu hakikate vakfiyettir: Rotayı belirleyen rüzgârın yönü değil, yelkenin açısı, dümenin palasıdır.
EGEMENLİK İDDİASI İÇİN DEVLET UYGULAMASI ARANIR
Uluslararası deniz hukuku, egemenliğin tescili konusunda devlet uygulamalarına özel önem atfediyor. Savaş gemilerinin, yani donanmanın faaliyetleri, devlet uygulaması kapsamına girmiyor. Çünkü herhangi bir ülkenin donanması, karasuyunun ötesinde kalan ve 'açık su' tabir edilen sahalarda istediği zaman gelip tatbikatlar yapma hakkına sahip. Nitekim bu aralar Rus Donanması da sık sık Türk kıtasahanlığı içinde fiili atış eğitimleri yapıyor. Fakat sismik/sondaj faaliyetler yürütmek, tamamıyla egemen kıyı devletinin iznine tabi. Dolayısıyla bir su alanı üzerinde egemenlik iddianız varsa, bu bölgede devlet uygulamaları yapmanız lazım. Günün sonunda silahlar patlayacaksa da, meşru zeminde kalmakta fayda var.
ÇARPICI BİR ÖRNEK: HIRVATİSTAN'IN KAYBI
Örneğin Hırvatistan ile Slovenya arasındaki deniz sınırı anlaşmazlığına ilişkin görülen Hakem Mahkemesi'nde, Hırvatlara soruluyor: “Egemenlik iddia ettiğiniz bölgede daha önce Münhasır Ekonomik Bölge ilan ettiniz mi? Herhangi bir devlet uygulaması yaptınız mı?” Yanıtlar hayır olunca da, Hırvatistan'ın büyük bir kayba uğradığı emsal karar ortaya çıkıyor. Mahkeme kararındaki Hırvatistan aleyhine yapılan analizlerde, birden çok kez, Hırvatistan’ın Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmediği, devlet uygulamaları yapmadığı vurgulanıyor. Bu durum Hırvatistan açısından olumsuz bir unsur olarak ortaya çıkıyor ve aleyhte karara zemin hazırlıyor. Şimdi iktidara sorabiliriz: Doğu Akdeniz'de MEB ilan ettiniz mi? Devlet uygulamaları yaptınız mı?
LİBYA SINIRINA GİTMENİN VAKTİ GELMEDİ Mİ?
Peki bu sondaj faaliyetlerini nerede yürütmek gerekiyor?
Hatırlayalım: Türkiye, 18 Mart 2019'da Birleşmiş Milletler'e gönderdiği mektupta, “32 derece, 16 dakika, 18 saniye Doğu Meridyeni ile 28 derece Batı Meridyeni arasında kalan bölgede Türkiye’nin çıkarları vardır.” demiş; “28 derece boylamının batısı da müteakip sınırlamalara esastır.” beyanında bulunmuştu. Daha sonra Libya ile imzalanan anlaşmayla da Batı sınırı tam anlamıyla çizilerek, 26 derece 19 dakika 11 saniyeye kadar deniz alanı uzatılmıştı. Bu mutabakatın ardından TPAO, 26-28 derece boylamları arasındaki bölgede sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri için ruhsat başvurusunda bulundu. 7 adet yeni ruhsat sahası belirlendi ve ihale açıldı. Fakat ihaleyi kazanan TPAO'ya, 30 Kasım 2020'den bu yana ruhsatlar verilmedi. Bu durumda TPAO'nın ruhsatsız şekilde bölgeye gemi göndermesi beklenemez. Aslında Enerji Bakanlığının da istekli olduğunu biliyoruz. Fakat bu işi kimlerin, hangi saiklerle engellediğini merak ediyoruz. Üstelik Yunanistan ile Mısır da gelip anlaşmamızın üzerine anlaşma yapmışken... Sizce de Libya sınırına gitmenin vakti gelmedi mi?
NAVTEX İLAN ETMEK PARAYLA MI?
Diğer yandan yıllardır Kıbrıs'taki modern korsanlığı konuşuyoruz. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi; KKTC'nin ada üzerindeki eşit haklarını yok sayarak, Türk kıtasahanlığını da ihlal ederek küresel enerji devlerine sözde ruhsatlar dağıttı. Fransız Total'den İtalyan ENİ'ye, ABD'li Chevron'dan ExxonMobil'e, Güney Koreli KOGAS'tan Qatar Petroleum'a kadar herkes burada. Donanmamız ile bunları kısmen engellediğimiz doğru, fakat neden bir sondaj gemisi de gönderip çalışma yürütmüyoruz? Dahası bir gemiyi de KKTC'ye kiralayıp bayrak göstermesini sağlamıyoruz? Enerji devlerinin muhatap olarak Kıbrıs Türk tarafına gitmesini zorlamıyoruz? 1, 4, 5, 6 ve 7 No'lu parsellerde NAVTEX ilan etmek parayla mı? Üzgünüz ama; Doğu Akdeniz, açmaktan kaçamayacağımız bir cephe!
YUNAN'I YİNE ŞAŞIRTTIK
Açıkçası, düşman da kararlarımızdan memnun görünüyor. Batı basını iktidarı övüyor, Rum/Yunan ikilisi ise şaşkın durumda. Günlerdir yazdıkları senaryoların en hafifi dahi gerçekleşmedi. Mesela Pentapostagma olayı şöyle aktarıyor: “Sondaj için seçilen nokta, Türklerin ve Yunan teknokratların tüm senaryolarını çürüttü.” Öyleyse bir kez daha Rum/Yunan ikilisini boşa düşürmenin sevincini yaşayabiliriz. Peki gerçekten de; hiç savaşmazsak, hiç yenilmez miyiz? Sanmıyoruz.