Acı tecrübeden çıkarılacak ders-(TAMAMI)
Barış içinde bir arada yaşamanın beş ilkesi, saldırmazlık, birbirlerinin toprak bütünlüğü ve egemenliğine karşılıklı saygı, iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarardır. ABD, 1990’lardan bu yana bu ilkelerin hepsini tersyüz etmiştir. Bunları yerine, dünyanın neresinde olursa olsun, gerekli gördüğü her yere “müdahale hakkı”nı kendisine tanıyan “efendilik hukuku”nu geçirmeye çalışmıştır. Obama doktriniyle bu “hak”, böyle bir müdahaleyi ABD adına yürütecek özel görevli “taşeron” güçleri de kapsayacak biçimde genişletilmiştir.
Hangi “uluslararası hukuk”?
Onun için bugün “uluslararası hukuk”tan söz eden herkesin, önce hangi “uluslararası hukuk”u kastettiğini belirtmek diye bir vazifesi vardır. Ülkemizde iktidarı işgal etmiş olan Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı’nın “uluslararası hukuk”tan kastının ne olduğu, benimsediği bu sıfattan bellidir.
Hukuk, yaptırım gücü gerektirir. ABD’nin yaptırım gücünün zayıflamasıyla birlikte, dünyaya dayattığı “uluslararası hukuk” da geçerliğini yitirmektedir. Dolayısıyla BOP Eşbaşkanlığı’nın elindeki “kullanım kılavuzu” artık eskimiştir. Suriye’de ilk olaylar patlak verdiğinde, hemen ve kolay sonuç alınabileceği beklentisi içinde, “bu senden çok benim iç işim sayılır, istediğim gibi karışır, askeri müdahale de dahil her türlü araca başvururum” tutumu, eski el kitabına göredir. Suriye’nin direnişi, Rusya, Çin ve İran’ın bu hukuksuzluğa karşı duruşu, NATO içindeki merkezkaç kuvvetlerinin güçlenmesi, Obama’nın hareket serbestisinin kendi kamuoyu tarafından kısıtlanması, eski el kitabını rehber edinenleri son derece zor bir durumda bırakmıştır. “Batı’nın Türkiye’yi bir oyunun içine itip, sonra da yapayalnız bıraktığını” söyleyenler için yaşanan olayın kısa öyküsü budur.
Çıkarılacak dersin konusu?
Bir keşif uçağımızın Suriye tarafından düşürülmesi, ülkemiz açısından son derece acı bir tecrübedir. Bu tecrübeden uluslararası hukuk konusunda çıkarılması gereken ders, adeta bir maç sonrası yapılan “ceza sahası içinde mi, dışında mı düşürüldü; penaltı mıydı, değil miydi?” türünden tartışmalarla çıkarılamaz. Yanıtlanması gereken soru şudur: Biz, barış içinde bir arada yaşamanın en özlü ifadesi olan “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini mi izleyeceğiz, yoksa “güçlünün dümen suyunda gidersek, bize de bir şeyler düşer mi?” şeklinde özetlenebilecek tutumu mu sürdüreceğiz?
Ülkemizde herhalde Suudi Arabistan ve Katar tarafından maaşa bağlanmış, eğitim ve lojistik destekleri yabancı ülkelerin gizli servisleri aracılığıyla sağlanan, bütün işlevleri her gün daha çok kan dökerek “bizim döktüğümüz kan Beşar Esad gitmeden durdurulamaz”ı kanıtlamak olanlardan Suriye adına hayırlı bir şey çıkabileceğine gerçekten inanan yoktur. İntikalde gecikme yaşayanların dışında, dünyadaki Suriye propagandasının ağırlık merkezi, Beşar Esad’ın döktüğü kandan, “Beşar Esad gitmeden Suriye’de yaşanan kaosa ve dökülen kana son verilemez”e kaymıştır. Çünkü hem Suriye’nin, hem de Rusya, Çin ve İran’ın Suriye direnişinin ancak bu yolla kırılabileceği düşünülmektedir.
Tuzaklarla dolu bir yol
“Suriye ile savaşmayalım, ama Esad’ın devrilmesi için elimizden geleni yapalım” tutumu, çıkmaz sokaktır. Birincisi, bu tutum, erken ve kolay sonuç beklentisi boşa çıktıktan sonra, ülkemizi Suriye üstüne sürmeyi mümkün kılacak yegâne yol haline gelmiştir. Bu yol, gerilimi tırmandırarak, askeri bir müdahaleyi tetikleyecek oldu-bitti tuzaklarıyla doludur. İkincisi, mevcut koşullarda Suriye’ye ilişkin ABD planlarının başarılı olması demek, Suriye’nin parçalanması demektir. Bu yolla Kuzey Irak’taki kukla devletin Akdeniz’e ulaşımının sağlanmasının ülkemizin bölünme sürecini bugüne kadar eşi görülmemiş biçimde hızlandıracağı açıktır.
Tek çıkış yolu
Tayyip Erdoğan’ın, Suriye’ye karşı izlenecek tutumu açıklarken Cumhuriyet’ten medet ummadığı için, Kılıç Arslan’lara ve Selahattin Eyyubilere sarılma çabası da boşunadır. Çünkü bu kahramanlar, bugün de Türkiye-Suriye kardeşliğinin safında, BOP Eşbaşkanlığı’nın taşeronluğunu yaptığı Haçlı Saldırısı’na karşı mücadelelerini sürdürmektedir. Türkiye’nin tek çıkışı, komşularıyla birlikte “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” temelinde bu Yeni Haçlı Saldırısı’na karşı durmadadır.