Açık verme yeter
Ekrem İmamoğlu CHP genel başkanlığı yarışında havlu attı. Şimdi sosyal demokratlar harıl harıl İstanbul Büyükşehir Belediyesini yeniden kazanabilir mi kazanamaz mı diye tartışmaya başladılar.
Arkada kalan yıllarda İmamoğlu başarısız bir belediye başkanı profili çizdi. Seçilir seçilmez Cumhurbaşkanlığı için zemin yoklamaya başladı. Tayyip Erdoğan’ın siyasi geçmişinden feyz almış gibiydi. Oysa Erdoğan 1994-1998 arasında başarılı bir belediye başkanlık pratiği sergilemiş ve kendisine daha yüksek siyasi roller için meşruiyet zemini yaratmıştı. İmamoğlu bu ayrıntının üzerinde durmadı. Belediye başkanlığına seçilmiş olmayı daha yukarı sıçramak için yeter-şart olarak gördü. Yine de onun yeniden seçilip seçilemeyeceğini belirleyecek olan bu değil. Çünkü seçmen davranışı rasyonel ölçüler içinde belirlenmiyor. Negatif oy kullanma; yani bir programa, çözüm getireceğine inanılan bir seçeneğe değil, başlarına daha kötüsünün gelmesi ihtimalinden kaçınmaya yönelik oy verme eğilimi yüksek seviyede.
Kutuplaşma ortamlarında başarı-başarısızlık ölçütleri kutuplaşmanın mantığına tabi hale gelir. Siyasete kendi etik ölçütlerini dayatmaya başlar. Sorun başarılı hükümeti, başarılı muhalefeti veya başarılı belediye başkanını seçmekten çıkar. Şöyle bir bakalım. Şu veya bu partinin elindeki kaç belediye gerçekten başarılı? Başarısız olduğu apaçık meydanda olan kaç belediye aynı parti tarafından defaatle kazanılıyor? Dahası hükümet ne kadar başarılı? Seçimleri kazanma nedeni ülkeyi yönetmekte çok başarılı olması mı? CHP ve İyi Parti’nin muhalefet yeteneklerini konuşmaya gerek var mı?
Bugün Türk siyasetine cemaat ahlakı hâkim durumda. Cemaat deyince hemen tarikatları ya da FETÖ’yü kastettiğim sanılmasın. Sosyolojik bir bölünmüşlükten bahsediyorum. Siyasette biz ve onlar arasındaki sınır ne kadar kalın, ne ölçüde dışlayıcı ve geçirimsiz olarak çizilirse, taraflar o kadar cemaatleşirler. Her toplumda, her siyasal sistemde her zaman cemaatleşmiş yapılar vardır. Bunlar alt kültür gruplarını oluştururlar. Ancak kutuplaşma kitleselleşir de toplum belli başlı birkaç siyasal cemaat haline dönüşürse, sadece siyasal tercihler “takım tutar gibi” olmakla kalmaz, bireylerin ahlaki evrenleri de çifte standartla işlemeye başlar. Bizde “kol kırılır yen içinde kalır” atasözü bu durumu anlatır.
Cemaat ahlakında “biz ile onlar” arasındaki çatışma, bizden olanın her türlü beceriksizliğini, yiyiciliğini, hatasını, ayıbını örtmemizle sonuçlanır. Sözgelimi, şöyle işleyen bir mantık ortaya çıkar: Evet, “onlar” hırsızdır, “bizimki” de hırsızdır ama ya onlar kazanırsa! O zaman bütün kazançlarımızı kaybederiz, zulme uğrarız. Şu durumda benim hırsızım iyidir. Onların yarattığı tehlikeden kurtulmayı başardığımız gün, içimizdeki çürük elmaları temizler, yanlışların hesabını sorarız. Ama o gün bu gün değil!
Bu çerçeveden bakıldığında, İstanbul’u İmamoğlu’nun tekrar kazanması ya da kaybetmesi ihtimali, kimin ne yapabildiğiyle, ne vaat ettiğiyle, ne kadar inandırıcı olduğuyla, önerdiği çözümlerin ne kadar gerçekçi olduğuyla ilgili olmaktan çıkıyor. Seçmen “biz ve onlar” çatışmasının içinden bakmaya zorlanıyor, başarılı olacak adayı değil, ötekinin iktidarını engelleyecek şekilde negatif oy kullanıyorsa, seçimi kazandıracak dinamikler kaybettirebilir de. İşin düğüm noktası burası.
Hatırlayın, Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybettikten sonra bazı CHP yöneticileri ifşaat gibi açıklamalar yaptılar. Öncesinde anketler yaptırmışlar. Atilla Taş gibi alakasız isimler veya kola kutusu gibi cisimler bile Erdoğan’dan çok oy alıyormuş. Durumun gerçekten böyle olup olmadığına ilişkin tartışmayı ve bu tür örneklerin Sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik bir örtülü aşağılama içerdiğini bir tarafa bırakalım. Bu açıklamalardan öğrenilecek bir şey varsa, Kılıçdaroğlu’nun seçimi vaatlerinin yetersizliği veya seçmenleri başarılı olacağına inandıramadığı için değil, hata yaptığı için kaybettiğidir. Çünkü kola kutusu hata yapmaz.
Kutuplaşma ortamında aklını ve vicdanını kaybetmeye zorlanan seçmen, kendisinden gördüğü adayın programına ve yeteneklerine bakmıyor. Hatta hatalarını bile “yen içinde” kalmak kaydıyla onaylıyor. Aradaki seçmense bir süre boşlukta kalıp, ardından daha az hata yapana doğru meylediyor. Biz de bu tür toplumsal olaylara, alışkanlıktan olsa gerek, “seçim” diyoruz!