Acıların ressamı: Frida Kahlo
Frida, 1907 yılında Meksika’nın Coyoacan şehrinde dünyaya gelir. 6 Temmuz günü doğmuş olmasına rağmen, doğum tarihini Meksika Devrimi’nin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 olarak kaydettirir. İçine kapanık bir çocukluk geçirir. 6 yaşındayken -tam dokuz ay boyunca onu odasına mahkûm edecek olan- çocuk felcine yakalanarak, ilk acısını yaşar.
Daha 15 yaşındayken, sosyalist Alejandro ile ilk aşkı tadar. Bir gün onunla birlikte bindikleri otobüs, bir trenle çarpışır. İşte bu feci kaza hem bu aşkın, hem de Frida’nın hayatının dönüm noktası olur. Omurgasında hasar vardır ve vücudu paramparça olmuştur. Doktorlar, arka arkaya 32 ameliyatla parçaları bir araya getirmeye çalışırlar. Alejandro’ya ise bir şey olmamıştır ve ailesinin etkisiyle Frida’dan uzaklaşıp, eğitimi için yurt dışına gider. Frida sevgilisine aşk dolu mektuplar yazsa da karşılığını alamaz ve bedensel acılarına bir de aşk acısı eklenir. Ama ne güzel ki, avunmak için resme başlar ve ilk tablosunu, on dokuz yaşındayken, Alejandro için yapar.
1928 yılında Komünist Parti’ye katılır. Partide ünlü ressam Diego Rivera ile tanışır ve ona çılgınca âşık olur. Bir yıl içinde de evlenirler ve sonrasında birlikte ABD’ye, Detroit’e giderler. Frida hamiledir, ancak maalesef çocuğunu kaybeder.
HERŞEYE RAĞMEN SANAT
Diego’nun ihanetleri Frida’yı çok üzmektedir. Hele Diego’nun, kız kardeşi Cristina ile yattığını öğrenince iyice yıkılır. Kocasından intikam almak için, o da birçok ilişkiye girer. Bunlardan en önemlisi Lev Troçki ile olan ilişkisidir. Troçki’den çok etkilenir, ona resimler yollar. Bu resimlerde kendini burjuva tarzı, dişiliğini vurgular giysiler içinde zarif bir kadın olarak tuale yansıtır. Böylece artık tanınmaya, sanat çevrelerinde sadece Diego’nun eşi değil, “Frida Kahlo” olarak anılmaya başlar. Nitekim 1938 yılında, New York Julian Levy Gallery’de ilk kişisel sergisini açar. 1939 yılının aralığında Diego ile evliliğini sonlandırır. Ama ayrılıkları uzun sürmez ve aradan bir yıl geçmeden tekrar evlenirler. Bu yıllarda yaptığı otoportrelerinde çok sevdiği maymunlar, kediler, kelebekler, sinek kuşları Frida’ya eşlik eder.
1941 yılında sağlığı iyice bozulur, en güzel kadınlık yıllarını hastanelerde geçirir. Ama asla pes etmez ve bulabildiği her fırsattaresim yapar. Bazı resimlerine siyasi söylemler, barış güvercinleri yerleştirerek, acılar içindeyken bile politik mücadelesini devam ettirir.
Yukarıda gördüğünüz, 1949 yılında yaptığı ünlü “Diego And I” adlı tablosu, Diego’ya büyük aşkını yansıtmaktadır. Diego’yu alnının tam ortasına yerleştirmiş, onun başka kadınlarla ilişkisine gönderme olarak da üçüncü bir göz eklemiştir. Bu aşkın yaşattığı acılarla ağlamakta, boynuna dolanmış saçları onu boğmaktadır adeta.
1953 yılında doktorları, sağ bacağının kesilmesine karar verirler. Bu duruma tepkisini; “Bacağımı keserek beni yüz yıllarca sürecek bir eziyete mahkûm ettiler. Kendimi öldürmek istedim. Beni tutan tek şey, ‘Diego beni özler’ düşüncesiydi” diyerek gösterir.
Frida, henüz 47 yaşında iken, 1954 yılında hayata veda eder. Günlüğündeki son sözleri şu olur; “Umarım gidişim neşeli olur ve umarım bir daha asla dönmem”.
Aşk olsun sana be Frida, aşk olsun! Haydi, rastgele tüm dünya devrimcilerine!