Acının dili
Kriz yönetiminde yöneticiler önce yaşananlara uygun dili bulmalı. Soma olayları sırasında gördük ki, iktidar partisi bu açıdan da başarısız. Olayları en olmayacak sözcüklerle değerlendirip tartışıyorlar. Sözleri, söylemleri acımızı daha da büyütüyor, her seferinde bu böyle oluyor. Bir kere olayları yaşayanlarla, acı çekenlerle empati kuramıyorlar. Bu durum kullandıkları dile, sözcüklere yansıyor. Resmi açıklamalara göre üç yüzün üstünde insan ölmüş, bu sayının 700 olduğunu söyleyenler de var. Ölü sayısı bile yukarıdan emirle belirleniyor. İnsanlar kan ağlıyor, acı gerçekten büyük. En yetkili kişi bu işin “fıtratında var” diyebiliyor. İşte acımızı büyüten sözlerin ilki.
Amacım bu acının ardından kimseye Türkçe dersi vermek değil, ama acı çekenlerle empati kurmak, yani onlarla duygudaş olmak, eskilerin deyişiyle hemhal olmak, önce doğru dili bulmakla olur. Toprağın altından çıkanlar ölüdür, “cenaze” değil, onları toprağa verirken “cenaze” deriz. Burada kibarlığımız yanlış sözcüklere götürmemeli bizi. Üç yüzün üstünde “ölü” çıktı toprağın altından, “cenaze” değil.
Anacığım, ne zaman acılı bir anne görse; “Allah dağları taşları da ana yapmasın!” derdi. Soma’da yalnız analar değil, eşler, çocuklar, babalar da büyük acılar içindeydiler. Dağların taşların dayanamayacağı bir acı içindeydi hepsi de... Televizyonda bakanla görüşen bir işçi eşi gördüm. Alıştığımız işçi eşlerinden farklı. Sanki bir üniversitede araştırma görevlisi. Gözünde gözlük, sakin konuşuyor ama çok acı çekiyor. Kocası toprağın altında, ölüsünü ya da dirisini görmek istiyor, bunun için madenin önünde bir gün belki iki gün beklemiş. “Oğlum evde, babasını bekliyor, babasını istiyor benden!” diyor Taner Yıldız’a. “Ben çocuğumun yüzüne bakamıyorum” diyor. Bakan bu sözler karşısında şu yanıtı veriyor: “Siz niye çocuğunuzun yüzüne bakamayacaksınız, suçlu siz değilsiniz ki!” Dedim ya, empati kuramıyor bunlar. Hayatlarında hiç roman, öykü, şiir okumamışlar ki, hayal güçleri, duyarlılıkları o kadını anlamaya yetmiyor. Kadının babasını bekleyen çocuğun yüzüne neden bakamadığını anlayamıyor. Sayın bakan, babasını isteyen bir çocuk karşısında çaresizseniz, o çocuğun yüzüne bakamazsınız. Sizler bakabilirsiniz belki, çalıp çırptıktan sonra bile bakıyorsunuz, ama duyarlı bir insan, bir kadın, bir eş bakamaz. O işçi eşi deyimi doğru ve yerinde kullanıyor. Babasının ölüsünü bile getiremediği için çocuğunun yüzüne bakamıyor.
Parti sözcüsü bir edebiyat doçenti. “Bu musibetten devlet bir ders çıkaracaktır” diyor. Bu sözde de olayı hafife alma var. “Bir musibet bin nasihatten yeğdir” sözüne gönderme yapıyor sayın edebiyat doçenti. Üç yüzün üstünde insanın öldüğü bir olayı çıkarılan dersle tartarak, nerdeyse bizi kazançlı gösterecek. Sayın edebiyat doçenti, böyle bir olayda “bir musibet” diye başlayan atasözünü anımsatmak, olayı en azından hafife almaktır. Üniversitelerin edebiyat bölümlerini bilirim, böylesi doçentler çoktur.
Şu günlerde ödül törenlerinde alınan ödüller Soma’da ölenlere “ithaf” ediliyor. Doğrusu budur, “ithaf” etmektir yani. Bazı gazeteler bu haberi “atfedildi” diye verdiler. Burada yapılan ithaftır, “atıf” değil.