Actopus Dei
Dünkü yazımdan bir cümle anımsayalım: İngiliz araştırmacı Michael Walsh, “Bu örgüte, Opus Dei (Tanrının işi) değil Actopus Dei (Tanrının ahtapotu) denilmelidir” diyordu.
Fethullah Cemaati tam anlamıyla bir Opus Dei midir, bunu araştırmak komplo teorisi uzmanlarının işi. Bence aralarında çok önemli benzerlikler var. Ancak, Fethullah Cemaati sanki bir adım ilerde. İktidarı resmen paylaşmak istiyor.
Peki, Actopus Dei değil mi? Hem Opus Dei hem de Actopus Dei. Ben böyle anlıyorum.
***
Ama, AKP de aynı zamanda hem Opus Dei hem de Actopus Dei. Ben böyle anlıyorum. Anladığım için de “AKP tarikatı hükümeti” diye yazdım. AKP dışarıdan bir siyasal parti ama içerden hem Opus Dei hem de Actopus Dei olan bir gizli örgüt. AKP’yi bu gizli örgüt yönetiyor ve bu gizli örgüt AKP’nin standart kadrolarına da kapalı. (Okuma tavsiyesi: Uğur Mumcu, Rabıta, um:ag Yayınları; Işık Kansu, Rabıtanın Zabıtası, um:ag Yayınları).
İki tarafın Opus Dei’leri ile Actopus Dei’leri 1970’lerin başından itibaren birbirlerini tanıyor ve kolluyorlardı. Belki de Milli Görüş hareketi ile Fethullah Cemaati o tarihlerde işbirliği yapmışlar, siyasal kadroyu Milli Görüş, kadro hareketini Fethullah Cemaati üstlenmişti. Aslına bakarsanız Fethullah Cemaati “Altın Nesil” ideali ile kadro hareketinde odaklanmıştı. İşbölümü zaten iki hareketin doğasında mevcuttu.
Tam anlamıyla bir ortakyaşarlık (symbiosis) durumu.
Peki, ortakyaşarlık ya da sembiyotik durum nedir?
Canlı türleri arasında, bütün tarafların yararına işleyen bir bağlaşıklık, birliktelik veya ortaklık.
AKP ile Cemaat arasında bir ortakyaşarlık (sembiyotik) ilişki vardır. Bu ilişki takır tukur bir mekanik ilişki değil, tam anlamıyla bir biyolojik ilişkidir, yani iki canlı varlığın iç içe geçmiş hayati ilişkisidir. Herhangi bir şekilde biri zarar görürse ikincisi de zarar görür.
Peki, bu ilişki neden sona erdi, ortakyaşam ilişkisi sona erince taraflar üzerindeki ilişkisi ne olur? İki satır yukarda söyledim: İkisi de zarar görür!
***
Ortakyaşarlık ilişkisinde bir tarafın yaptığından ikincisinin habersiz olması mümkün değil. Bu nedenle, Başbakan’ın “paralel” adını verdiği yapıdan haberleri olmadığını ileri sürmesi bir tevatür ve safsata, gerçekdışı.
İkisinin de ortak düşmanı Cumhuriyet ve onun yapıp ürettiği yapılardı: Laik cumhuriyetti, laik hukuktu, laik eğitim ve öğretimdi, laik medeni kanun (vatandaşlık yasası) idi. Anayasa’nın ilk dört maddesi ve Devrim Yasaları’nı koruma altına alan Anayasa’nın 174. maddesi idi.
Burada durup, Fethullah Gülen’in 28 Şubat döneminde televizyonlarda yayınlanan “Mülkiye, Adliye ve Zaptiyeyi (Emniyeti) ele geçireceksiniz” talimatını anımsayalım. Fethullah Gülen, bu talimatı müritlerine büyük bir olasılıkla 1970’lerde vermişti. Sembiyotik ortağı AKP tarikatı, bu ele geçirme operasyonlarında sembiyotik ortaklarına yardımcı oldu. Yardımcı oldu; çünkü Cemaat’in damarlarında dolaşan kan AKP’nin de damarlarında dolaşıyordu.
Bu ortakyaşar iki organizmanın dışarıdan katkı aldığını düşünmememiz için hiçbir neden ve engel yok. Akıl hocaları ve ortakyaşar iki ortak, amaçlarına ulaşmak için karşılarında tek bir engel bulunduğunu biliyorlardı. Üstüne üstlük Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yerleştirdikleri ajanlar artık uygun rütbelere de gelmişlerdi.
Operasyonun vadesi geldiğine karar verdiklerinde bütün hazırlıkları tamamlamışlardı ve bir emirle TSK’ya karşı operasyon başladı. TSK’ya karşı başlatılan kumpas operasyonlarından AKP tarikatının habersiz olduğu, operasyonları Cemaat’in tek başına yürüttüğü iddiası, ortakyaşarlığın doğası (fıtratı) gereği, kuyruklu bir yalandır.
***
Peki, neden bozuştular? Bu bozuşmanın nedenlerini iki tarafın en yetkili ağızları açıklamadan bilemeyiz. Benim tahminime göre, Cemaat’in kadrolarına muhtaç olan ve bundan dolayı da eksiklik ve aşağılık duygusu hisseden AKP tarikatı, ortaklık ilişkisinin belli bir noktasından sonra, kendi kadrolarını yetiştirmek istedi ve İmam-Hatipleri kendi kadro okulları olarak düzenlemeye başladı. İmam-Hatipleri düzenlemek yetmezdi, bu nedenle Cemaat okullarının ve dershanelerinin üretim çalışmalarının engellenmesi gerekiyordu. Bu bir!
İkincisi: Cemaat finans kapital alanında küresel bir güç haline gelmişti. AKP’nin kendi gücünü yaratması gerekiyordu. Bu nedenle inşaat ve müteahhitlik alanlarında çalışmalara ayrıcalık tanıdılar. Hedef TÜSİAD’ın geleneksel ve TUSKON’un küresel sermayesi dışında bir birikim yaratmaktı. Salma salacakları bir sermayenin oluşması gerekiyordu. Bu sermaye biriktikten sonra kendi paylarını alacaklardı. Bir iktidar düşünün ki (yapılan yayınlara ve eleştirilere göre) önce iş yapacağı işadamını yaratıyor, sonra bunlara ihale vererek sistematik yolsuzluk yapıyor. AKP’nin en önemli kurucularından Abdüllatif Şener’in sık sık “Alacakları avanta olmasa bunlar bir metre duble yok yapmazlar” dediğini anımsayalım.
Üçüncüsü: AKP tarikatından daha deneyimli ve donanımlı olan Cemaat, tam anlamıyla gizli örgüt mantığıyla, ilerde kullanılmak üzere, şantaj malzemesi hazırlıyordu. Zaten TSK’ya karşı kurulan kumpasta gereken deneyimi kazanmıştı.
***
TSK’nın nakavt edilmesinden sonra iki taraf da karşı taraftan kuşkulanmaya başladı. Cemaat, “Nikâhı senin omzuna, bacakları benim omzuma” ilişkisinin böyle sürüp gitmesini isterdi. İsterdi ama R.T. Erdoğan, Cemaat’in mülkiye, adliye ve zabtiyeden sonra AKP örgütünü ve TBMM’deki milletvekili çoğunluğunu ele geçirmesinden korkmaya başladı. Ne zaman korkmaya başladı, bunu ben bilemem.
Ancak tahmin ettiğim şu: R.T. Erdoğan’ın genel olarak bütün dış politikası, özel olarak Arap dünyası politikası ve daha özel olarak Suriye politikası iflas etmişti. Geleneksel siyasetten uzaklaşarak her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırmışlardı.
Öte yandan, hiçbir şey üretmeyen, sıcak paraya ve borca dayalı ekonomi de çıkmaza girmişti. Kurtuluş yoktu. Ellerinde tek bir şans vardı, öküzü öldürüp ortaklığa son vermek, hukuki skandalların, ekonomik açmazların, siyasal bozgunların faturasını Fethullah Cemaati’ne ödetmek. Bu nedenle “Ya bismillah!” deyip dershaneler bohçasını açtılar.