Adaleti Yok Sayan Kendi Felaketini Hazırlar
"Dere kenarındaki ağaçlardan, dallarını
egenler kurtulur taşkınlardan, oysa
köklerinden sokulup gider kaskatı direnenler.
Yelkenlerini sonuna kadar gererek rüzgârı
karşılayan denizci, alabora olup ters dönen
teknesiyle sürdürür yolcuğunu."
Sophokles, Antigone
Siyaset felsefesi, tragedyaların omuzlarında yükselir. Tragedyalar doğuşundan itibaren politik ve etik yönelimlere sahip olmuştu. Antik Yunan’da yeni bir hukuk anlayışının ve siyasal kurumların ortaya çıktığı şehir devletlerinde (polis) demokrasinin çelişkileri bu eserlerle tartışılmıştı. Tragedyalar her zaman demokrasilerin aynası olmuştur. Bundan dolayı Platon ve Aristoteles gibi filozoflar en ideal toplumun nasıl olması gerektiğini tartışırken, var olan toplumun tüm çelişkilerini ortaya koyan tragedyalardan ilham almışlardı.
Tragedyalar demokrasinin çelişkilerini ortaya koyan felsefi boyutundan dolayı, toplumsal alt üst oluşlarda başta Marx olmak üzere, Nietzsche’den Heidegger’e kadar düşünürlerin gündeminde yer almıştır. Bugün içinde yaşadığımız ‘Batı demokrasisinin’ siyasal ve toplumsal açmazları karşısında tragedyaların bizlere söyleyeceği çok şey vardır.
TELAFİSİ OLMAYAN HATA
Demokrasi ve tragedyalar aynı düşünsel zeminde hareket ederek, birbirine rakip görüşleri temsil eder. Demokrasi prensipte de olsa uzlaşmayı amaçlar, oysa tragedyalarda uzlaşma yoktur. Tragedyalarda zıtlıkların aşılmasıyla çatışmalar sonlandırılamaz. Bu yönüyle tragedyalar, demokrasinin çatışmaları örten perdesini indirerek, sahnede demokrasinin özünü tartışır.
Tragedyalarda telafisi olmayan iki büyük günah vardır: Kibir (hybris) ve hata (hamartia). Kibirle yapılan hatalar beraberinde ölçüsüzlük ve sınır tanımazlık getirir, sınırların ihlaliyle toplumlar felakete sürüklenir. Bu noktada tragedyalar, demokrasinin kendi sınırlarını ihlal ettiğinde yaşanacak kaçınılmaz sonuçları gösterir.
Esnekliğini kaybedip uzlaşmadan uzaklaşan bireyler, toplumun temellerini sarsarken aynı zamanda kendi felaketlerini de hazırlar. Kamusal hayatta kendi siyasal doğrularını kibirle diğerlerine dayatan, karşıt fikirleri duymayan birey körleşir.
Şüphesiz bu ‘körlüğün’ temelinde demokrasinin özündeki çelişkiler vardır: Adalet ile yasa arasında sonlanmayan gerilim! Demokrasilerde her siyasal yasa adalet içerdiğini iddia eder, kendi yasalarını adaletin tapınaklarında kutsar. Ne var ki yasaları yapanlar rakiplerini dışladıkları ölçüde, karşıtları da adalet ilkesinden hareketle yasaları yadsıyarak başkaldırır, isyan eder. Adaletle yasa arasındaki bu gerilimde, esnekliği kaybeden, katılığı ölçüsünde ölçüsüzleşen insanların trajik sonu, tragedyalarda işlenen temel konuların başında gelir.
ADALETSİZ YASA AYAKTA KALAMAZ
Bu eserler adalet arayışını anlatırken, aynı zamanda adalet için ilkesinden taviz vermeden mücadele edenlerin de beklenmedik şekilde felaketler getirebileceğine dikkat çeker. İnsanın eyleminin öngörülemez, tekinsizliğine karşı ilahi uyarıdır tragedyalar: “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenir.” Soylu eylemlerinin kurbanı olur insan, kendi kanını akıtmak zorunda kalır adaletin sunaklarına.
Dünyada adaletin tesis edilemeyeceğine dair karamsar öngörü değildir vurgulanan, adalet ile yasanın çatıştığı noktada kendi çelişkisiyle yüzleşemeyen insanın trajik yıkımıdır.
Sophokles’in “Antigone” tragedyasının bugün hala güncel olmasını sağlayan, yazarın bu çelişkileri insan ruhunun derinliklerine inerek tartışmasıdır.
İki kardeş savaş meydanında birbirini öldürür. Biri düşman askerleriyle kendi ülkesine saldırmış, diğeriyse ülkesini savunmuştur. Kral Kreon, kardeşlerin birine vatanını savunduğu için şehitlik onuruyla cenaze töreni düzenler. Diğer kardeşin ise vatana ihanet ettiği için şehrin surlarının dışında, gömülmesine izin vermeden cesedini hayvanların önüne atar.
İki kardeşini kaybeden bahtsız Antigone ise, kralın bu kararına karşı gelerek ‘hain’ kardeşini kendisi gömmeye çalışır. Trajik çatışma bu noktada düğümlenir. Kral, siyasal yasalardan yola çıkarak haini cezalandırır. Antigone ise hiçbir dünyevi yasanın, ilahi kanuna karşı gelerek bir ölüyü yeryüzününde tutamayacağını dile getirir.
Bu eseri ölümsüz kılan işte bu büyük etik tartışmayı merkezine koymasıdır. Her iki taraf da haklıdır. Kendi içinde tutarlıdır, hareket ettikleri ilkeye sadıktır. Ne var ki, haklı olmak her zaman adaletin ve toplumsal barışın sağlanması için yeterli değildir.
Kreon kararında inat edip kadim yasaları yok saydığı için şehir, salgın hastalıkların ve ölümlerin felaketiyle karşı karşıya kalır. Antigone ise itirazından vazgeçmeyip şehrin yasalarını çiğnediği için kendi yıkımına doğru yürür.
Sophokles, edebiyat tarihinin en soylu karakteri Antigone’yi yaratırken ona bir adım geriden bakarak, onun da Kreon ile aynı hatayı paylaştığını gösterir: Kendi fikrinden ödün vermeyen insanın kibri, körlüğü!
Aynı trajik öğeyi yüzyıllar sonra Dostoyevski ‘Karamazov Kardeşler’de ele alır. Ivan Karamazov, ava meraklı senyörün köpeğine taş attığı için küçük bir çocuğu, annesinin gözleri önünde köpeklere parçalatan senyörün, ceza almadan serbest bırakılmasını anlatır. Ivan, ilahi adalet günü geldiğinde katil senyörle acılı annenin birbirlerini Hristiyan sevgisiyle kucaklamalarına itiraz eder. Katledilen çocuğun hakkı için bu ilahi kucaklaşmaya karşı çıkar.
Ivan Karamozov, dünyevi yasaların adil olması için ilahi adaleti yadsır; Antigone ise ilahi adalet için siyasal yasalara karşı gelir. Aralarında binlerce yıllık zaman farkına rağmen iki yazar aynı hat üzerinde, adalet ile yasa arasında sıkışan insanın ruhunu tartışır.
Hain kardeşi her şeye rağmen Antigone’nin değil de Kreon’un gömmesi anlamlıdır. Sophokles bilgece uyarır: Adaletsiz yasa ayakta kalamaz ama adalet de yasaya rağmen uygulanamaz!
Dostoyevski de radikal demokratların itirazlarına hak vermekle birlikte, onların adalet adına insanın vicdanındaki en temel adalet duygusunu parçaladıkları uyarısında bulunur.
ADALETİN PEŞİNDEN KOŞMAK
Tragedyalar, haklılık zemininde mücadele eden iki tarafın argümanlarını seyircinin önünde sergileyerek, farklı haklılık iddiaları arasındaki gerilimlere belli bir mesafeden bakılmasını sağlar. İnsanlık durumunun çok anlamlılığını, siyasetteki çok seslilikle tartışırlar. Böylelikle seyircinin yargı yetkisini geliştirerek kamusal hayatta sağduyunun sağlıklı şekilde yerleşmesi amaçlanır.
Dünya çok kutuplu hale gelirken, birçok ülkedeki siyasal hareketin tek bir ‘ilkeye’ dayanarak popülist siyasetler izlemesinin çelişkilerini yaşamaktayız. Kendi dar siyasetleriyle kitleleri de bir noktaya sıkıştırıp, insanların bakış açıları körleştirilmektedir.
‘Theoria’ (teori) ile ‘theatron’ (tiyatro) sözcüklerinin, ‘görme’ kökünden gelmesi tesadüf değildir. Farklı açılardan görüp sorgulama, belli bir mesafeden bakmakla toplumlar siyasal körleşmenin yıkımlarından kaçınabilir. Uzlaşma ilkelerden taviz vermek değildir, esneklik siyasal erdemdir. Bugün katı, uzlaşmaz siyasetler izleyen siyasal hareketler, yüksek ateşte uzun süre ısıtılan demir gibi kırılmaktadır. Önemli olan bu kırılmalarda, kamusal hayatın bölünüp parçalanmasına izin verilmemesidir.
Ne var ki yasaların gücünü elinde tutanlar, adaletin tapınağına küfredip hakaret ettiğinde, cehennemin kapıları aralanır, tanrıların gazabı yaklaşmaktadır. Adaleti yok sayanlar kendi şehirlerine felaketi davet eder. O vakit adil bir toplum için kavga edenler, sağduyusunu kaybedenlerin siyasal körlüğüne düşmeden, Antigone gibi adalet için “hep imkânsızın pesinde koşmalı”, Ivan Karamozov gibi adaleti hiçe sayan yasaları topyekûn yadsımalıdır. Adalet isteyenler, Sisifos gibi omuzlarındaki yükü her gün yeniden hatırlamalıdır. Seçimleri iptal edenler kendi felaketlerine doğru yürürken, bu kez kendileriyle birlikte şehri de yok etmelerine izin vermemeliyiz.